Çok garip, ilginç. Ama bu çok anlamsız ki!
Hiç olmadık şeyler yaparsın da, o yaptığın şeye, hiç olmadık şeylerle karşılık verir insanlar. Anlamlandırma dürtülerinin çığlıklarını hissederler zihinlerinde: "Ne yapmaya çalışıyor bu?"
Koca bir soru işareti! Hemen o soru işaretinin gölgesine sığınmadan önce...
Birşeyler yapman gerekir, anlamlı birşeyler. Oturma odasının ortasındaki halıya sırtüstü uzanıp saatlerce tavanı izlemek gibi birşey değil. Mesela, durakta beklemelisin otobüsü. Başka bir yerde değil.
Ya da yeni soru işaretleri türetebilirsin;
Evinde beklersin otobüsü; çekirdek çitlerken, çay suyu da koyarsın ocağa!
Neler söylüyorsun? Hayal mi görüyorsun?
Peki hayal kurmak iyi bir şey mi? Şöyle gökyüzüne tırmanırken, yıldızların üzerinde zıplamak ya da senin o oturma odasının halısıyla uçarken o bir türlü gelemeyen otobüse taş atmak!
Uçuk fikirler silsilesi! Anlamsız! Yapamazsın ki!
Anlamsız mı yaptıkların? Ama dur daha yapmamışsın ki!
"Ben evet diyorum" dedikten sonra diğer jürilere de bağımlı olan hayalperest yarışmacı gibi, birileri de senin için "ben anlamlı diyorum" mu demeli? Evet, evet... Düşününce bu da anlamlı!
Senin yapabileceğine inandıklarımı yazdım. Peki ya ben!
Ben halıdayım üç gündür. Günde bir saat bu tüylü şeyin üzerinde anlamsızca yüzüstü yatıyorum. Elimde ne telefon ne gazete. Kafamı yana doğru çevirmiş, koltuğun ayaklarını gözlemliyorum. Annem geldi ziyaretime sonunda: Bir su bardağı tedirginlik ile yarım çay bardağı şaşkınlık karışımı bir ruh haliyle dikiliverdi tepemde. Tahmin edileceği üzere "hayırdır evladım" dedi. "üç gündür seni izliyorum. Ne yapmaya çalışıyorsun anlamıyorum?" Beklediğim tepkiyi beklediğim kelimelerle duymak halının tüyünden daha ferahlatıcıydı.
Peki şimdi ne olacak? Beklediğim tepkiye beklenildiği gibi cevap mı vermeliyim, yoksa ritüele kaldığım yerden devam mı etmeliyim? İlk yolu tercih ettim: Annemin filozofvari anlam arayışına "anlamlı" bir cevap vermeyi yeğledim.
"Ölümü düşünüyorum anne" dedim. "İnsanların dünyevi koşuşturmalarına son verecek şu ölüm varya hani, onu." dedim.
"Ne diyorsun evladım? Korkutuyorsun beni. Kalk hadi yemek hazır!"
Düğünler gerçektir...
Konvoylar yapılır, korna sesleri ile "ey ahali bizim düğünümüz var haberiniz ola" mesajları verilir. Akşam olduğunda oyunlar oynanır, takılar takılır, dans edilir, dedikodular, darısı başınalar, halalar, teyzeler, amcalar, el öpmeler... Bitmez: gürültüler, baş şişmeler, sohbet edemeyenler, edenler, çocuklar, koşuşturmalar, pastalar, börekler, çörekler..
Senin için bu düğün mü anlamlı? Mesela, damada takılan altınlar mı, sarı sarı... Yoksa benim bu halıda boyun ağrısıyla cebelleşerek ölümü düşünüyor olmam mı kara kara?
"Tamam kalkıyorum anne. Ne var yemekte? Dün ki brokoli bitti mi? Allah aşkına başka yemek yaptın dimi?"
"Aman evladım brokoli çok faydalı. Biraz yemelisin!"
"Ben mi? Brokoli. Çok garip, anlamsız bir yemek o. Senin için anlamlı mı? Nasıl? Brokoli? İnanmam... "
Hiç olmadık şeyler yaparsın da, yaptığın o şeye hiç olmadık şeylerle karşılık verirdi insanlar... Unutmuşum... Şimdi dediğinde, ah pardon yediğimde anladım, brokoliyi!