- 590 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İlçemizin mihenk taşlarından merhum Ramazan Çavuş
İLÇEMİZİN MİHENK TAŞLARINDAN MERHUM “RAMAZAN ÇAVUŞ”
Ramazan Çavuş lakabı ile tanıdığımız, Çavuşlar mahallemizin efsane muhtarı, merhum “Ramazan GÜNGÖR” amcamız, bugünkü makalemizin konuğu ve konusu. Yıllardır Kuşbaba köyümüzde imam hatiplik yapıp emekli olan Hüseyin abimin, yıllardır hızarcılık yapıp emekli olan arkadaşımız Ali’nin ve en küçük kardeşleri Mahmut Güngör’ün ve Dembelin Ali Çavuş’un oğlu Osman abimin hanımının babaları.
Mahallemizin en renkli siması idi. Yüksek sesle konuşur, bazen bağırarak ama öfkelenmeden, tatlı ve sevimli bir ses tonuyla gürültülü – patırtılı konuşarak etrafına pozitif enerji dağıtırdı.
Ömrünü iki önemli aktivite ile tamamladı. Birisi at arabacılığı, diğeri ise 40 yıla varan mahalle muhtarlığı idi. Merhum babamın en iyi arkadaşlarından idi. Solumazların İbrahim amcam ile babacığım yıllarca Ramazan amcama azalık yaptılar.
O günün şartlarında mahallemizde meydana gelen ufak tefek asayiş bozuklukları, Ramazan Çavuş’un, insancıl, şakacı ve pozitif yaklaşımları ile hemen huzura kavuşurdu. Mahalle sakinleri ile devlet bürokrasisi arasında geleneksel, samimi, sevimli ve bir o kadar da çözümcül yaklaşımlar sergileyerek, her sorunun hakkından başarı ile gelebilirdi.
At arabası ile çeşitli yükler taşıyarak, ailesinin geçimini sağlardı. Normalde at arabaları boş iken dahi aheste aheste giderken, Ramazan amcamın arabası yüklü iken dahi, asla aheste gitmezdi. Ramazan amcamın atı ile olan mükemmel ve isabetli iletişimi sayesinde genç ve becerikli atı, sürekli şahlanarak vazifesini yapardı.
Arabasını sürüp, atı ile iletişimini sürdürürken, bir gözü de çevredeki mahalle sakinlerinde olurdu. Var gücüyle bağırarak sesini insanlara duyurur ve çeşitli güzelliklerde selamını verir, aynı zamanda muhtarlıkla ilişkili duyurularını yapardı. “Ahmet aga, hükümetle şu işimiz var bir araya gelerek konuşalım derken, arabası da bir hayli mesafe kat etmiş olurdu. Zira, arabanın mutlaka yeni bir yük yüklemek için hızla görev yerine gitmesi gerekirdi.
Neler taşınmazdı ki o arabalarla… Pazarlık sepetleri, un çuvalları, yem çuvalları, hizar kıymıkları, inşaat taşları ve biriketleri, saman çuvalları, odunlar, toptancıdan alınıp mahalle bakkallarına götürülen bakkaliye malzemeleri vb.
Özellikle ilçemizin halen de pazar günü olan Perşembe günleri, pazarlık sepetleri at arabaları ile toplanır ve tek tek evlere dağıtılırdı. Perşembe günleri asla başka bir işe gidilmezdi.
Perşembe sabahı bütün at arabaları, kendi mahallesinin pazarlık sepetlerini istiflemek için ilanlı gavenin önünde sıraya dizilirlerdi. O yıllarda bugünkü çok önemli bir görevi ifa eden (gelecekte çevre kirliliği açısından çok büyük bir risk oluşturacak olan) naylon poşetler yoktu. Ellerle çekilen pazar arabacıkları da yoktu.
Patates soğan gibi en sertleri en alta gelecek şekilde, yumuşaklık katsayısına göre, en hassas ve yumuşak sebze ve meyveler en üste gelecek şekilde, dökme usulü sepetler doldurulduktan sonra, mahallenin at arabacısına getirilir ve teslim edilirdi.
