- 662 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YAYLACILARIN BİR EĞLENCESİ
YAYLACILARIN BİR EĞLENCESİ
Tarım ve Hayvancılıkla uğraşan insanımız, kışlık evlerinin dışında mezra ve yayla evlerinde de ikamet ederler. İlkbaharda tarla ekimi ve çayırların koru edilmesinden sonra çiftçimiz, köy sınırı dışındaki mezra veya yaylalarına hayvanları ile birlikte göç ederler. Köylülerin birlikte toplu haldeki bu göçlerine “Yaylaya Çıkış” denir ve geleneksel bir törenle olurdu. Yayla evine yerleştikten sonra halk; çeşitli renk ve irilikteki çiçeklerle donanmış otlaklarda bir hafta kadar eğlenceli günler geçirirlerdi. Düz bir alanda toplanır; yerel halk oyunları oynar, güreş tutar ve yeşil çimenler üzerine serdikleri çeçimler üzerinde cemaatle namazlarını kılarlardı. Daha sonraları evin en kıdemli hanımı ile çobanlık yapan çocuklar yaylada kalır, diğer aile bireyleri köylerinin yolunu tutarlardı. Ardanuç-Yolağzı Köyümde ise yayla otlağı, köy çayırlarının sınırından hemen sonra başladığı için yaylamız köye daha yakındır. İşlerin daha yoğun olduğu hasat zamanında sabah köye gidilir, akşam yaylaya dönülürdü. Yaylada kalarak yağ, peynir, lor gibi kışlık ağartıyı hazırlayan ailenin bu kıdemli hanımına “Şaşort” denir ve ailede saygın bir yeri olurdu.
Resim-1 Kontroela Tepesi eteklerinden Yolağzı/Kontrom Köyü Yaylası ve aşağıda köyünün kısmen görünüşü.
Köyümüzün yaylası, Kürdevan/Çadır Dağı eteklerini diğer yaylalar ile paylaşır. Bize en yakın komşu olanlar, Hamurlu-Beratlı Yaylası ile İncili-Anaçlı Yaylalarıydı. Eskiden bizim köye daha uzak olan İncili-Anaçlı Yaylasına çıkarmışız. İkinci Kaçakaçlıktan yani birinci Dünya Savaşından sonra köylerine geri dönen köylümüz bugünkü yayla yerine yerleşmişlerdi. Burası köyümüzü yeniden kuran Kafkas Göçmeni dört ailenin ilk yerleştikleri Kontromela Tepesi’nin doğu eteğindedir. Diğer batı eteğinde ise Hamurlu-Beratlı Yaylası yer alır. Henüz köylerin şehirlere taşmadığı 1950’li yıllarda köyler ve yaylalar insanlar ile otlaklar ise koyun, keçi ve sığırlar gibi köylünün evcil hayvanları ile dolup taşardı. Bu bakımdan komşuların otlaklarını, çayırlarını evcil hayvanlar ihlal edince çobanları veya korucuları arasında kavgalar çıkar, insanlar birbirinin başını gözünü morartırlardı. Bu durumu gören yaylaların ileri gelenleri; komşu yaylaların halkının birbirlerine daha anlayışlı ve saygılı olmalarını sağlamak için bazı toplantılar düzenlerlerdi. Bu toplantılar genelde yaylaya çıkıldığı sıralarda veya dini bayram günlerinde olur, komşular birbirleri ile tanışıp sohbet ederken eğlenmeyi de ihmal etmezlerdi.
Resim-2 Yolağzı Köyü yayla evleri ve Yatak Otlağı’nın bir görünümü. Sağ tarafta ufukta da kayalık sırtın üstünde de İncili-Anaçlı Yaylaları görülmektedir.
Resim-3 Yolağzı/Kontrom Köyü Yayla evleri ve Çadır/Kürdevan Dağı’nın güncel görünüşü. Kürdevanı nerde görsek ağlarız./Biz gurbet elde ölü olan sağlarız
Bu toplantılar, birkaç gün önce halka duyurulur, genelde öğleden sonra köyümüz yaylası ile Hamurlu-Beratlı Yaylası orta yerindeki bir düzlükte halkın bir araya gelmesiyle başlardı. Herkes birbiriyle bayramlaşır, tanışır, sohbet eder ve yuva kuracak gençler de uzaktan uzağa olsa da hayat arkadaşlarını araştırırlardı. Yahut anneler evlenme çağına gelmiş oğullarına kız sarraflardı. Altın Halam genç kızlığı zamanında bu toplantının birinde dayısının kızları birlikte otururken komşu yayladan bir hanım Halamla ilgilenir ve dayısının kızına kimin kızı olduğunu sorar. Halamdan daha büyük olan dayıkızı, yüzünü buruşturup küçümser bir tavırla:
-O miii?..Deli Ali’nin kızıdur,Deli Ali’nin diye cevap verir. Aradan yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen Halam o anı hiç unutmamış ve yeri geldiğinde de üzüntü içinde bizlerle paylaşmıştır. Bu tanışma ve sohbet esnasın yöresel oyunlar oynanır, çocuklar ve gençlere güreş tutturulurdu.
