Kapitalizmde Yaşam
istemeyen de
köle olabilir kapitalizmde
Zaman zaman basında, daha çok da televizyonlarda açık otrumlarda, genel ekonomik gelişmelerle ilgili ya da dünya sorunları üzeri konuşma sırasında «kapital sistem» diyor, sisteme, sistemin akıllı kişileri. Herşeyin en iyisini kendilerinin bildiğini ima eden tavırlarıyla konuşuyorlar. Diğer yandan böyle yapmakla daha yumuşak olacağını ve daha az direk olmasıyla da, -eşitsizlik, haksızlık, sömürü, savaş- gibi, kötü şeylerin anlaşılamayacağı hesap edilen ihtimallerden biri olabilir. Bunu böyle yapmayı bir ibadet gibi kabul eden görüşe göre: her şart altında sistem sorgulanmamalı, en azından sorgulanması egellenmeli. Böylelikle sistemi gönüllü savunmayı üstlendiklerini göstermeye ve efendilerine de (sermaye) kendilerini böyle göstermeye canatıyorlar.
Dünyanın her yerinde küçük imtiyazları olan bu kesimler, bu imtiyazlarını kaybetme korkusundan, siyaha “beyaz” demeye de hazırlar; diyorlar da. Yani, sanki eşitsizlik, insan sömürüsü ve doğanın talan edilmesi normalmış gibi göstermeye çalışıyorlar.
Almanyada ayrı bir kutsallıkla yapılıyor bu. Hatta dünya ortalaması göz önüne alınırsa, almanyada olduğu kadar sisteme sadık ve tapan, gönüllü köleliği benimseme kültürü nerdeyse yoktur. Kapitalizm almanyada tabulaştırılmış, kutsal sayılıyor ve dokunulmazlıkla korunmaya çalışılıyor. Kapitalizmi, sömürüyü ve savaşı sorgulamamaya özen gösterirler hep.
Medya, dünyada ve ülkede genel ve güncel gelişmelerle ilgili, hiç de az olmayan açık oturumlar düzenlemekte.
Ama orada sadece suni bir heyecan yaratmak için göstermelik tartışmalar yapılıyor.
Tartışmaları düzenleyen moderatorlar «Hollywood» yıldızları gibi, daha çok kadın.
Moderator kadın sanki bir kraliçe gibi zarif ve çekici, sanki toplumu kendi yaratmış gibi tanrısal edayla ve kendini beğenmiş halde, ezberlediği soruları, kesin belli olan çerçeve içinde kalarak misafirlere kurnazca soruyor. Bu, model moderatorların, genel insani durumlar üzeri bir düşüncesi olması, daha doğrusu ona ilgi duyması bile düşünülemez. Onlar için önemli olan görüntüde olmak, tanınmak, özel moda şeyler giymek, para kazanmak, aktuel kalmak, kendine tapmak. Model moderator konuşmalar sırasında, daha biri sözünü bitirmeden onun sözünü keserek, başka birine söz veriyor. Bu söz kesme işi, esas iş gibi, hatta, akıllılık belirtisi gibi algılnması isteniyor. Bazı durmlarda, direk ve doğru birşeyler söyleyen veya söylemeye cesaret eden biri olduğunda ise, ona konuşma fırsatı hiç vermemeye çalışılıyor.
Tartışmaya katılanlar çeşitli kesimden gelenlerden oluşuyor ve, onların hiç birinin de parasal bir sorunu olmadığı kesin sayılır. Hatta krizlerden de pek etkilenmezler. İyi evlerde, ya da villada oturanlar vardır içlerinde.
Yine de kendilerini herşeyin en iyisini bilen akıllı sayarlar. Ayrıca kendilerini toplumun üstünde görürler ve böyle bir yaşantıyı hak etiklerine de inanırlar. Topluma ve yoksul olanlara karşı küçümsemeyle birlikte tiksintiyle bakarlar. Yalnız açık ortamlarda oldukları sıralar biraz dikkat ederler söylediklerine. Hatta iş olsun diye humanist düşünceler ortaya atmaya bayılırlar. Aslında ise akılca yozlaşmıştır bunların çoğu. Çünkü onlar yaptıkları işleri, -kötülüğü-eşitsizliği, insanın sömürüsünü, tabiatın tahribini, savaşı, haksızlıkları da hiç sorgulmazlar aslında. Her şeye kendi görüşleriyle bir tür savunma bulmaya çalışırlar. Bakarken görmemeyi, yerine göre duymamayı, susmayı da ezbere bilirler.
