bir sen masumsun yetim çocuk...
Saltanattakiler kurnaz. Parti teşkilatının her kademesinde pişerek yükselmişler. Kandırmayı, kazık atmayı çok iyi öğrenmişler.
,
Bu halka attıkları ilk kazığı hatırlıyorum. İçi boşaltılmış olan İmar Bankasına el konulmuştu. Sonra, oradaki vadeli hasaplara, on bin liralık dilimler halinde, ilk sekiz ayda faiz işletilmemek kaydıyla ve kalan süreye de TÜFE’den ödeme yapılacak denilerek bir yasa çıkartılmıştı. Bu ödeme şekline mahkemelerde dava açmayacağına dair bir taahhütname imzalayanlara yasada belirtildiği biçimde ödeme yapılmış, bonoya ve ofşorda hesabı olanlara ise ödeme yapılmamıştı. Bonodan ve ofşordan mevduata dönenlerin açacakları mahkemeleri kazanma ihtimaline karşılık da, ofşorda faiz bildirim şartı getirmişlerdi. Bu yeni düzenleme aslında Anayasaya aykırıydı, çünkü yasa ve kararnameler vatandaşın aleyhine olarak geriye yürütülemezdi. Ne var ki, adamlar pişkin; mahkemeler en az beş yıl sürer, beş yıllık cezalı vergi ise anaparayı geçer ve biz daha alacaklı bile çıkarız denilerek anayasaya aykırılık umursanmıyor. Neticede bu öngörü aynen gerçekleşti ve mahkemeye gidenler mahkemeleri kazandı. Başbakan tüm alicenaplığıyla halkının hakkını ödeyen bir sevimlilikte ofşordan dönenler ödeme kararnamesini çıkarttırdı. İmarzedeler sevişnerek paralarını almaya gittiklerinde neyle karşılaştılar? Vergi cezalarıyla. Ve alıacaklı olmak bir yana, borçlu çıktı. Az biraz alacaklı görünenlere de gidin alacağınızı TÜFE’den alın denildi. Alanlara ise mahkemelerin vereceği ilave ödemelerden feragat ettiğine dair taahhütname imzalatılarak ödeme yapıldı. Almayanlar ise hala mahkeme kapılarında sürünmekte. Mahkemeye vermeyenler zaten baştan kaybetti.
Güçsüz, kimi kimsesi olmayan yetimlerin malını yemek, hakkını hukukunu çiğnemek Allah’ın gazabını celbeden davranışlardandır. Kur’an bu konuda insanları şu müthiş ifade ile uyarır: “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.” (Nisa, 10) Bir başka ayette ise, “Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.” (Nisa, 2) buyrulur.
Evet, karnı ateşle dolu, tüyü bitmedik yetim hakkını yedirmem diyerek oy toplayan bir turuncu partimiz var, çok şükür.
Dinimize göre kul hakkı, hak sahibi tarafından affedilmedikçe Allah tarafından affedilmeyen günahlardandır.
Kul hakları içinde en önemlisi ise yetim hakkı yemektir.
Konuyla ilgili olarak Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: ”İnsanı helâke sürükleyen yedi şeyden sakınınız.” Sahâbîler: Yâ Rasûlallah! Bu yedi şey nedir? diye sordular. Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
“Allah’a şirk koşmak, sihir ve büyü yapmak, –haklı olarak öldürülen müstesna– Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, evli olup hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu Müslüman kadınlara zina isnad etmek.” (Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıb, 48, Hudûd, 44; Müslim, Îmân, 145) Görüldüğü gibi yetim malı yemek insanı helâke sürükleyen yedi şey arasında sayılmıştır. Bu da yetim malı yemenin mes’ûliyetinin çok büyük olduğunu göstermektedir. Bunun için kültürümüzde, özellikle devlet işlerinde yapılan yolsuzluklar ve usulsüz harcamalar için, “tüyü bitmedik yetimin hakkını yemek” deyimi kullanılmaktadır. Çünkü devlet malından hırsızlık, yolsuzluk yapmak henüz doğmamış yavruların, yetimin, öksüzün, genç-yaşlı herkesin hakkını yemek anlamına gelmektedir. Bunun vebali ise çok büyüktür.
Yetim malını yememek kadar onu korumak ve başkalarının yemesine engel olmak da önemlidir. Nitekim Kur’an’da bazı ayet-i kerimeler özellikle yetim malının korunmasına yönelik vurgular taşımaktadır. ”Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.” (En’âm, 152) Şüphesiz meşruiyet içinde bütün insanların malları dokunulmaz olmakla birlikte, zayıf ve korumasız olmalarından dolayı yetimlerin malları daha çok saldırı veya istismara açık olduğu için, ayette bu hususta özellikle titiz olunması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca yetimin malına bütünüyle ilgisiz kalmak, bu malın zaman içinde aşınmasına veya en azından bir artış sağlamamasına yol açacağından, bu malla ilgilenmeye izin verilmiş, hatta “en iyi ve en güzel” (ahsen) kaydından anlaşıldığı kadarıyla ilgilenmek zımnen teşvik edilmiştir. Zira en iyi ve en güzeli yapmak faziletin gereğidir. (Kur’an Yolu Tefsiri, Komisyon, II, 488)
Sonuç olarak şunu bilmeliyiz ki, başta yetimler olmak üzere öksüz, kimsesiz, yoksul bütün çocuklar toplumumuzun bir parçasıdır. Bu yavrularımıza karşı sorumluluklarımız vardır. Sorumluluklarımızın bilincinde olmalı ve bu konuda duyarlı davranmalıyız.
