- 905 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Öğretmenlikte Güzel Yıllar (b.ö.r. -30-)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Havaların yavaş yavaş ısınmaya başladığı ilkbaharın ilk günleri, okul bahçesinde nöbet tutuyorum. Çevremde öğrencilerim atlayıp zıplıyorlar. Herkes bir koşuşturmaca içinde. Teneffüslerin kısa süresi içinde oyunlarını tamamlama telaşında. Ceket ve gömlekle dolaşabiliyorum. Ufuktan yükselen mart güneşi, yetim gömleği, bir atlet ve bir önlükten oluşan yoksul öğrencilerimle benim de sırtımı ısıtıyor artık. Yanı başımda, okulun türkü söyleyen öğrencilerinden bir küme, birlikte yürüyoruz. Koro, türkülerimizden örnekler sunuyor bir teneffüs saatinin kısa süresi içinde. Günlerim geçen yıl atandığım bu varoş mahallesinde dolu dolu geçiyor. Mesai saatlerimde mini mini ikinci sınıflarımlayım. Geçen yıl okuttuğum beşinci sınıflarım yuvadan uçtular. Çoğusu, çeşitli orta öğretim kurumlarında öğrenim yaşamlarını sürdürüyor. Bahçelere diktikleri fidanların gelecek yıllarda boy atmasını, meyve vermesini gözlemleyip mutlanan bağbanlar örneği ben de mezun ettiğim öğrencilerimin gün gün boy attıklarını, okudukları okullarda başarılı olduklarını duyunca ve görünce aynı oranda mutluluklar yaşıyorum.
Normal koşullarda beşinci sınıfları mezun eden sınıf öğretmeni, gelecek yıl birinci sınıfları alır. Okulumda birinci sınıf okutmaktan adeta sanatsal bir zevk duyan saygıdeğer bir arkadaşımız var, Gönül öğretmen. Gönül öğretmen, kendisini anne kucaklarından henüz ayrılıp yeni bir hayata, okul yaşamına adım atan öğrencilerine adamış, onlara gönül vermiş. Okuttuğu birinci sınıfı ikinci sınıfa geçirip, gelecek yıl yine birinci sınıf alıyor. Birinci sınıf öğretmenliği güzeldir. Hele sıcacık aile ortamından ayrılıp başka bir dünyaya, okul âlemine giren ana kuzularının yaşadıkları heyecanları onlarla birlikte hissetmek bir farklı duygu tattırır insana. Heyecan, korku, güvensizlik duygularını en üst düzeyde yaşayan küçücük kalpleri sakinleştirip onları sınıf ortamına alıştırmak beceri ister. Birinci sınıf öğretmenliğinin ilk haftaları oldukça güzel olduğu kadar da meşakkatlidir.
Okulda, spor kolunda görev alıyorum. Sair zamanlarda da ek işler yapıyorum. Bir öğretmen maaşı ile aybaşını beklemek Doğu illerimizde, uzun kış aylarında ilkbaharın bir an önce gelmesini beklemek gibi bir şey. Bu düşüncelerle Gönül öğretmenimin ikinci sınıfını aldım. Yoğun çalışmalarım arasında birinci sınıflara gerekli zamanı ayıramam diye hissettiğim kuşkumu da böylece yenmiş oldum. Sınıfım capcanlı, sevimli öğrencilerle dolu. Öğrencilerimin gözlerinden yansıyan parlak ışık, sıcacık bakışlar bana çalışma azmi veriyor. Kısa sürede yeni öğrencilerimle bütünleştik. İlkelerimi koydum. Verilen ödevleri aksatmadan yapacağız. Elimizin altında sürekli, ders harici, masal, öykü, şiir kitapları olacak. Okumadan uyumayacağız. Defter ve kitaplarımız kaplı, temiz ve düzenli olacak. Çalışmalarınızı ben de her gün periyodik olarak kontrol edip değerlendireceğim. Sorunsuz ve de olumlu çalışmalarla okul günlerim geçiyor. Rahat ve huzurluyum.