Diğer yandan toplumda, az parayla ya da hiç parasız, işsiz, nasıl yaşanır? Bu konuda ancak masal‘a benzeyen uyduruk saçma görüşe sahiptirler. Konuşmalar hep aynı çerçeve içinde kalınarak yapılır. Yani kutsal gördükleri kapitalis sistem hiç sorgulanmamalı. Aynı çerçevede kalınmasını ise moderator zaten kontrol ediyor. Bu da onların oradaki esas görevleri içinde olmalı. Çözüm önerileri ve bu konuda ortaya atılan görüşler nerdeyse hep aynı. Sistem hep sorunların dışında tutulmalı, tutuluyor da. Yani konuşulan konular üzeri görüşleri ve düşünceleri filitresiz tercüme edersek, insan kiralama ücreti fazla olduğu için ekonomi zorlanıyor. İşverenlerden hiç vergi alınmamalı, (alınıyor mu?) Çalışanlara -aç kalma ücretinden başka- hiç bir sigorta ödenmemeli. Hatta çalışma karşılığı bir çorba bile yeter onlara. Patronlar nasıl isterlerse öyle yapsınlar. Devlet finans‘ın direk kontrolünde olsa da, daha fazla daha fazla patronları savunmalı. Herşey Pazar ekonomsi için.
Bu kötü gidişe karşı, onurlu bir şekilde direnenler olduğunda ise, hem politikanın hem de basının sistemli saldırılarının ve kötüleme kampanyasının hedefi oluyorlar.
Diğer bir durum ise, hangi renkten hükümet gelirse gelsin. Hükümetin -bütün hükü-metlerin- her zaman hedef aldıkları şeyler, insanların hakkı, çalışma hakkı, yaşama hakkı, okuma hakkı, düşünme hakkı, emeklilik hakkı ve daha diğer bütün sosyal haklar yavaş yavaş ortadan kaldırma çalışmasına başlamaktır. İnsanın temel ihtiyaçları olan, sağlık, yemek ve yatacak bir yer, gittikçe lüks olmaya vardırılıyor. Böyle kötü duruma itilen insanların, bu aşağılık durumu kabul etmelerini ve ses çıkartmamalarını tavsiye ediyorlar bir de.
Politik aktörlerden başka, entellektüel zavallı kimselerin de burda bir haksızlık göreme-meleri şaşacak bir şey yok.
Onlara göre, sürü için- en önemli sayılan sade çalışmak. -iş varsa tabii- Ücretli, ücretsiz, yağlı, zehirli, üç vardiye, beş vardiye, on vardiye, sadece kutsal pazar -anavatan pazarı- endüstri için var olmak önemli olan.
Çalışmak kutsaldır. Bu, bir çorba karşılığı olsa da. Çalışmamak ise -iş olmasa bile- toplumsal bir suçtur. Her çalışmayan kişi sessizce bu suçu kabullenmelidir. Bundan dolayı, iş bulma kurumlarında ve insanların yardım dilenmeye mecbur edilen dairelerde yeleştirilmiş elemanlar, işsizlerle istedikleri gibi oynanmalı, oynatılmalı, aşağılanmalı, ve suçlanmalılar. Onları aşağılamaktan, kişisel de belli zevk alabilirler. Keyfi davranabilirler. Onalara yaşamlarını zehir edebilirler, etmeleri için paragraflar ayarlanmıştır.
Bundan başka sürü için üretilen kültür çok önemli. Sayısız fimacıklar bu konuda birbiriyle yarışmakta. Sürü için üretilen bu kültür içinde, insanları ve onların çocuklarını baştan çıkarıcı, özendirici, aptallaştırıcı, yozlaştırıcı, kışkırtıcı, ırkçılaştırıcı, aşılayıcı, ve daha bir sürü ayrıntılar eklenebilir bunlara. Yozlaştırıcı «kültür» ile toplumu şu hale getirmek istiyorlar:
Partileri kaçırmayan, eğlenceler peşinde koşan, izin, alkol, seks, çılgınlık, her fırsatta aptalca kahkaha atan; ama görmeyen, duymayan, soru soramayan ve sorgulamayan, karşı çıkmayan, değiştirmek için çalışmayan, gerçeklerden kaçan, sürü halinde yönlendirilebilen, iradesiz, korkak, uyuşuk ve aşırı bencil.