Saltanattakiler zalim, halkın vurdumduymaz;
bir sen masumsun yetim çocuk...
YORUMLAR
Kemal Abicim, çok bilgim yok ama bildiğim kadarıyla şu ofşor hesabı denilen şey banka denetleme kurulunun kontrolü dışında bankayla mudi arasındaki özel bir anlaşma ve vergi kapsamına girmeyen aslında pekte yasal olmayan ama oldukça yüksek faiz veren ve mudinin parasının yurt dışındaki bankalara transfer edilmesiyle ilgili bir faiz işletim sistemi değil mi? Eğer öyleyse devlet niye karşılasın ki, yasal olmayan ve vergisini almadığı bir kazancın kaybını.
Doğrusu hırsızlığın yolsuzluğun en üst düzeyde yaşandığı ülkemizde bazı insanların cesaretine şaşırıyorum. Böyle tehlikeli işlerden uzak durmak lazım.
Galiba millet olarak biraz kural tanımayan ihtiraslı insanlarız işler tersine gidince de sistemi ve devleti suçluyoruz.
Japonlar hırsız yakalayan birkaç robot üretip dünyanın belli ülkelerine deneme amaçlı birer adet ihraç etmişler kısa bir süre sonra robotların kapasite raporları Japonya'ya gelmiş. Almanya’ya gönderilen robot otuz hırsız yakalamış, İtalya’ya gönderilen otuz beş hırsız yakalamış, Fransa'daki tam elli hırsız yakalamış,Türkiye den gelen raporda da şöyle yazıyormuş gönderdiğiniz robot çalındı.
Saygı ve sevgilerimle.
Kemnur
Serhat BİNGÖL
Kıymetli Abim, bilgilendirici cevabınıza çok teşekkür ederim. Açıkçası bakacılık işlerinden pek anlamam geçmişte bir dostum için kendisinin ödemesi koşuluyla, rakamını belirtmeyeyim o günün şartlarında küçümsenmeyecek miktardaki parayı ticari ilişkilerim olan bir bankadan kredi kullanarak hemen orada yani bankada arkadaşıma parayı teslim ettim. Uzatmayayım dostumun işleri bozulunca ödeyemedi ve maalesef tek kuruşuna dokunmadığım paranın tamamını bankaya ben ödedim. Sonrasında da dostum ne yazık ki bir dahada kendini toparlayamadığı için o parayı bana ödeyemedi. Buradan şuraya gelmek istiyorum. Hayatta hiç kimseyi hiçbir nedenle kınamam insanın ne zaman başına ne geleceği hiç belli olmaz.
Ancak bu ülkede kendimi bildim bileli devletin işleyiş mekanizmalarında hep aksaklık ve sakatlık olmuştur. Yani hiçbir zaman gerçek manada sosyal hukuk devleti olmayı baş aramamışız bu nedenle devlete öyle eleştirilmez aşık olmamızı gerektiren kutsal bir yapı falan değildir ve aslanlar gibi de eleştirilebilir. Çünkü bu ülkede devletin misyonu kullanılarak çeşitli dönemlerdeki hükumetlerce maddi ve manevi değerler üzerinden halk ahlaksızca kullanılmış ve kandırılmıştır. insani anlamda yaşama tutunmak isteyen insanlar hükumetlerin acizliğinden kaynakla bilerek ve isteyerek kurumsal bazdaki yapıların göz göre göre vatandaşın soymasına sömürmesine ses çıkarılmamıştır. Yakın bir akrabam da geçmişte parasının önemli bir kısmını banker kastelliye kaptırmıştı.
Kısacası bu olaylar bazen muhafazakar kesimlerde yaşanmıştır bazende modern ve aydın kesimlerde fark etmez öyle ya da böyle bu ülkede halkın çaresizliğinden yaşanan o sıkıntılar demokrasi kültürü gelişmemiş insan haklarını yasalarla koruma altına almamış despotik devlet yapımızdan kaynaklanmaktadır.
Umarım ve dilerim bu yaşananlar ülke insanımızın aklını başına getiri elde ettiği tecrübelerini şovenist devlet anlayışından değil sosyal devlet anlayışından yana kullanır.
Saygı ve sevgilerimle.