Normal bir mesaiyi günü, sınıfımın kapısı çalındı. Gelen, orta yaşlı, karşısındakine güven veren sevecen bir bey. Kent okulunda ilk kez teftiş yaşayacağım. Konuğum bir müfettişmiş. Selam-sabahtan sonra teftiş olgusu başladı. Önce tüm öğrencilerimi ikişer-üçer cümlelik kısa pasajlarla okuttu müfettişimiz. Daha sonra dikte yazdırdı. Öğrencilerim, yazım kurallarını hiç sektirmeden yazılarını yazdılar. Sıra klasik matematikle ilgili sorulara geldi. Dersin sonuna doğru müfettişimiz öğrencilere defterlerini ellerine alıp, havaya kaldırmalarını istedi. Abartısız, sınıfımda kapsız bir defter yoktu. Teneffüs zili çalarken müfettiş bey elimi sıktı, çalışmalarımdan çok memnun olduğunu söyledi, teşekkür etti. Meslek yaşamımın on altıncı yılında bir müfettişten ilk kez teşekkür cümlesini duyuyordum. Elbette mutlu oldum. Ben aynı öğretmendim. Her yıl daha da deneyim kazanarak mesleğimi icra ediyordum. İşin acı tarafı budur. Genelde çalışmalar gerekli biçimde takdir edilmeyip Sezar’ın hakkı Sezar’a verilmez. Kırgınlıklar, küskünlükler hep yaşanır bu güzel topraklarda.
Sene sonunda çalışmam “çok iyi” derece ile değerlendirildi. Öğretmen arkadaşlar, “Ne yaptın, nasıl ettin de bu raporu aldın?” diye ara ara soruyorlar. Ben de, “Bir öğretmenin normal de yapması gerekli çalışmalardan farklı bir şey yapmadım.” Diye cevap veriyordum.
Varoş mahallesindeki okulumda ikinci yılımda yaşanan olayları anlatarak öykümüzü dallandıralım. Sene başında bir bayan arkadaş kız basketbol takımı kurdu. Kendisinin ağa çocuğu olduğunu sohbet konusu yapan müdürümüzde bu kez spor kolunu kendisinin çalıştıracağını söyleyerek geçen yıl bu kolda birlikte görev aldığımız öğretmen arkadaşımla bana görev vermedi. Bir erkek basketbol takımı ile müdür, bayan arkadaşla çalışmalara başladı. Arada ne olupbitti bilinmez, bayan arkadaş takım çalıştırma işinden feragat etti. Müdür beyimizde takım çalıştırma işinden vaz geçtiğini söyleyip arkadaşımla bana spor kolunda görev almamızı önerdi. Gerek spora olan aşırı tutkumuzu, gerekse maddi durumumuzu ölçüp biçerek buruk bir duyguyla da olsa görevi kabul ettik.Antrenmanlara ara vermeden başladık. Koşularda kız ve erkek takımımızla ilde kaç adet birincilik kupası varsa okulumuza kazandırdık, tıpkı geçen yılki gibi.
Muhitimiz esen Esentepe. Adına nazire yaparcasına sonbahar eylül akşamlarında ve ılıman nisan günlerinde esen serin rüzgârlarıyla Esentepe’miz romantik bir yer. Sonbaharda yerlere savrulan kavak yapraklarının güzelliğinde ve ilkbaharda yemyeşil yapraklı ağaç gölgelerinde gezip dolaşmak tadına doyulmaz bir duygu. Mahalle gençleri için doğdukları uzak köylerdeki kız-erkek buluşmama el ele tutuşup dolaşmanın kınandığı yıllar çok uzaklarda artık. Zeytin karası iri gözlü kızlar, esmer delikanlılar,özgürce muhitlerinde esen serin yeller altında tepelerini şenlendiriyorlar. Mahallenin nüfusu yıldan yıla artıyor. İki okul yetersiz geliyor. Üç katlı yeni bir okul daha yapıldı okul bahçemize. Aynı yıllar ülkemizde ilköğretim okulu uygulamasının deneme okulları açıldı. Okulumuzda ilde ilk uygulanan ilköğretim okulları arasına alınındı. İlköğretim okulu olduk. Romantik mahallemizde kiralık bir binada faaliyet gösteren ortaokulla okulumuz birleşti. Ortaokul müdürü de yeni müdürümüz olarak görevlendirildi.