Arabacı, kopya kalemle sepetin sapının kenarına sahibinin ismini yazardı. Yoksa sepetleri ayırt etmenin mümkünatı olamazdı. Arabacı kendisine teslim edilen bütün sepet sahiplerinin evlerini çok iyi bilirdi. Kendi güzergahında olmayan sepetleri almaz, o güzergaha giden arabacıya seslenerek almasını isterdi.
Adrese göre, ilk inecek sepetlerin alınması en kolay yere, son inecek sepetlerin ise arabanın en önüne konularak istiflenmesi, büyük bir ustalık isterdi. Tek bir sepette toplanan pazarlıklar fazla sorun teşkil etmezken, bir sepetten fazla aynı aileye ait iki ve daha fazla sepet olunca, onların birbirlerine bağlanmaları veya yan yana konulmaları gerekirdi.
Aileler genellikle kalabalık olduğu için, sepetler ağzından dışarı taşacak şekilde doldurulurdu. Zira o zamanlar bugünkü gibi manavlar yoktu. Perşembe günü alınanlar, bir dahaki perşembeye kadar yetirilmek zorundaydı. Bazı küçük ve genç ailelerin pazarlıkları, büyük ailelerin pazarlık sepetleri ile birleştirildikleri zamanlar da olurdu.
Sepetler, kamışların ince ince kesilerek örülmesinden meydana geldiği için, hepsi de birbirine benzerdi. Arabacının bunları birbirlerine karıştırmadan evlere teslim etmeleri, büyük bir ustalık isterdi. Arabanın yarısı boşaldığı zaman, geri kalanları devirmeden ve pazarlıklara zarar vermeden teslim edebilmek, bayağı zor bir iş olurdu. Eve gelen pazarlıklar, hemen kocamanca bir sini veya sofranın içine dökülerek cinsi cinsine ayrılırdı. Her meyve ve sebze muhafaza edileceği kilerlere, tel dolaplara, sütlüklere veya uygun yerlere yerleştirilirdi. (O yıllarda buzdolabı yoktu). Hayırsever büyüklerimiz, çocukları sevindirmek için, meyvelerin bir kısmını yerleştirmeden doğrayarak, soyarak veya paketleyerek bir tepsiye koyup, sokakta oynayan çocuklara gönderirlerdi. Çocuklar oyuna ara verip, ikram edilen meyveleri afiyetle yerlerdi.
Taze meyvesi olmayan yaşlı ninelerimiz ise, yazdan hazırlayıp kuruttukları “kak kurularını” ikram ederlerdi. Kak kurularının ne olduğunu yazmayacağım. Gençlerimiz bir zahmet büyüklerine sorarak öğrensinler olur mu?
Halen sağ olan arabacı Halit dayım başta olmak üzere, Karayvatlardan Halamın damadı Karagöz Mustafa’sına, ahirete irtihal eden mahallemizin en önemli arabacıları, merhum Ramazan Çavuş, merhum Dekenin Mehmet, merhum Zopçak dayıma ve hatırlayamadıklarıma, memleketimiz için yaptıkları kutsal hizmetten dolayı şükranlarımı sunuyorum.
Göçenlere Allah’tan rahmet, sağ olanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
Haa arabacığa döllenmek biz çocuklar için çok güzel bir zevk olurdu. Tabi fark edildiğimiz anda da kırbacı at yerine bizler yerdik. Son anda aklıma geldi…
Selam, sevgi ve dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.
26 Temmuz 2016 Saat: 15.00 Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı
YORUMLAR
Atarabanla epeyce gezdirdin beni... kendimi, Yenicumâ'nın Çayır Sokağı'nda hissettim...
Atarabacı Şükrü agayı hatırlattın...
Babam, 1946'da bizim evi ve tarlayı satın almadan önce, bizim evde kirâcı oturmuş; Atarabacı Şükrü aga... o sebeple atarabasına takıldığımızda"atla arabaya bakayım" der, biz keyiften dörtköşe olurduk...
Atarabası dendiği her vakit O Rahmetliyi hatırlar- anarım...
Baba evimiz hâlâ durur... doğduğum ev.
Ne hoş yazı yazdınız ki; beni, bu konuda konuşturdunuz...
Teşekkür ve Selâm ederim...
kadiryeter Kadir Yeter. 27.7.2016 TRABZON.
tp://edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=156143
S. COŞKUNER Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER