- 733 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Eşsiz Siluet
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sıcaklar geldi, yazlıklar çıktı tıkıldıkları kuytulardan, gün ışığına kavuştu karanlıklar. Gözler kamaştı, hayatın dolması beklendi evin yaşamayı unutan tüm köşelerine. En saklı yerlerdeki tozlar bile görünürleşti loşluğun perdesi üzerlerinden çekilince. Onlar görününce kış uykusunun mahmurluğunu üzerlerinden henüz atamamış bedenler silkinip kendilerine gelmek zorunda kaldılar, bir temizlik telaşıdır başladı. Köşe bucak silindi süpürüldü, sadece odalar değil içler de... Güneş sehpalardaki kadar görünür kılıyor çünkü içteki tozları da. "Bahar temizliğine ihtiyaç var" diye dürtüp duruyor uyuklayan ruhları.
İnsanlar kuşlara özenir gibi cıvıltılar saçıp duruyorlar. Konuşsalar da konuşmasalar da fark etmiyor; varlıkları, öylece duruşları bile bir kuşun şakımasını andırıyor aynen. Sanki aylardır yüzünü görmediği annesine kavuşmuş küçük bir çocuk gibi kocaman bir tebessüme dönüştürüyorlar varlıklarını, tıpkı anneleri saçlarını okşarmış gibi mayıştıkça mayışıyorlar güneşin ışıktan ellerinde.
Işık en doğru açıdan geliyor böyle zamanlarda. İnsanlar, eşyalar kışın kasvetli bulutlarından sıyırıyorlar yüzlerini, özlerine dönüyorlar. Sıcakların gelmesi üşümekten her anlamda kurtarıyor insanı. Mesela sokakta gördüğün yüzler, onları öylesine birer yüz olmaktan çıkaran bir anlama kavuşuyorlar birden, senin mahallenin insanı oluyorlar. Onlar da tıpkı sehpalar, büfeler gibi saklayamıyorlar tozlarını güneşten. Bol bol tebessüm ediyorlar bu yüzden, kiri pası üzerlerinden savuşturup iyice bir parlamak için. Çoraplarındaki deliği saklamak gibi bir zorunluluk hissiyle yapıyorlar bunu. Kalabalığın ortasında çıplak kalmış gibi hissederler yoksa. Öyle utanırlar ki, kışın kasvetinden bile beter örter yüzleri utancın o kocaman, kalın duvarları.
Baharı anlatıyorum ama o çoktan geldi geçti, tam yaz zamanı şimdi... Uyanalı çok oldu yani kış uykusundan; tozlardan arınalı, güneşe yaraşır türden bir parıltıyla yıkanalı tüm yüzler. Tatil vakti geldi. Bavullar indirildi kadırıldıkları yerlerden, kum ve deniz olan bir resmi hayata geçirecek ilk adımı atmanın simgesi halinde, püfür püfür bir esintiyi de sürükleyerek peşlerinden.
Yaprak kımıldamıyor oysa dışarıda. Ama ruhların dünyasında farklı yasalar hüküm sürdüğünden tek bir bavul bile getirdiği esintiyle yerinden sökebilir en köklü ağaçları bile. Yaz demek bunaltıcı sıcaklar demek olmaktan çıkıyor işin içinde bavul ve seyahat varsa... Şehirden gitmekle sınırlı kalmayan bir gidiş söz konusu çünkü. Başka türden bir seyahatle ilgili: Kendinden gitmekle...
Peki ben gidebilecek miyim? Maalesef kuşkuluyum. Çünkü bazen şehirden çıktığın gibi çıkamıyorsun kendi içinden. Kendin demek bir tek sen demek olmuyor bazen çünkü, eğer bırakmak istemeyecek kadar içine alıyorsan bir şeyleri. Bu bir şey insan da olabiliyor, eşya da, ya da başka herhangi bir şey... Ne olduğunun bir önemi yok. Uzaklara gittiğinde, ayrıldığın yerle aranda bir köprü olarak peşin sıra sürükleniyor seninle bir gölge gibi. Oysa yolculuğa çıkmak köprüleri yakmak değil midir bir bakıma aslında? Önceki senle arana dağlar, denizler yığıp biraz sislere boğmak kendini, seni sen yapan şeylerden sıyrılıp "belli biri olma"nın yükünden hafiflemek... Gönüllü bir hafıza kaybı yani...
Ama maalesef sana dair şeylerin hepsini bir giysi gibi sıyırıp atamıyorsun üzerinden kolay kolay öyle, her zamanki toplumsal kabuğuna dahil olmayan şeyler de var çünkü... Kimselerin göremeyeceği kadar derinlere işlemiş, nabız atışlarında bir yerleri olan, soluduğun havanın içine karışıp nefesinin miktarını bile belirleyecek kadar hayatında söz hakkı edinmiş... Canı isterse tıkayan tüm geçitleri, canı isterse lütfedip geri çekilen... Görünümlere, seslere karıştırıp gölgesini, kendi sınır çizgilerine hapsolmaya zorlayan her şeyi... Dağları, denizleri, insanları doldurup içine; küçücük bir evren yaratan kendinden...
Otobüse bindiğimden beri belki onuncu kez çantamdan haritayı çıkarıyorum yine. Gideceğim o şirin kıyı kasabasının sınırlarında gezdiriyorum parmaklarımı. Kasabanın haritadaki şeklini eğip bükmekten, başka bir şeye dönüştürmekten korkar gibi okşuyorum usul usul o çizgileri. Haritaya her baktıktan sonraki gibi geniş bir tebessüm sarıyor çehremi birkaç saniye için de olsa. O’nun siluetiyle en küçük ilgisi olmayan bir şekil var çünkü karşımda. "Hayır, hiç de benzemiyor O’na!" diyorum içimden. "Gideceğim yerde O’na hapsolmayacağım!"
Ama maalesef çok kısa sürüyor bu durum. Sesim gitgide hafiflemeye başlıyor zihnimde. Birkaç dakika sonra da tamamen duyulmaz oluyor. Yine o tanıdık şeklin sınırları içine sığışıyor çevremdeki her şey. Her yer O’nun o eşsiz siluetine hapsoluyor.