Bir yemekle, ağa çocuğu müdürümle vedalaştık. Amirleriyle işini hal yoluna koymayı beceren müdür beyimiz,yönetici olarak başka bir okula atanmayı becerdi. Yemek fazla güzel geçmedi. Müdürle, dergi paralarının paylaşımında sorunlar yaşayan bazı yıllanmış arkadaşlar yemekte serin davrandılar karşılıklı. Efendim, müdür okulumuzda kalmak için niçin üst makamlara direnmemiş. Neyse, olan oldu yeni sayfalara geçmek gerek artık…
Yeni müdürümüzle henüz tanıştık. Bize karşı ilk sözleri:“Ben köy muhtarı değilim, spora, size para aktaramam…” Oldu. Okulda spor kolu için her sınıftan mütevazı bir para toplanırdı. Bu paralarla öğrencilerimize spor giysisi, forma, top… Alırdık. Okulumuzu en güzel biçimde temsil eden, çoğu boyacı öğrencileri disipline edip onları iyi birer öğrenci ve sporcu yapan bizlerin resmen önü kesilmek isteniyordu. Yeni müdürümüz koltuğunu dolduracak yetenek ve yeterlikten çok uzaktı. Hele bir pazartesi günü İstiklal Marşı ve Andımız için okulun önünde tüm öğrenci ve öğretmenlerin toplandığı andaki konuşması hiç etik değildi. Ses tonunu artırıp, vücut dilini de kullanarak, işaret parmaklarını avurtlarına takıp şöyle sesleniyordu:
“Okul kurallarına uymayan öğrencilerin ağzını yırtarım…” Mesleğim adına utandım. Bir amir böyle mi konuşmalıydı! Sevgili öğrenciler, biz öğretmenler böylesi düzeysiz sözleri de mi duyacaktık! Hani ne derler, “Kavak ağacından düdük yapılsaydı, bilmem hangi hayvanın nesinden zurna olurdu.” Birçok arkadaş farklı okullara atanmak adına tayin istedi. Ben dâhil. Amacımız müdürün davranışlarını proteste etmekti. Neyse ki, kısa süre sonra okulumuza yeni bir müdür atandı. Çapsız arkadaşımız, ilin uzak bir okuluna yine de idareci olarak gitti. İşin en acı tarafı bu; ülkede, bilgiye, deneyime ve liyakate ne derece az önem verildiğinin somut örnekleriydi işinin ehli olmayan yöneticilerin hemencecik aynı görevlere atanabilmeleri.
İlköğretim okulumuzun yeni müdürü, düzeyli, kendini yetiştirmiş, tarafsız ve yetkin bir yöneticiydi. Kısa sürede okulu toparladı, disipline etti. Okulda örnek bir çalışma atmosferi oluştu. Herkes görevinin hakkını vererek çalışıyordu artık. Önceki yıllarda yapılmış iki katlı binada sınıfım. Öğle paydoslarında bayan arkadaşlarımız yumurta haşlıyor, mıhlama pişiriyorlar. Yemektir, çaydır, düzeyli muhabbetler içinde günlerimiz geçiyor. Arkadaşlara şiirler okuyorum. Amatörce şiir yazma denemelerimden onlara örnekler sunuyorum. Yazdığım bazı şiirleri, “Sizlere, Tarancı’dan ya da Atila İlhan’dan şiirler okuyayım” diyerek arkadaşlara sunuyorum. Şiirlerimi hayli beğeniyor. Bu şiirleri kendimin yazdığını söylüyorum. İnanmak istemiyorlar.Dranas’ın Fahriye Ablası’nı bana sık sık okutuyorlar:
“Önce upuzun sonra kesik saçın vardı,
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıdıklıyordu, bütün erkeklerin,
Altın bileziklerle dolu bileklerin.”
Dörtlüğünü benden dinlemekle arkadaşlarım çok mutlu oluyordu. Şiirin adını taşıyan, Müjde Ar’ın başrol oynadığı bir sinema filmi de yapıldı o yıllarda. Filmi evimde izliyorum. Filmde, Fahriye Abla kötü yollara düştü. O an içimden bir ses şöyle sesleniyor bana adeta, “Eğer Fahriye Abla rol icabı da olsa kötü bir yaşam tutturursa, ben o güzel şiiri bir kez daha okumam.” Anımsayabildiğim kadarıyla başrol oyuncusu kısa sürede örnek bir yaşam seçti…
Sene sonu yaklaştı. Okullar arası şampiyonluk maçları yakında başlayacak. Antrenmanlarımızı iyice sıklaştırdık. Öğrencilerimizle tam bütünleştik. Yoksul, ezilmiş, yeni yerleştikleri kentin acımasız yaşamına ayak uydurmaya çalışan halkın çocukları bir takımın elemanı olma hele birde seyirci karşısına çıkıp başarılı olma olgusu altında mutlu oluyorlar.İlerideki yaşamlarında belki hiç başaramayacakları zaferlere imza atıyorlardı. Maçlarımızı açık ara farkla kazanıyoruz.