Öyle suni bir atmosfer yaratılıyor.
Aslında ise, o sahte hoşnutluk iyimserlik ve mutlu gibi insan maskesinin ardında, mutsuz, endişeli ve korkak bir kişilik gizleniyor.
Sonuç, hangi hükümet gelirse gelsin, değiş-meyen bir şey, yaşamak her yönden saldırı altında. Kira, elektrik, doktora gitmek, dişini yaptırmak, insanın en temel gereksimleri çoğunluk için gittikce imkansız hale gelmekte.
Gelip giden hükümetlerden hangisinin toplum için iyi bir şey yaptığı görülmüştür ki?. Kapitalizmde adalet, sadece sermayeye var. «adalet mülkün temeli kabul ediliyor“. Almanyada, hükümet-mualefet ve tekel-banka yöneticileri, emeklilik lüzumsuz ve masraflı görüldüğünden tamamıyla kaldırılsın istiyorlar.
Yani onların görüşüne göre insanlar ölene kadar çalışmalı. Ya da çalışarak ölmeli.
Kölelik, bundan 145 yıl önce, 1865 yılında bütün dünyada resmi olarak kaldırılmıştı. Ondan sonra, yeni, yani modern kölelik devam etti. Günümüzde olduğu gibi değişik kılıklarda devam ediyor. kölelik.
Şu an amerikada uygulanan yeni bir duruma göre, kölelik yeniden resmileştirilmek iste-niyor gibi. Buna göre: özel yatırmcılara kendi hapisanelerini yaptırmak kanunen mümkün artık amerikada. Bu hapisanelerin doldurulması ise polisin, savcının ve hakimlerin ortak çalışmasıyla mümkün oluyor. İşsiz sonra da fakir olanları, küçük «suç“lardan hemen hapisanelere gönderilmekteler. Orada zincirlere bağlanarak günde oniki saat zorla çalıştırılmaktalar.
Büyük tekeller, sigortalar, bankalar, herkesin tanıyabileceği internasyonal firmalar da, bu köle çalıştırma işi için yatırım yapmakta ve kendi özel hapisanelerini açmaktalar. Hapise girmek için ise suç işlemek de gerekmiyor artık. Basit birşey yetiyor. O basit şeyin ne olacağını seni götürmek için gelen polis belirliyor. Polis, semtlerin sokaklarında köle olacak kişileri arıyor ve uygun olanları toplayıp özel hapisanelere yolluyor. Tabii ki polis, yaptığı işin karşılığı olan küçük primini de alıyor herhalde. Bu prim, (yem) insanın zayıf yanı, hem korku boyun eğme hem de basit bir şey karşılığı onurunu satma, bu durum her yerde ve her alanda görülüyor.
Hukuksal bir sorun da yok. Hukuk paranın emrindedir. Bu yöntemle ABD, fakirliğe ve işşizliğe, yine, kapitalizme uyan ve ona yarar sağlayacak bir şekilde çözüm getiriyor. Aynı zamanda diğer kapitalist devletlere de örnek oluyor.
Şu andaki zamanda 2010 ABD‘de, 2,3 milyon insan hapishanelere yatmakta olduğu bildirimekte. Son yirmi yılda, bin tane hapishane yapılmıştır. Senede 50 tane daha yeni hapishane yapılıyormuş. Her sekiz dakikada bir kişi için hapis kararı verildiği bildirilmekte. Bu hızla devam ederse, 2040 yılına kadar, ondokuz milyon hapsedilmiş insan olacak deniyor.
Kapitalizm ve onun kültürü hızlı bir şekilde batıyor. Batarken insanlığı da birlikte çekiyor kendi derin karanlığına doğru. Asıl anlaşılması gereken bu. Ama bunun tamda böyle anlaşılmaması için dünya çapında yanıltıcı yayınlar.
Zamanla hızlanan bu çöküş, gittikçe bir çığ gibi büyüyerek insanlığın üstüne üstüne gelmektedir. Bunun sonucu, nasıl olacağı da kesin olmamakla birlikte bu kültürün ve onun eşitsizliğinin, sömürüsünün ve onu haklı çıkartma kültürünün, insanlığa yüklediği çılgınlığın, korkunun, açlığın, hastalığında; bu kültürü hiç birşeyin çöküşten kurtaramıyacağı kesin. Bu sancılı çöküşe doğru giden zaman çok acı olacaktır insanlık için.
