- 1231 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Sultan
Oldum olası sevmemişimdir kalabalık bayanlar günü toplantılarını. Hani o ev sahibinin mutfaktan hiç çıkamadığı; her yeni gelen misafire dolu tabaklar içinde pastalar ve börekler sunduğu; kalabalığın ancak yanındaki oturanla sohbet fırsatı bulduğu toplantılar… Ya pasta çörek sevmediğimden ya da kaliteli sohbet fırsatım olmadığından, elden geldiğince kibarca reddederim bu toplantıları.
Yazık ki, bu kez çok aşırı ısrara yenik düştüm.
Giriş kapısından salona doğru göz attığımda, tahmin ettiğim manzarayla karşılaştım. Çok kalabalıktı oda. Ev sahibi de biliyordu huyumu. Gülümseyerek yer gösterdi. Kaçışım kolay olsun diye, kapıya en yakın yeri tabi ki…
Herkesle selamlaşıp yerime oturdum. Uzun süredir katılmadığımdan, görmediğim kişiler olduğunu fark etmem uzun sürmedi.
Salonun başköşesini vermişlerdi ona. İlk bakışmamızda gözleri hemen dikkatimi çekti. Gülümseyerek selamlaştık tekrardan. Çay ve pasta tabağım sehpama geldiğinde, bir baktım yanımdaki koltuğa geçmiş. İçimdeki ses, bana hikâyesini anlatacağını söylüyordu. “Bu kalabalıkta nasıl dinlerim?” diye düşünmeden edemedim. O an aklıma geldi; neden beni gören hikâyesini anlatıyordu acaba?”
Bir gün öyküsünü anlatan birilerine sormam lazım bunu.
“Kime benzettin beni?” diye sordu çayından ilk yudumu alırken. Gülümsedim; gerçekten de çok benzetmiştim Türkan Şoray’a. O simsiyah kocaman gözler, yüzündeki ifade… Sanki karşımda Türkan Sultan var gibi gelmişti o an. Belli ki sohbetimiz uzayacaktı.
-Türkan Şoray’a tabii. Çok kişiden duymuşsunuzdur.
-Evet, herkes söyler O’na benzediğimi; ama ben daha güzeldim. Kaderim kötüydü sadece.
Yaşı altmış civarı görünüyordu. Soramadım. Bayanlara yaşı sorulmaz ya… Devam etti konuşmasına.
-Belki o eski iyi günlerimde olsam şimdi daha güzel görünürdüm. Kaderimi yaşadım, çöktüm çökebildiğim kadar!
-Neler yaşadınız?
-Güzelliğimi fark ettiğim zamanlar, daha yaşım on altı bile değildi. Evimize beni istemeye gelenlerin sayısı her geçen gün artıyor; babam, anneme bir an önce evlenmem için sürekli baskı yapıyordu. Liseyi bitirmek istiyordum ben oysa. Evlilik daha sonraydı kafamda. Aslında gönlümü kaptırmıştım; ama bunu söylemek o yıllarda çok zordu. Okulu bahane ediyordum hep.
O yıllarını hayal etmeye başladım için için…
-Yaşadığım çevrenin en zengin, en yakışıklı çocuğuydu Ahmet; yani benim rahmetli.
Sohbetin bu kısmında hafif bir kahkaha attı.
-Bakma sen rahmetli dediğime. Ölmedi, boşandık sadece.
Bu sözü bana da kahkaha attırdı. Gariptir ki; ölüm sözcüğüne kahkaha atacağım hiç aklıma gelmezdi.
-Ne zaman, nerede görsem, gözlerimi ondan alamıyordum. Bakışlarım dikkatini çekmiş olacak ki, annesini gönderdi istetmeye. Lise son sınıftaydım. Okul bitmek üzereydi. Okul bahanem kalmamış, ayrıca gönlümün düştüğü kişi de beni istetmişti. Hemen kabul ettim. Ailelerin karar kıldığı tarihte evlendik. Çok mutluydum, çok şanslıydım. Yaşıtım olan tüm genç kızların hayalini ben yaşayacaktım.
O an düşündüm biraz. Belliydi sonrasının iyi olmayacağı. O devam etti…
-Evlendiğim zamanlarda, yeni gelinler, genelde kayınbaba evinde birkaç sene kalırdı. Ev kurmaya yeterince para biriktirene kadar yani… Oysa kendi evimi kurma imkânı verilmişti bana. Bu duruma herkes gıpta ile baktı. Evimin içi en güzel eşyalarla doldurulmuştu. Eşim, babası ile çalışmaya devam ediyordu.
“Eyvah!” dedim içimden. Fırtına başlamak üzereydi.
