- 2370 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Koca Kulak Türbesi
Hıdrellez her yerde kutlanır ama Ege’de bir başka olur bu kutlamalar. Herkes kendi bütçesine göre uzak, yakın mesire yerlerine akın akın gidip o günü kırlarda geçirmeye özen gösterir. Ben, Bozdağ’ın eteğinde şirin bir ilçede oturuyorum. Doğal olarak bizim mesire yerlerimiz ya Bozdağ’ın kucağındaki Kırkoluklar mevkii, ya da Demir köprü baraj gölü çevresiydi.(Şimdi belediyemizin sayesinde her yer mesire yeri oldu) Oralara gidecek vesait bulamayan insanlar da bağ, bahçe ve parklara giderlerdi.
Bizim traktörümüz olmasına rağmen babam bu piknik olayına sıcak bakmazdı. ‘Ne var sanki dağ bayır dolaşacak, bağımıza gider sere sepile piknik yapar, hem de bir işin ucundan tutarız.’ Derdi.
Çocukluk çok başka bir şey... Hıdrellez günü sabah ezanından sonra pikniğe giden traktör sesleri duyuldu mu bizde de babamıza karşı bir sitem başlardı. Ne vardı sanki biz de Kırkoluklara gidip bir günlüğüne de olsa tarlalardan uzaklaşsak, diye söylenirdik.
Yine bir Hıdrellez günüydü; babam bizim yalvarmalarımıza dayanamamış olacak ki bütün aileyi traktör kasasına doldurup Kırkoluklara doğru yola çıkmıştık. Çıktık çıkmasına da ne uzun yolmuş bu, git git bitmiyordu. Hâlbuki köyden bakınca çok yakındaymış gibi görünüyordu. Yolculuğumuz ne kadar sürdü bilmiyorum ama traktörün sarsıntılarından haşat olmuş bir vaziyette Kırkoluklara vardık.
Kırkoluk diye milletin anlata anlata bitiremediği yer; kocaman bir çeşme taşına kır tane oluğun bağlanmasından başka bir şey değilmiş. Etrafta gölgesine oturacak bir ağaçta yoktu üstelik. Babam fena halde sinirlendi. Bunca yol gelip mazot yaktığına mı yansın, oturacak bir ağaç gölgesi olmadığına mı, yoksa tarlada kalan işlere mi? Onun neye yanacağı benim ve kardeşlerimin umurunda bile değildi. Traktör kasasından atlayan kırkoluklu çeşmeye koşup susuzluğunu gidermeye çalışıyordu.
Rahmetli anneciğim ise babamı daha fazla sinirlendirmeden etrafta oturacak bir yer arama telaşına girişmişti ve sonunda yolun altında yamacın en dibinde bir elma bahçesini keşif etmekte gecikmedi. Çeşmeden akan sularla çamur olan yamaçtan aşağı elimizde piknik malzemeleriyle çamurlara bata çıka aşağıdaki elma bahçesine indik. Elma ağaçları beyaz çiçekleriyle gelin gibiydiler. Büyükçe bir ağacın dibinde o gün pikniğimizi yaptık ve bu bizim Kırkolukta ilk ve son pikniğimiz olmuştu çocukluğumuz boyunca.
Neden olmasındı ki; ’onca tarlamız varken elin çamur tarlasında piknik yapmak da neyin nesiymiş.’ Böyle düşünüyordu babam.
…………………..
Piknik maceramızdan yaklaşık on yıl sonra artık evliydim ve bir geziye katıldım. Çalıştığım iş yerine gelen Behçet Amca, geziyi düzenlemiş ve bana da önermişti.
Gezi programı, Bozdağ’ın eteğinden başlayıp Ödemiş’e kadar olan bütün türbeleri ziyaret edecektik. Sabah erkenden gezimiz başladı. Behçet Amca, yolda oturduğu koltuktan bizlere ziyaret edeceğimiz yerler hakkında bilgi veriyordu. Vaktin nasıl geçtiğini anlamadan Kırkoluklara kadar gelmiştik. Hâlbuki yıllar önce traktörle biz bu yolu bir türlü bitirememiştik.
Çeşmenin sağı solu, önü arkası, ufacık bir dal da olsa her yerden bağlanmış çaput uçları sarkıyordu. Hangi aralıkta türbeye dönmüştü bu çeşme anlamadım. Çaputlar Behçet amcanın da dikkatinden kaçmamış olacak ki, yerinden kalkıp bizlere baktı; ‘Size bir hikâye anlatacağım ama beni can kulağı ile dinleyin ve ders çıkarın.’ Dedi.
