Cin Kazanı - 9.BÖlüm -SON
"Allah’ım bize yardım et!"
....
Sinan senelerce hapis olduğu bir uykudan gözlerini açmaya çalışır gibiydi. Etrafı seçemiyordu. Başından süzülen kan dudaklarında kurumuştu. Ağzında değişik bir tat hissetti. Elleriyle gözlerini ovuşturmak istedi. Başaramadı. Elleri yerden tavanla birleşen kalın bir tahtaya arkadan bağlanmıştı. Gözlerini sıkıp bir süre öylece bekledi. Açtığında neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Ama iyi olmayacağından emindi.
Yarım dakika sonra göz kapaklarını kaldırdı. Görüşü daha netti. Karşısında gördüğü şey ile hayretler içine düştü. Ayağa kalkıp bağırmak istedi. Ama bedeni ve bağlı elleri buna müsaade etmedi. Hemen karşısında yere kanlarla çizilmiş şeytani yıldızın üzerinde Hande ve kızı Duygu dizleri üzerine çökmüş, ağızları bantlı bir şekilde duruyorlardı. Aniden Sinan’ın başı arkaya doğru çekildi. Saç diplerinde hissettiği acıyla dişlerini sıktı. Yusuf Sinan’ın saçlarını kavrayıp yüzünü görecek kadar geriye yatırdı. Sinan’ın yüzüne tükürüm başını ileri doğru ittirirken yüzünde birikmiş bir nefretin izlerini taşıyordu Yusuf.
Sinan başını silkeleyip bağırdı. "Ne oluyo lan burda. Hande! Sizin ne işiniz var. Onları neden getirdiniz lan orospu çocukları." Sinan etrafa salyalar saçarak bağırırken göz yaşlarına hakim olamıyordu. "Kızım... Kızım iyi misin?" Duygu ağzındaki bant yüzünden cevap veremese de başıyla onayladı.
Kapının açılmasıyla Sinan başını kapıya çevirip bayılmadan önce gördüğü ayakkabıyı bir kez daha gördü. Yavaşça karşıdan gelen adamın karanlığın içinden belirmesini bekliyordu. Bir kaç adım sonra Sinan gördüğüne inanamadı. "Allah’ım nasıl bi oyunun içindeyim ya rabbim! Muharrem hoca! Senin ne işin var burada. Bütün bu olanlar.... Bütün bunlar ne anlama geliyo lan. Çıldıracam. Hande neden burada. Kızım neden burada.? " Sinan avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Biraz duraksayıp devam etti. "Bana bak! Bana bak orospu çocuğu. Eğer onların kılına dokunursan Allah şahidimdir seni kimse elimden alamaz! Anladın mı lan beni! " Sinan bağırmasını bitirdiğinde Yusuf yavaşça Sinan’ın önüne geçip elindeki bıçağı pantolonuna sürterek Handeye doğru yöneldi.
Muharrem hoca Sinan’ın yanına gelip dizlerinin üzerine çöktü. Sinan’ın kulağına kadar yaklaşıp çenesinden tuttu. Soğuk sesiyle, "Hiç bir şey bilmiyorsun Sinan!" deyip çenesini diğer tarafa ittirdi. Ayağa kalkıp bir adım geri attı. "Senin baban olacak şerefsiz var ya. O şerefsiz... Benim hayatımı mahvetti. Benim oğlumu öldürdü. Ne için peki. Ne için Sinan. Para için. Toprak için... Kafanı çevir de Yusuf’a bak. Bak şu çocuğa! " Muharrem Hoca’nın gözleri dolmuştu. Ama daha fazla öfke vardı. Sinan Yusuf’un yüzüne baktı. Muharrem hoca devam etti; "Onu delirten benim. Her şey planın bir parçası. Yirmi yıldan fazla süren bir planın parçası. Ona bir Cin musallat ettim. Hemde en acımasızlarından. En korkusuzlarından. Sonra en yakın arkadaşını öldürttüm ona. Sonrasında senin bu dosyaya bakmanı sağladım. Zafer sayesinde. Zafer’e ne kadar güvendiğini biliyordum. Onun dediklerini sorgulamayacağını da. Ben de kullandım. Gözlerinde şaşkınlık görüyorum Sinan. Daha bitmedi...."
5 Gün Önce
Zafer Sinan’ın odasına telaşlı bir şekilde girip; "Sinan komiserim cinayet ihbarı geldi. Siz ilgilenecekmişsiniz."
Sinan doğrulup; " Ama benim başka dosyam vardı. Diğerleri ilgilenemiyolar mı a... Tövbe tövbe..."