Yakın bir zamanda avrupada da, ABD‘de ki olduğu gibi, deneme ve aynısına benzer uygulamalar başlayacağı nerdeyse kesin sayılır. En başta bunu almanyanın yapacağı ise büyük bir olasılıktır. Çünkü almanya mutlu bir devlet sayılır. Almanyada toplum «devleti» seviyor. Sendikalar da devleti seviyor. Sendikalar her zaman hükümetlerle ortak çalışıyorlar. Bu anlayışa göre kapitalizm kutsaldır. Sadece Almanya’da bu kussallığa dokunulmaz. Tabu. Bu kutsallık tabulaştırılarak korunmaya çalışılıyor. Almanyadaki politik aktörlere göre, ortadaki bütün kötü sorunlar -sorun var ise- kominizmden. Bir de dünyada barış ve hak isteyenlerin diretmelerinden çıkıyor.
Barış, özgürlük ve diğer insan hakları isteyenler; kısacası hak isteyenler sorun yarartıyorlar. Diğer yandan almayada, grev, direnmek, karşı koymak, simtemin hastalıklı isteklerine tepki göstermek gibi şeyler bilinmez, tanınmaz.
mutlu devlet üzerine
Mesela alman devleti mutlu bir devlet sayılır. Almanya’da devlet ve onu kısa bir dönem yömetmek için dreksiyonu tutabilen, ya da bu dreksiyonu eline tutuşturulan hükümetler, bütün işlerini rahat rahat yapabiliyorlar. Yani, direksiyon hükümetin eline verilmeden önce, devletin esas sahipleri, dreksiyonun emanetini hükümet denilen oyunculara verirken, oyunun kurallarını da onlara bildirmiş oluyorlar zaten.
Yine de o, hükümeti oluşturan oyuncular ve, muhalefet-miş, gibi oynayan diğer oyuncular sahnede topluma dönük olarak, yaptıkları politik demogojide, aslında haklı gösterilmesi olmayan, imkansız şeyleri, haklı göstermeye bir tür savunmaya çalışmaktalar. Politika ve politik oyuncular olmasaydı toplumun ve tek tek insanların yaşamı daha zor olurdu her halde. Onlar olmasaydı, haksızlık, adaletsizlik, sömürü, ve işe yaramayan şu -sürü için- sözde özgürlük de, çırılçıplak ortada olacaktı o zaman. Bu manzaraya nasıl dayanırdı insanlar?
Alman toplumu «devletini» çok seviyor. Bundan dolayı toplum, kendinden istenilen herşeyi veriyor ve yapıyor. Yukarıdan gelen her tür -gülünç derecede de olsa- istekleri itirazsız kabul ediyorlar. Bir asker disipliniyle. Yukarıda oturan akıllı kişilere sarsılmaz bir saygı besliyor toplum. Bu aşırı saygı sürüyü zaman zaman karanlık işlere götürmedi de değil. İleride gerek duyulduğunda, sürü için yeniden anavatan denildiğinde, durumlar değişebir ve o coşkuyla yine kimblir ne utopiler yaratılır.
Bu anlayışa göre: suçlular kurban, gerçek kurban ise suçlu durumunda görülüyorar.
Ses yok. Bunun nedeni, toplumun herşeyi kabul eden bir geleneği olması olabilir. Takipçilik geleneği bu toplumun başına az işler getirmemiş olsa da, toplum, boyun eğmekten ve takipcilikten kurtulamamıştır. Toplum devleti‘ni çok seviyor nasıl oluyorsa. Devleti yöneten hangi hükümet olursa olsun, gelen her emiri ve isteği yerine getriyorlar.
Tekellerin istediğini hükümet, hükümetin isteğini ise toplum hemen kabul ediyor. Buna, kiliseyi, sendikayı ve başka isteği olan diğer kurumlar da eklenebilir. Toplum her şeyi veriyor.
Ev kiralarının, elektriğin, otobüs, tren ve metro biletlerinin periyodik şekilde artmasına da ses çıkartmıyorlar. Bu toplumun kabul edemiyeceği bir şey var mı? Büyük patronlar ve hükümet aralıksız yeni yeni isteklerine devam ediyorlar ve, her istediklerini de bir bir de alıyorlar.
İleride yeni bir sahte kral getirme isteği de olabilir. Aslında ise kral gelmeden de kırallık olabiliyor. Hatta bazı alanlarda olmaya başladı bile.