Behçet Amca, şoförün arkasındaki koltuktan minibüsün motorunun üzerine yola arkası bize yüzü dönük olarak oturdu. Elindeki kocaman mendille ikide bir ablak yüzünden akan terleri siliyordu. Mevsim yazdı ve minibüsün kliması yoktu. Herkesin ona baktığına kanaat getirince söze başladı.
“Zamanın birinde iki arkadaş varmış. Kendi memleketlerinde rızklarını kazanamadıklarından eşeklerine binip başka yörelerde iş aramak için yola çıkmışlar. Bir süre gittikten sonra iki yol ayrımında durup soluklanmışlar. Bir ay sonra bu yol ayrımında tekrar buluşmak üzere biri sağa biri sol tarafa sapmış.
Sağ tarafa sapan bir ayın sonunda kavilleştikleri yol ayrımına gelip arkadaşını beklemeye başlamış. İki gün beklediği halde arkadaşı gelmemiş. Arkadaşının başına bir iş gelmiş olabileceğini düşündüğü için aramaya çıkmış. Gide gide yolu bir tekkeye gelmiş. Daha önce oradan geçtiği halde o tekkeyi hiç görmemiş. Allah Allah, demiş kendi kendine, bu tekke buradaydı da ben mi görmedim, yoksa yeni mi yapıldı, diye düşünürken arkadaşını görmüş tekkeye gelip gidene hizmet ederken. Tekkeye her giren çıkarken birkaç kuruş atıyormuş çeşmenin yalağına ve arkadaşı onlar gidince o paraları alıyormuş. Tekkenin kapısı üzerinde ise Koca kulak Türbesi yazıyormuş.
Yavaşça arkadaşına yaklaşıp,’ Bu ne haldir arkadaş?’ diye sormuş. Arkadaşı, sessizce‘çaktırma’ demiş ve elinden tutup tekkeden az ilerideki söğüt ağacının altına götürüp başlamış anlatmaya.
‘Senden ayrıldıktan sonra bu çeşmenin başına gelince eşeğim fenalaşıp öldü. Ben de onu gömüp başına oturup ağlamaya başladım. A be arkadaşım, ben ağlamayayım da kimler ağlasın. Elin memleketinde parasız, pulsuz üstelik eşeksiz ne yapacaktım. Bu durumda ne kadar ağladığımı bilmiyorum. Öyle kendimden geçmişim ki, yanıma gelip gidenleri de görmemişim. Ne zaman bi silkelenip kendime geleyim, benim koca kulağa yaptığım mezarın üstünde birkaç lira bozuk para atıldığını gördüm, hatta gözümü açınca birini canlı canlı gördüm de. Ben sadece eşeğimi gömdüm ve öldüğü için ağladım. Kimseden para pul dilenmedim ki.’
Arkadaşını dikkatle dinleyen adam, ‘Peki, bu türbe nasıl yapıldı?’
‘Nasıl yapılacak, baktım gelen geçen para atıyor, ben de mezarı biraz daha uzattım ağlamaya devam ettim. Tabii paralar da gelmeye. Epey para birikince onlarla biraz inşaat malzemesi alıp bu türbeyi yaptım. Türbeye de bekçi oldum. Burası işlek bir yol ağzı ve çeşme de olduğu için gelip geçen eksik olmuyor. Eh, bizim insanımız da hurafelere çok inanır(!) bilirsin. Durum böyle olunca da ben yolumu buldum. Yola çıkarken amacımız para kazanmak değil miydi? Ben kimseden beş kuruş istediysem namerdim’ herkes gönül rızası ile kendi verdi. Ya sesini kes yanımda yardımcım ol. Ya da def olup git sen de kendi başının çaresine bak.’
Behçet Amca öyle tatlı anlatıyordu ki, ne zaman Birge’ye geldik anlamadık bile. Minibüsten inerken bize ‘Nasıl dua edeceğinizi biliyorsunuz değil mi?’ Sakın ola gittiğiniz yerleri koca kulak türbesine çevirmeyin.’ deyince hep bir ağızdan ‘Anladık!’ dedik.
28.07.2016/Emine UYSAL
YORUMLAR
Ben bu anıyı daha önce de senin kaleminden okumuştum. Yanlış hatırlamıyorsam o zaman face bookta yayınlamıştın.
İkinci kez okuduğum halde aynı tadı buldum yine.
Ellerine, gönlüne sağlık.
Selam ve sevgilerimle.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Selamlar.
Anlatyıyı düşünerek okudum.Okuyarak düşündüm.Gülme ve güldürmeyi çok seven bir halkın evlatlarıyız.Aynı şeyleri günümüzde de yapabilmek ümidi ile. Akıcı bir üslupta ki yazınızı okumak güzeldi.Başarı ve mutluluklar dilerim.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Selamlar
Harika bir ders değerli Emine kardeş.