"Hayır komiserim bizzat siz verildiniz göreve. Adresi şu kağıda yazdım." diyerek kağıdı uzatıp başıyla selamlayıp dışarı çıktı. Sinan da bir süre koltuğunda oturup adresi inceledikten sonra kalkıp olay yerine gitmek üzre yola koyuldu...
****
Muharrem hoca alaycı bir tavırla önce Sinan’a baktı ardından sigarasını ateşledi. Bir duman alıp devam etti; "E tabi sonrasında Zaferi de öldürtmek zorunda kaldım Yusuf’a. Ne de olsa cinlerden bir şey alırsın, bir şey verirsin. Neyse sonra önemli olan senin beni bulmandı. Benden önce gördüğün bütün hocalar, görünüp kaybolan şeyler, yaşadıkların... Hepsini ben sana yaşattım. Hepsi seni bana getirtmek içindi."
Sinan dehşete düşmüş bir şekilde dinliyordu kıpırdamadan. Muharrem Hoca’nın gözlerinin içine bakıyordu. Muharrem hoca sigarasından derin bir nefes daha alıp devam etti; " Baban benden hayatımı çaldı. Bir çocuğumu öldürdü. O günahsız bebeği cinlere verdi. Bende ne nefes bıraktı baban, ne de hayat... Her şeyimi aldı benden... Beni de öldü sandı o mağarada. Allah vere bilmediği şeyler de bildiklerinden azdı. Bi kızım kalmıştı bana. Ben de her şeyimi ona verdim. O gün babanın kalleşlik ettiği gün yeminimi ettim intikam almaya. Baban ben elimi sürmeden geberdi de gitti. Ama olmaz. Ben ondan alamadığım intikamı oğlundan alırım dedim. Onun da bir çocuğu ölecek de evlat acısı neymiş zehir gibi yayılacak kalbinde." deyip sigarasını yere atıp üzerine bastı. Handeye doğru yürüyüp Yusuf’un elinden bıçağı aldı Muharrem Hoca. Arkasına geçip bıçağı Hande’nin boğazında gezindirdi. Sinan’a bakarak; “Şimdi karının kanını şuracıkta akıtsam içim rahatlar mı Sinan!”
Sinan artık ağlıyordu. “Nolur dokunma ona. Dokunma.”
Muharrem Hoca araya girip, “Aaa.. Burada küçük bir kız da varmış. Yoksa onu mu öldürmeliyim. Yada ikisini de mi? Yoksa seni mi öldürmeliyim Sinan!” Bağırarak bıçağı Hande’nin boğazına biraz daha sert bastırdı. Sinan tam salyalar akan ağzını toplayıp bir şey söylemek üzereyken Muharrem, “Şşşşş…. Sakin ol Sinan… Merak etme. Kendi kızımı öldürecek kadar gaddar biri olamam..” deyip Hande’nin ağzındaki bandı hızlıca çekip yere fırlattı.
Sinan o anda beyninde vurulmuşa döndü. Gözleri kocaman olmuştu. Yutkunamadı. Ne diyeceğini bilemedi. Kekeleyemedi bile. Oracıkta öylece kalmıştı. “Na….” Muharrem hoca araya girip, “Dur sen zahmet etme Sinan. Nasıl olur diyeceksin değil mi?” Gülümsedi. Handeyi kolundan tutup kaldırdı. “Handeyle tanışman, onunla evlenmen tesadüf mü sanıyorsun. Sana beni anlatıp dururdu değil mi? Çok uzatmayacağım Sinan. Sonunda seni bana getirdi işte. Şimdi sen önce kızının ölüşünü izleyeceksin. Sonra da seni öyle bir halde öyle bir yere bırakacağım ki bir daha asla dönüşün olmayacak.” Muharrem hoca Yusuf’a göz ucuyla bakıp eliyle kitabı getirmesini istedi.
Sinan bütün bu duyduklarından sonra nefes bile almak istiyordu. “Sen nasıl bir adamsın. Şerefsiz!” Bağırıp çırpındı. “Çocuktan ne istiyorsun. O Hande’nin de çocuğu. Dilim varmıyor ama senin de torunun. Nasıl bir gaddarsın sen. Nasıl bir hayvansın orospu çocuğu!” Muharrem hoca gülümseyerek " bütün bunlardan sonra Hande bırak çocuğu, seni dahi hatırlamayacak. Çocuğa gelince de az önce dediğim gibi cinlerden bir şey alırsan bir şey verirsin. Bir taşla iki kuş….”