Takım olarak ilkelerimizi şöyle belirlemiştik. Bizden daha fazla çalışan ve yaptığı işin hakkını verenlere saygı duyacağız. Rakiplerimizi küçümsemeyeceğiz. Sportmenliğe ve centilmenliğe, yensek te, yenilsek te sonuna kadar saygılı olacağız. Yenileceksek, tarafsız hakemlerin idare ettiği maçlarda bizden iyi oynayan takımlara yenilelim. Bizi zorlayacak iki takım var. Birisi bizim gibi bir ilköğretim okulu takımı. Koçu beden eğitimi öğretmeni. Arkadaşım ve ben sadece sporu tutkuyla seven sınıf öğretmenleriyiz. Bu okulla maça tutuştuk. Altmış sayı ortalamayla oynayan takım sayı kaydedemiyor. İki takım bir birimizi kilitledik. Maç on yedi-on yedi bitti. Uzatma oynuyoruz. Hala anımsarım, ışıklı tabelada elli yedi saniye var maçın bitişine. Dört sayı gerideyiz. İki saniye kala bir sayı geriyiz. Bu kadar çalışma kısa süre sonra hüsranla sonuçlanacak. Hakem, karşı takıma aleyhine hücum faul çaldı. O yıllarda bire bir atış vardı basket kuralları içinde. Mola aldık. Öğrencilerimize sıkı taktik verdik. İlk atışı Şaban’ımız sayıya çevirdi. İkinci atış potadan döndü. Dönen topu Hulki kapıp sayı yaptı. Maçı aldık. Sevincimiz sonsuzdu. Final maçını da geçen yılın şampiyonuna karşı otuz sayı farkla kazandık. Bu maç sonunda rakip takımın koçu, öğretmen arkadaşımın sarılıp tebrik ederken ağzından çıkan şu sözlerle takımımızın hakkını teslim ediyordu:
“Bizi, sizin çocukların tabii kondisyonu yıktı.” Abartmadan belirtiyorum. Kapalı spor salonu maçlarımız olduğu günlerde tıklım tıklım doluyordu. Okulda ve mahallede sürekli takımımızın başarıları konuşuluyor, yerel gazetelerde basketbolcularımızın resimleri yayınlanıyordu. Müdürümüz de bize elinden gelen her katkıyı sağlıyordu.
Bölge maçları için Zonguldak’a gittik. Takımda iki uzun adamımız var. Biz daha sahaya çıkmadan rakip takım idarecilerince yaşı büyük öğrenci oynatıyoruz diye şikâyete maruz kaldık. İl spor müdürü beni savunmak için makamına davet etti. Bir yanlışımızın olmadığını, ilimizin fakir bir kenar mahallesinin yoksul öğrencileriyle spor yapmaktan başka bir amacımızın olmadığını belirttim. Müdüre, “Lütfen takımımızı bozmayın” diye de istirham ettim. İki uzun öğrencimizin oynamasına izin verilmeyebilirdi. Takımımıza müdahile etmedi.