Resim-3 Hamurlu-Beratlı Yaylalarının bugünkü görünüşü.
Çocukluk çağımda koyunlarımızın çobanlığını yaptığım için bu eğlencelerden mahrum kalır toplantıyı ablalarımdan öğrenirdim. İlkokul dördüncü sınıfa geçtiğim 1953 yılı yaz aylarında yapılacak toplantıya izlemeyi kafama koymuştum. Günü ve saati gelince sürümü “Emim oğlu” Rahmi Yüksel’e teslim ettim ve toplantı yerine çoban giysilerimle gittim. Kadınlar, erkekler ve çocuklar bir halka oluşturmuşlar orta yerde güreş tutan gençleri izliyorlar ve birbirleri ile sohbet ediyorlardı. Hamurlu ve Beratlı köylerinin her biri bizim köyden daha büyük olduğundan halkı da bizimkilerden çok daha kalabalıktı.. Üstelik ılıman iklime sahip ve her türlü meyve ve sebzenin yetiştiği bu köylerin halkı, bizimkilere göre daha varlıklıydı. Ayrıca Ardanuç-Ardahan şose yolu üzerinde ve uzun yıllardan beri öğretmenli ilkokullarına sahip olmaları nedenleri ile bizim köylülere bilgi ve kültür bakımından da fark atıyorlardı. Bizim köye ise öğretmen atanması daha bir seneyi geçmemişti. Bizler konuşurken ö ve ü gibi ince sesli harfleri kullanmaz yani öküz yerine okuz, üzüme de uzum der ve o köy çobanlarınca bu sözlerimiz alay konusu edilirdi. Ayrıca köyün ileri gelenlerine bizlerde Ağa diye söylerken onlarda Beg diye söylenirdi. O zamanlarda aralarında sadece küçük bir tepenin olduğu bu yerleşim yerleri halkının farklılıkları dikkat çekiciydi.
Toplantı yerine vardığımda güreşler devam ediyor, halk halka şeklinde toplanmış kimisi ayakta, bazıları da önde oturarak neşe içinde güreşleri izliyorlardı. Köylülerimin yanına sokuldum ve komşu köylüleri uzaktan izlemeye başladım. Birçokları bizimkilerden daha temiz giyimli hatta şehir giysili kravatlı tahsilli gençleri de görüyor ve gıpta ediyordum.. Bizim köyde ise Eğitmenimiz Gülpaşa Hocamızı saymasak orta öğretim gören Bahattin Pehlevan ile Astsubay olan Nuri Yasal dışında ilkokulu bile tamamlamış kimse yoktu. Bahattin sürüsünün peşinde, subayımızda görevinin başındaydı. Bunları düşünürken güreşler tamamlanmış, güreşenler de alkışlarımızla ödüllendi. Daha sonra komşu yayladan birisi, daha ilkokul çağına gelmemiş bir erkek çocukla orta alana geldi ve çocuğun çok güzel bir türkü okuyacağını yüksek sesle söyledi. Bizde de Emin Yasal sınıfta çekinerek utanç içinde güzel türküler söylerdi. Bu ufaklığın o kalabalık halk içinde nasıl türkü söyleyecek diye gülümserken ufaklık söylemeye başladı. Ama o da ne? Aman Allah’ım!..Ufaklık hem oynuyor, hem de el kol hareketleri yaparak tatlı gür bir sesle:
Makaram sarı bağlar loy
Kız söyler gelin ağlar.
Niye ben ölmüş müyüm loy,
Asyam karalar bağlar.
Lo bedre lo bedre,
Zülfün yüzüne perde.
Devriyeler sardı da bizi.
Meğer kaderim böyle.
Makaramda ipliğim loy,
Asyam benim kekliğim.
Hiç aklımdan çıkmıyor loy,
Tenhalarda gezdiğim.