Ne iyi, ne rahat.
Almanya’da az bulunan güneşten ve havadan, daha henüz para alınmamakta. Onun dışında, evden adımını dışarı attığın andan itibaren para ödemeye başlıyor insan.
uykuda
Toplumun birşeye aldırış ettiği yok. Şikayet ettikleri durumları var ise de bu duyulmuyor kendi aralarında konuşuyor olabilirler, kim bilir. Ses çıkartmama alışkanlığından başka, gösterilen yere yürümek alışkanlığı da var.
Grev yok, genel grev diye birşey tanınmıyor Almanya’da. Alman sendikalar tekeli ise, grev yerine, hükümetin ve patronların güldüğü «uyarı grevi» yapabileceklerini bildiriyorlar, ya da bir kaç saatlik yapıyorlar. Bu «uyarı grevi» alman sendikasının icadı olmalı. Patronlara şaka olsun diye, onları güldürmek için yapıyorlar bu «uyarı şakasını”.
Dünya patronları içinde alman patronları kadar rahat ve şımarık patron yok. Çünkü istekleri her şeyi alıyorlar. Büyük patronların tutma sözcüleri basın açıklamalarında develtten parasız insan çalıştırmanın yasallaşmasını istediklerini açıklıyorlar. Bunun da dünya pazarında daha iyi rekabet yapabilmek için zorunlu olduğunu iddia ediyorlar. Pazar kanunuymuş bu. «Bu sömürü yarışının reka-beti, dünyanın sonunu getirene kadar sürecek» onlara kalsa.
Komşu fransa toplumu ve onların sendikaları, almanlar için kötü örnek oluyor mu? Hayır! Alman toplumu orada olanları da pek önemsemiyor. Almanlara göre fransızlar grev ve yürüyüş yapan bir toplum. Belki de bu kötü bir fransız mentalitesi olabilir. Sade alışkanlıktan ve kaşıntıdan yaptıklarını düşünüyorlar. Fransada uzun süren genel grev olurken, Almanya’da açık oturumlar düzenleniyor ve fransızların bu kötü alışkan-lıklarının nedeni, bilir kişilerce analiz ediliyor. Sonuç olarak bu durum Almanya için bir tehlike yaratmaz kararına varılıyor. Doğru.
yeni planlar
Bu rahat ortamda hükümet, çalışan ve çalışamayanlar için yeni ücret ve yaşama politikasını iyice açıktan yapmaya hazırlanıyor. Artık üstü kapalı politikanın da üstü yavaş yavaş açılmakta. İşveren temsilcileri hükümetin kabul ettiği düzenlemeleri mem-nuniyetle karşıladıklarını belirtmekteler.
Buna göre, işsizler için toplama kampları açmak gerekiyor. Bu her eyalette en az bir tane yapılmalı. Kamplara yerleştirilen topluluk, istenilen yerde ve istenilen her amaç için kullanılabilmeli. Kamptaki yaşam dışarıya yansıtılmamalı. Köleye ihtiyacı olan işverenler eyalet hükümetine müracat etmeli.
Başka bir öneriye göre, işsizler pazartesinden cumaya kadar sekiz saat boyunca evden çık-mamalılar. Yine başka bir öneri, işsizlere aynı tip elbise giyme zorunluluğu getirilmeli. Elbisenin sırta gelen kısmına "ben tembelim ve suçluyum" yazılmalı. Elbisenin çizgili olup olmayacağı ise daha düşünülmekte.
İşi olmayanlara ve fakirlere karşı gittikçe sertleşen kanunlar. İnsanı felç eder hale gelmiş bulunmakta. Kapitalizm insanlığa kara bir leke gibi yapışmakta.
Daha Nereye?
Pazar ekonomisinde pazarı olmayan bir şey var mı? Yok. Pazar ekonomisinin gelişmeye başladığı (orta çağ sonrası) zamandan bu yana, her şey alınır satılır hale getirildi. İnsan da bu gelişme içerisinde, alınan, kullanılan ve hatta satılan bir pazar malına dönüştürüldü. Yani yüzyıllardan beri insan da bir pazar malı gibi değerlendirilmiştir. O zamandan bu yana insan herşeyini satmıştır. Satmak zorunda da kalmıştır.