Maçlar başladı. Birazcık zorlansak ta ilk maçımızda Edirne’yi geçtik. İkinci maçımızı Ankara üçüncüsü olarak bizim bölgemize gönderilen Özel Yükseliş Koleji ile oynayacağız. Kolejliler sanki bir Amerika takımı. Marka giysileri, renkli formaları, özel arabalarıyla kendilerini takip eden velileri… Her halleriyle varsıl olduklarını sergileyen, bizlere lütfedip bir selamı bile çok gören bir yapıdalar. Bizler ise zorluklarla çocuklarımıza birer uzuz eşofman ve spor ayakkabı alabilmişiz. Yüz yıllar öncesinin yoksul Spartaküs askerleriyle varsıl Romalı askerlerin savaşı olacak yapacağımız maç. Arkadaşım oyun taktiklerini anlatıyor takıma, maçtan önce. Bense şunları söylüyorum:
“Sevgili çocuklar, yapacağımız her ne kadar da bir maç olsa bile bu maç hepimiz için çok önemli. Siz dar gelirli ailelerin çocukları, önünüze bir büyük şans geldi. Bu varsıl çocukları yaşamınız boyunca ilk kez bugün yenebilirsiniz, bir daha asla. Unutmayın, yer karasında yenilmeyecek ordu, fethedilmeyecek kale yoktur. Birlik olalım. Kendimize güvenelim. Maçı alabiliriz…”
Uzatmaya giden maçı aldık. Soyunma odasına gidip tekrar salona döndüğümüzde kolejliler hala ağlıyorlardı. Sporda yenmek kadar yenilmekte var. Takımımıza, yenildiğimizde üzülmememiz gerektiğini anlatıyorduk. Galip takımı tebrik edeceğiz, yenilgi nedenlerimizi iyi etüt edip yeni maçlara hazırlanmamız gereğini hep teorik çalışmalarımızda konuşurduk. Final maçını İstanbul ekibi ile oynadık. İstanbul takımı Yugoslavya’dan ülkemize göç eden Boşnak ailelerin çocuklarından oluşuyordu. Çoğunun ana yaşı ile nüfus cüzdan yaşı aynı değildi. Çünkü hepsi uzun boylu, on üç-on dört yaşlarındaki öğrenci düzeyinde fizikli çocuklardı.
Ankara temsilcisi özel okulu yenmek başımıza sorunlar çıkardı. Takımın maçlarını izleyen bir gazetecinin marifetiyle Zonguldak Spor İl Müdürü şikâyete konu olan iki öğrencimizin lisansını alıp şikâyet konusunu Ankara’ya iletti. Yine de oyuncularımızın maç oynamasına izin verdi.Moralsizce oynadık. Maçı uzatmada bir sayı farkla kaybettik. Hiç aklımıza gelmeyecek durumlarla karşılaşmıştık. Bir hatamız olmamasına karşın sahtecilikle suçlanıyorduk. Şampiyon olsak bile muylu olamayacaktık. İkincilikte güzel bir sonuçtu. Böylesi bir başarıyı ilimize ilk kez biz getiriyorduk. Okulda sevgiyle karşılandık. Müdürümüze Ankara’dan takdirname geldi. Yılsonunda, sınıf olarak öğrencilerimin düzeyi çok iyi durumdaydı. Karneleri verip tatile girdik. Tatil de ne tatil!
Ankara’dan bakanlık müfettişleri geldi Zonguldak’taki şikâyet konumuz için. Öğrencilerimizin okuldaki tüm kayıtları bir bir incelendi. Sınıf defterlerinden, kütük defterine ve de spor kolumuzun tüm kayıt ve tutanakları tarandı. Elbette bir eksiklik bir hata tespit edilemedi. Es kaza en ufak bir yanlışımız olsaydı seneye Edirne’den Van’a kadar geniş yurt coğrafyasının bir farklı ilinde göreve başlıyor olacağımız muhakkaktı. İşte bir başarı öyküsü, işte sonuç.
YORUMLAR
Kıymetli öğretmenimiz, güzel yıllarınızda güzel öğrenciler yetiştirdiğinize eminim.Sizin öğrenciniz olmak şansmış diyorum. Tebrik ederim efendim...Yorumu Fecebook A bırakma nedenim, edebiyat defteri sayfamda bir problem var,yorum yazamıyorum bilginize...
(Beğen · Yanıtla · 2 · 9 Ağustos, 12:01 ·
Yeni düzeldi bilginize...
Saygılarımı bıraktım...
İBRAHİM YILMAZ
selam ve saygılarımı iletiyorum yüce gönlünüze.
Günün yazısına hiç kimsenin yorum yazmamış olmasına üzüldüm değerli meslektaşım.
Oysa oldukça içten, oldukça sıcak ve sanki o yılları yaşıyormuşçasına heyecanla kaleme alınmış güzel bir yazıydı.
Bir meslektaşınız olarak büyük bir haz alarak okudum yazınızı.
Daha nice böyle güzel anılarınızda buluşmak dileklerimle...
Selam ve saygılar.
Oya gedik
istem dışı ,teknik nedenlerden...
Selamlarımla...