-İlk birkaç ay çok güzel geçti. Sonra eşim değişmeye başladı. Akşamları daha geç geliyordu. Nerede kaldığını sorduğumda ya cevap vermiyor ya da kısa cümlelerle geçiştiriyordu. Büyük kızıma hamileydim ve biraz da kilo almıştım. O geç geldikçe “Eşim beni beğenmiyor” düşüncesi içimi kemirmeye başlamıştı. Davranışları da bunu destekler gibiydi. Hamileliğimin sonuna doğru, çok büyük kavgalara şahit oldu evim. Eşim sürekli geç geliyor, geldiği zamanlarda da aşırı alkollü oluyordu. O halimle yediğim dayakları unutamam.
-Dayak ha!
-Yine böyle bir gecede doğdu kızım. Yediğim dayaklar bana gününden önce doğum yaptırmıştı. Karnımdaki çocuk da dayaktan nasibini almıştı yani. Ancak on beş gün yaşayabildi. Gelirse her şeyin düzeleceğini umduğum bebeğim de on beş gün içinde veda etmişti bana. Gözümün yaşı hiç kurumuyor, eşim her geçen gün daha kötüye gidiyordu. İki ay sonra, bir akşamüstü erkenden geldi eve. Kucağında bir bebekle…
-Neee!
Şaşkınlıkla ve hızla bağırmıştım. Kendi halinde olan diğer misafirler bir anda bize dönmüştü. Özür diledim; özel bir şey konuştuğumuzu, farkında olmadan bağırdığımı anlattım. “Biz az dışarı çıkıp hava alalım” dedim.
Dışarı çıktığımızda, gözlerimle merakımı belli ettim ki, o da hiçbir şey yok gibi anlatmaya devam etti.
-Ona ve getirdiği bebeğe şaşkınlıkla baktım. Ağlayarak af diliyordu. Ben hayatına girmeden önce sevdiği bir kız varmış, ailesi o kızı hiç istememiş. Eşim de mecburen ailesinin kabul ettiği kişiyle, yani benimle evlenmiş. O kızla da ilişkisini devam ettirmiş. O da hamile kalınca, ne yapacağını şaşırmış ve bana kötü davranmaya başlamış. Ona tuttuğu ev çok kötü, şartları çok zormuş. Kadın çok zor hamilelik dönemi geçirmiş. Doğum esnasında da hayatını kaybetmiş. Kucağındaki bebeğe baktım; sadece iki günlüktü. Sesimi çıkarmadan bebeği kucağıma aldım. Kendi çocuğumu kaybedeli çok olmamıştı. Ara ara sütüm geliyordu. O masum yavruyu emzirmeye başladım. “Bu kız, benim kızım” dedim bundan sonra. Eşim başını eğip odadan çıktı. Sonrasında üç evladım daha oldu. Hepsi de erkek… Mevla’nın bana nasip ettiği kız çocuğu bir taneydi. Kızım beni hep annesi bildi, ben de onu öz çocuğum gibi gördüm. Eşimin huyu çok fazla değişmedi. Hayatında başka kadınlar yoktu bu sefer; ama alkol almaya, bana ve çocuklara eziyet etmeye devam ediyordu. Çocuklar biraz büyüyünce ayrılık kararı aldık. Eşimin tek isteği, kızıma yine benim bakmamdı. Severek kabul ettim. Kızımdan ayrılmayı düşünmüyordum zaten.
O an içeri çağırdılar. Dışarıya çay vermekten usanmışlardı belli ki… Kaç bardak çay içtiğimi hatırlamıyordum bile. Tabağımdaki pastalara da hiç dokunmamıştım. O anlattıkça çok çay içtiğimi fark ettim. Salonun diğer köşesinde kucağında bebesi ile bana bakıyordu genç bir kadın. O kalabalığın içinde ne konuştuğumuzu anlamaya çalışıyordu sanırım. Az sonra yanımıza geldi.
Güzeller güzeli bebeğini Türkan Şoray’ıma uzatarak “Anne biraz kucağında tut, ben de çayımı rahat içeyim. Yeter sohbet ettiğin!” dedi, güya kızıyormuş gibi yaparak.
İşte o an bir kez daha anladım anneliğin doğurmakla değil, büyütmekle alakalı olduğunu.
Gerçek ana kız gibi hayata ve birbirlerine sarılmış, beraberce büyütüyorlardı kızının bebeğini.
GÜLHUN ERTİLAV
YORUMLAR
Her insanın bir ya da birden çok hikayesi vardır. Bu hikaye de Türkan Sultan'a benzeyen talihsiz -ya da aslında talihli- bir kadının hikayesi.
Hepsinden de önemlisi anlatım zenginliği ve öykünün finalindeki mesaj...
Kutlarım.
Nicelerine...
su_misali(Gülhun Ertilav)
Saygıdeğer Turgay hocam,
vefalı dost, vefalı kalemdaş, vefalı usta yazar
her öykümde konunun bam telini bulan vurgulayan ve beni hiç yalnız bırakmayan hocam
benim için çok değerliydi yorumunuz, katkınız
teşekkürlerimle
saygı ve hürmetler
Sevgili arkadaşım.
Sormuşsunuz ya '' Neden beni gören öyküsünü anlatıyor'' Diye işte onun cevabını vereyim kendimce.
Geçenlerde Beyoğlu'na gitmiştim. Baktım bir gencin elinde bir karton. Üzerinde ''İtinayla dert dinlenir'' Diye yazıyordu kartonda. Yani artık insanların dertlerini dinleyip bundan para kazanmak bir meslek olmuş)))))
Oysa siz hiç kimsedenh hiç bir şey beklemeden dinliyorsunuz onları. Ama sadece bu değil. Daha sonra öykülerini o kadar güzel anlatıyorsunuz ki sizin mekana heybemiz boş olarak girip, tamamen doldurmuş olarak çıkıyoruz.
Ve inanın eğer kendimde az buçuk yazma kaabiliyeti olmasaydı ben de öykümü size anlatırdım.
Selam ve sevgilerimle.
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkür ederim Sami Hocam
bazen bakışlar çekebiliyor demek ki kişileri bende de bu var herhalde
saygılar
Yüreğim bir nişangâh ve siz on ikiden vurdunuz her dem olduğu gibi
İnsanoğlu kendi benliğiyle kuşatılmış
Oysa kendimizin dışında milyarlar var yeryüzünde
Para değil ki, altı sıfır atasınız
Ne sorunlar var yaşamın imbiğinden geçen
Mensuplarını iğne deliğinden geçiren
Nihayet Hanımefendi
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza selam ve saygılarımla...
su_misali(Gülhun Ertilav)
"Ne sorunlar var yaşamın imbiğinden geçen
Mensuplarını iğne deliğinden geçiren"
öyle güzel özetlemiş ki yorumunuz öykümü
teşekkür ediyorum vefalı yüreğinize dost kalem
her dem saygı ve selamlarımla
Çok duygulandım. Öykü gerçek ve gerçekten çok duygusal.
Benim evlilik hayatımdan da beterleri varmış dedim.
Doğurmakla anne olunmuyor.
Benim küçüğüm kardeşim Nazife'nin de çocuğu olmadı.
Sonunda ona dayatarak bir çocuk alıp büyütmesini söyledik.
Benden tam on dokuz yıl önce dört aylık bir kız çocuğunu evlât edindiler.
Çocuk geldiğinde kardeşim beni çağırdı, çocuk bakmakta deneyimli olduğum için.
yeni doğmuş gibiydi, zayıftı. Gülümsemeyi bile bilmiyordu.
Gece gündüz yanında durup baktım ona. Üstelik doğuştan cilt rahatsızlığı vardı.
Şimdi on dokuz yaşında bir genç kız. ona evlât alındığını hiç söylemedik.
Hayat dolu, hiperaktif bir genç. Şimdi halasının yazlığına tatile gitti, bizlere
hakkınızı helâl edin diyerek.
Çok uzattım. Böyle hayatlar çok galiba.
tebrikler gönülden,
sevgilerimle..
su_misali(Gülhun Ertilav)
bir öksüzün, bir yetimin başını sevgiyle okşamak bile sadaka yerine geçermiş
Allah kimseyi anasız, babasız, evlatsız bırakmasın inşallah
değerli yoruma teşekkürler
sevgiler
Koca yürekli bir Sultanın öyküsünü.
Öykülerin Sultanından okumak...
Ayrı bir tat.
Ayrı bir lezzet.
Teşekkürler...
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkür ederim Bedri Bey, vefalı kalem arkadaşı
saygı ve selamlar
su_misali(Gülhun Ertilav)
:) a.slm abim
değerli yorumuna teşekkürler
selam ve saygılar her dem
su_misali(Gülhun Ertilav)
teşekkür ederim Kemal Bey
saygılar
İşte o an bir kez daha anladım anneliğin doğurmakla değil, büyütmekle alakalı olduğunu.
Evet bir anne olarak size katılıyorum Gülhun hanım.
Kaleminizin izlerinde hep ilginç konulara rastlıyorum, tebrik ederim.
Sevgilerimi bıraktım değerli dost...
su_misali(Gülhun Ertilav)
öykülerim hayatın içinden , ben onları değil onlar beni buluyor
teşekkür ederim değerli yoruma
sevgilerimle