Türküsünü noksansız ve güzel bir şekilde okumasın mı? Bizler hayret ve takdirle kendisi uzun uzun alkışladık. Adam çocuğun yanına geldi, kucağına aldı, yanaklarını öptü. Sonra Türkücümüzü omuzlarına aldı, alkışlarımıza karşılık veriyor ve bizlerin önünden geçerken de:
-Hadi!.. Kontromlular sıra sizda, var mı beyla bir yigidiniz? Diyerek meydanda dolaşmaya başladı. Gözlerim Emin’i ararken Hayrı Demirci Ağabey:
-Ola Fevzi çık, türkü söylemezsen de şiir falan oku, dedi. Ben de:
-Emin, nerde? Göremedim, onu çıkaralım, güzel okur dedim. Bu arada daha büyük bir çocuk çıktı, bir şiir ve bir türkü söyledi. Ancak ufaklık kadar ilginç değildi. Bu arada birkaç kişi;
-Hadi Kontromlular, sizin çocuklar şiir de mi bilmiyorlar? Diyerek kinayeli bir şekilde gülüştüler. Ben de birkaç şiir okumaya can atıyordum, ancak şaşırırsam alay edilirim diye çekiniyordum. Bu arada Hayrı Ağabey kızgın bir şekilde bana:
-Ola çık da bir şiir oku bari Köyünün şerefini kurtar diye bağırdı. Ben de yanına gittim. Kulağına “Matematikten karşıma çıksınlar” dedim. Hayri Ağabey sevinerek elimden tuttu, orta alana götürdü elimi havaya kaldırarak:
-Köyümüzün bu çocuğu; dördüncü sınıfa geçmiş Matematikten her köyden kendine birer rakip arıyor, var mı karşısına çıkacak? Diye yüksek sesle bağırdı. Bir sessizlik ve dalgalanma oldu. Sonra yaşıtım iki çocuk yanıma geldi. Daha sonra orta yaşlı, şehir giyimli birisi sınav için yanımıza geldi. Ellerimizi sıkarak başarılı olmamızı diledi ve aynı şekilde sınav olacak bizleri de tokalaştırarak birbirimize başarı diletti ve yüksek sesle:
“-Çocuklar biliyorsunuz Leylekler ilkbahar olunca yurdumuza gelirler, sonbahar gelip havalar soğuyunca da sıcak yerlere tekrar geri dönerler. İşte böyle bir göç esnasında; bir grup leylek, sulak bir yerde dinlenmekte olan diğer bir grup leylek ile karşılaşırlar. Yerde dinlenen leylekler havadaki leyleklere:
Ey!.Havadaki leylekler,leylekler!..
Bizleri de sıcak, sulu yerler bekler.
Gelin biraz dinlenin, sulanın hele,
Şansımız bizleri de sizlere ekler.
Diye bir istekte bulunur. Bu mesajı duyan havadaki leyleklerin lideri, yerdekileri saymış, birlikte uçmalarında bir engel görmemiş, ancak yoldaşlık için bilgi düzeylerini öğrenmek ister:
Ey!. Yerdeki leylekler, leylekler,
Sadece on fazlayız sizden bizler
Yüz on oluruz eklenirseniz bizle.
Kaçarız sizler, bizler? Kim söyler?
Diye bir soru sormuş. Şimdi siz bana yerde ve havadaki leyleklerin âdetini her biriniz kulağıma ayrı ayrı söyleyin, bakalım” Diye bir soru ile karşılaştım.. Ben bu şekilde şiirli bir soruyu hiç duymamıştım.. Şaşkınlığımı gidermek için soruyu tekrar ettirdim. Bu arada sınavcımızın köylüleri “İki bilinmeyenli denklem sorusunu bu çocuklar nerden, nasıl bilecek ki”Diye itirazları olurken öğretmenim Hasan Tekin’in “Bir şiiri anlamazsanız bir de nesir şeklini düşünün”sözünü hatırladım ve soruyu kavramaya başladım. Sınavcımız biraz bekledikten sonra:
-Soruyu kimler çözdü? Diye sorunca iki kişi el kaldırdık. Önce diğer arkadaşın sonra benim cevabımızı kulağını vererek fısıltı şeklinde dinledi. Sonra izleyenlere dönerek yüksek sesle:
-İkisinin de cevabı doğru. Ancak birisinin çözüm şeklini kabul edilemez buldum. Şimdi kendileri sorunun cevabını ve nasıl çözdüklerini sizlere yüksek sesle kendileri söylesinler, kararı sizler verin, dedi. Sonra arkadaşa dönerek:
-Kulağıma söylediklerini şimdi yüksek sesle tekrar et, dedi. Arkadaşın cevabı gerçekten doğruydu. Ancak nasıl çözdüğünü anlatamadı. Belki sorunun cevabını önceden biliyor veya bir yakının işareti ile bilmişti. Sıra bana gelince cevabı ve nasıl çözdüğümü kısaca anlatınca öncelikle şehir giysili ve sorunun zor olduğuna itiraz etmiş olanlar olmak üzere izleyenler:
-Bravo Kontromlu Çocuğa, diyerek alkışlamaya başladılar. Sınavcımız beni tebrik ederek elimi havaya kaldırdı ve alkışlayanları selamlayarak teşekkür ettik.
Alkışlar arasında yerime dönerken Hayrı Ağabey’e doğru baktım. Sevinç gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. Bir bakıma köyümüzün” Şerefini” birlikte kurtarmıştık.
Fevzi Durmuş
Yakacık, 02.02.2016
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.