Muharrem Yusuf’a bıçağı uzatıp çocuğu işaret etti. Yusuf hiç tereddüt etmeden bıçağı alıp Duygunun içinde durduğu yıldıza girdi. Yıldızın her köşesinde tılsımlar vardı. Ve uçlarında da yarıya inmiş mumlar duruyordu. Muharrem hoca Handeyi tutup kenara çekti. Mırıldanmaya başladı. O sırada Yusuf’un göz bebekleri irileşti. Sanki başka birinin kontrolüne girmiş gibi hareketler yapıyordu. Etraf bir anda seslerle doldu. Uçuşan karartılar yıldızın etrafında daireler çiziyordu. Yusuf, Duygu’nun boynunu yıldızın ortasına doğru eğip bıçağı boğazına dayadı. Duygu hiç çırpınmıyordu. Sinan hiçbir şey yapamamanın verdiği çaresizlikle gözlerini kapattı. “Allah’ım bize yardım et!”
Muharrem araya girip, “Ne o Sinan. Bu zamana kadar aklına gelmeyen Allah’ın mı sana yardım edecek.”
Sinan oralı olmadı. “Allah’ım n’olur yardım et bize!”
Yusuf bıçağı biraz daha bastırdığı sırada duygu kapattığı gözlerini bir anda açıp Sinan ile göz göze geldi. “Baba!” Bu ses Sinan’ın ciğerlerini paramparça etmişti. “Kızım…” diyebildi..
Yusuf eğildiği yerden kalktığında yıldızın içine hapsedilmiş boğazı kesik bir ceset vardı. Kanlar yıldızın her köşesine yavaşça yayılırken Sinan bir kez olsun bakmaya cesaret edemedi. Gözlerinden akan yaşlar yerin tozlarını bulandırıyordu. “Allah’ım neden!”
Muharrem Sinan’ın arkasına geçip ipleri çözdü. Sinan’ın kolları hiç gücü kalmamışçasına yere düştü. Muharrem kollarına girerek Duygu’nun cesedinin yanına, yıldızın içine sürükledi. Bir çuval gibi Sinan’ı bıraktı. “Bak Sinan. Kızının cesedine bak. İyice bak!” derken bağırıyordu. Sinan Muharrem ile göz göze gelip, “Sen nasıl bir şerefsizsin. Hayır hayır… Sen insan değilsin. Sende hiç mi vicdan yok. Hiç mi Allah korkusu yok!”
“Sende de olmayan şeyler için bana laf mı yetiştiriyorsun Sinan. Özellikle şu durumda. Şimdi seni almaya geldiklerinde gerçek korkuyla yüzleşeceksin. Hazır mısın?” derken arkasını dönüp dizleri üzerine çöküp mırıldanmaya başladı. Aynı kelimeleri tekrar ediyordu. Her seferinde daha fazla yükseliyordu sesi. Eş zamanlı olarak içerideki fısıltılar artmış, Yıldız sanki Sinan’ın bedenini sıkmaya başlıyordu. Gittikçe daralan bir hava akımının ortasında hissetti kendini Sinan. Etraf birden karanlık oldu. Bütün mumlar sönmüştü. Sinan sırtında bir yük hissetti. Ardından gelen sıcak bir nefes…. Derin soluma sesleri. Arkaya dönmeye cesaret edemedi. Başını kaldırdığı sırada karşısında beliren şeyin onu almak için geldiğini anlamıştı. Dudakları çenesine kadar sarkan, dişleri irili ufaklı bir şey… Derisindeki etler dökülür gibiydi. Gözlerine bakmaya cesaret edemedi Sinan. Bu dünyadan kelimelerle anlatılabilecek gibi bir korku değildi. Çaresizce sona gelmeyi bekliyordu. Gözlerini kapasa da gelen o şeyi görebiliyordu. Kaçacak hiçbir yeri kalmamıştı. Üzerinde yoğun basınç hissetti. Kemikleri kırılacak gibiydi. Başında hissettiği sıcaklığın cinin eli olduğunu fark etmesi uzun sürmedi… Derin bir karanlığa doğru çekilirken daha fazla ne olabileceğini hayal bile edemedi Sinan.
Etraf durulmuştu. Sanki her şey bitmiş gibi hissetti. Garip bir şekilde rahatlamıştı. Gözlerini açmaya ne kadar korktuysa da bunu yapmalıydı. Cesaretini toplayıp gözlerini araladı. Etraf kızıldı. Gün batımı gibiydi. Gözlerini tamamen açınca etrafta hiçbir şey olmadığını gördü. Ne bir ağaç, ne bir ev.. Ne de bir yaşam belirtisi… “Burası neresi!” diye düşünmeye kalmadan karşısında beliren uzun boylu etleri yer yer dökülmüş, parmaklarının ucunda ateşler yanan, boynu yarım metre kadar uzun elleri neredeyse ayaklarına değecek kadar uzun bir yaratık gri gözlerini Sinan’a yaklaştırarak,
“Artık sen benimsin!”
Son
Bahattin BERKDİNÇ