Kırkoluklarla benimde bir maceram var.1995-1999 arasında Tobalı da görev yaparken benden 7-8 yaş büyük bir ağabeyim vardı! Hasan Hüseyin isimli. Allah u Teala uzun ömürler versin halen görüşüyorum.
Aslı Manisalı ama Tepeköy de evlenmiş ve orada kalıp yerleşmiş Konfeksiyon mağazası işletiyordu! Sabah göreve giderken, akşam görevden çıkarken mağazaya uğramayınca fırçasını yerdim.
Neyse birgün dört-beş kişi arabayla Bozdağ'a gittik. Gölcük manzaralı bir Restoran da balıklarımızı yedik ve gezme işimiz bitince Kırkoluklar çeşmesine gittik. Orada elimizi-yüzümüzü yıkadık, sularımızı içtik. Nefeslenirken kalabalık bir kafile geldi durdular! Çeşmelerin başı ana-baba günü gibi kalabalıklaştı! Kimisi su içiyor kimisi neredeyse banyo yapıyorlardı! Hasan ağabey de biraz muziplik olduğundan bana doğru yaklaşıp yüksek bir sesle''' Sezai bu su şifalıdır, suyu bir kaba doldururken kırkından da doldurmak gerekirmiş''' dedi. Baktım ki eline su kaplarını alan başladı kırk tane oluktan su doldurmaya. Arabaya bindik ve başladık gülmeye. Milletimiz ne kadar saf ve temiz düşünceli! Halbuki orada ki Kırk oluğun yapılma amacı gelenler beklemeden herhangi bir musluğu kullansınlar.Ama bir söz ile Şifalı su olarak algılandı ve kullanıldı. Bu olaydan sonra inşallah aynı algı devam etmemiştir. Başka bir zaman da da İmam ı Birgivi maceram var onu anlatayım bari.
Yazı çok güzel ve anlamlıydı.
Selam ve saygılarımla.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Bizim kirkoluk ayni sizin anlattiginız gibi hizla türbeleşiyor. Birkaç ay önce şöyle bir dolasalim demistik, ayni manzara. İnsanlar ellerine aldığı su kabini kirk oluktan da doldurmaya devam ediyor :-)
Aslinda hepsinin kaynaği ayni. Etrafindaki allı morlu çaputlar daha bi çoğalmış (!)
Selamlar.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Kaldı ki daha önce bildiğim bir yer türbeye dönüştüyse elbette bu beni şaşırtır. Herkesi şaşırtmalı ki şu hurafelerin tuzağından kurtulalım.
Selamlar
Geçenlerde bir arkadaşımın anı yazısında da belirttiğim gibi, anılar aslında ülkemizin birer zenginliğidir. Nedense fazla kullanmayız bu zenginliğimizi ve kişilerle birlikte ölür gider.
Güzel bir konuya temas etmişsin. Ülkemiz insanının kanayan yaralarındandır. Gerçek türbe ile sahte türbe artık biri diğerinden ayrılamaz hale gelmiş ne yazık ki...
Akıcı bir anlatımla konuyu daha da hoş hale getirerek sunmuşsun okura.
Kutlarım...
Nicelerine...
Emine UYSAL (EMİNE45)
Düşüncelerin için teşekkür ederim. Selamlar
türbe gerçeği yazının özünde.
elbette gerçek manada alim insanların mezarları vardır, lakin böyle eşek mezarlarını türbeye çevirenlerde vardır.
beğenerek ve ilgiyle okudum selam ve saygılar
Emine UYSAL (EMİNE45)
İnsanlar herhangi bir yere çaput bağlamaktan ne umuyor bilmiyorum. Kaldı ki türbe olsa. Oku bir Fahiha bağışla ruhuna çaputun kime ne faydası olacak.
selamlar
Ne güzel anlatmışsın arkadaşım, bizdeki türbelerin varlığı o kadar çok ki , işin özü ise şeyh uçmaz, mürit uçurur bizdeki türbe anlayışı bir başka ülkeler de var mıdır artık bilemiyorum. tebrik ederim canım güzel bir konuydu sevgilerimle..
Emine UYSAL (EMİNE45)
teşekkür ederim arkadaşım
sevgiler
Tatlı anlatan Behçet amcanın sohbetini
sen daha yumuşak, sıcacık hem de çıkarılacak bir ders
olarak yazmışsın o akıcı üslubunla...
Teşekkürler Emine Hanım...
Selamlarımla.