Pazar ekonomisinde, (kapitalizm) ormanlar denizler ve gökyüzü de, savaş da bir pazardır. Savaş bir pazar alanıdır. Bu alanda uzun vadeli planlar, hesaplar ve yatırımlar yapılmaktadır. Savaş, yatırımcılara büyük kar getiren bir eylem olduğundan, savaş «kötü sayılsa da» yine de kötü görülmemesine, savaşın zorunlu, kaçınılmaz, hatta acı ama, normal kabuledilmesine çalışılmalı. (öyle de yapılıyor) bu durumda, geri kalmış ülkelerin satılık bürokraslerini rüşvete doyurduktan sonra, büyük borçlandırmalarla silah satılmaktadır. Bu yalaka devletleri bir kukla gibi ellerinde oynatmaktalar.
Rüşvet, tehdit, askeri darbe, suni ayaklanma da dahil, yapılmayan hiç bir şey kalmadı. Bu devletler borçtan hiç kurtulmamalı. Geri kalmış bu devletler, büyük kapitalist devletlerin çöplüğü durumundalar. Gerektiğinde onları komşu devletlerle savaşmaya zorlama da var işin içinde. Yani, geri kalmış devletlerin yalaka, satılık ve rüşvetçi bürokrasisi, emperyalist devletlerin elinde bir oyuncaktır.
Bu yüzden, savaşlar, yoksulluk, açlıktan kırılma, konturolsuz nüfus artışı, tahribedilen tabiat, yaşanılan felaketi daha da büyütmekte.
İnsanlık er yada geç, yeni bir yol aramak zorunda kalacaktır. Gemi batmadan buna zaman kalırsa?
Bundan başka, doğanın ve insanın en yüksek oranda sömürüsü, temel alınmıştır pazar ekonomisinde.
İnsanların sefaletinin yanı sıra, şu an içinde bulunduğumuz zamanda, ormanların ve denizlerin ne halde olduğu ortada. Herşey güç, sınırsız kazanç, hakimiyet ve sahip olmak için yapılıyor. Bütün bunlar yapılırken, diğer yandan da bunları haklı gösterecek, en azından anlaşılmasını zorlaştıracak bir kültürün yaratılmasına önem verilmekte.
Bu iş en başta politik bürokrasiye ve vicdanı-inancı temsil eden kurumlara devredilmekte.
Medya ve tüm kesimlerin elbirliği ile her şeyi öyle karıştırmalı ki, kimse bir şey anlamasın. Bu yöntemle toplumu etkin bir şekilde zehirlemeyi başarıyorlar. Bu işlerin nasıl yürütülmesini gerektiğini politik yapı belirliyor. En iyi yanıltmayı onlar bilir. Hatta bilmek zorundalar. Bunun karşılığını bir tür alıyorlar.
İkiyüzlülük önemli bir mesele değil onlar için. İki yüzlülük, insan özelliklerinden sadece birtanesidir. Bu bilinir. Onlar anlattıklarının ve yaptıklarının en az bir kısmının doğru olduğuna da inanırlar herhalde.
Elbette en önemlisi bu bürokrat sürüye tanınan imtiyazdır. İşin sırrı ordadır aslında. Aldıkları aylık çekleri ile zaten ortalamanın üstünde bir yaşam sürdürebilirer. Bundan başka lüks restoranlarda yemek, otel, en az iki farklı yerde evi olması, özel firmalarda çalışmak, ya da çalışıyor gibi yaparak yan gelir elde etmek, hepsi de normal bir durum. Ayrıca bir çok başka alanlarda rüşvet alma imkanları da vardır. Bu avantajını kullanmayan bir politikacı nerdeyse yok sayılır. Sadece, çok abartıldığı ve dışarı sızdığı zaman, kısa bir ara mola vermesi gerekli olabilir. Başka hiç bir şeyin olmadığını ve olmayacağı da bilinir. Kanun ile bu garanti altına alınmıştır.
Politika kapitalin yüzde yüz hizmetindedir. Bu nedenle, onların bir çok alandaki imtiyazlarına göz yumulmaktadır. Politik atmosfer öyle yansıtılmalı ki, sanki, politika bütün toplumun her kesimini kapsıyor ve aynı zananda eşitlikten yana gibi görünmeli.
Parti renkleri ile sadece kafa karıştırmalı.
Bu kadar imtiyazı olan politikacı, insan ne yapmaz ki? bu imtiyazların devam etmesi için. Rüşvete ve imtiyaza karşı insanın önemli bir zayıflığı olduğu bilinir ve bu da her fırsatta kullanılır.
birinci bölüm.
devam edecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.