- 605 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAKİKATİN FELSEFESİ
Hakikatin Felsefesi
Hakikat, hiç kuşkusuz ilahi bir teveccüh ile ilk insanla birlikte, son insana kadar tüm insanlığın ve hatta kâinatta bulunabilecek öbür idrak yetisi canlıların önce zihinlerine, sonra hak ile kalplerine iner. Bu bağlamda gerçekte var olan bir şeyin kalbe inmesi, zihni anlamda akli olarak problemlerin belirlenmesi veya sadece soru sorulmasından daha değerlidir. Daha değerlidir, çünkü insanı ferahlatan, ortada konu ile alakalı sorunun olması değil, mutlak anlamda olmasa bile, bir ölçüde mantıki olması ve kalbe hitap etmesidir. Biz bunu felsefede değil, insanı inşa eden ilahi teveccühte buluyor ve görüyoruz.
İslam’ın insan inşası iki yol ile gerçekleşiyor. Birincisi; her insanda ilahi hükmün kendisini hissettirdiği vicdanda, ikincisi ise; bu vicdanı destekler mahiyette inen Cibril destekli vahiydedir. İkisi bir bütün şeklinde devamlı olarak birbirini destekler mahiyettedir. Hakikat, bu iki perdenin gerisinde ve bu ikisi ile birlikte hareket eden, insanda vukuu bulur ve sonrasında insan inşa olur. İnsan hakikate ram olur, gerçek olur.
Felsefede ise; sadece akli hareketler sonucunda, sorular sorularak cevapsız bırakılır veyahut verilen cevaplardan sonra yeni sorular sorulur. Yani felsefede bahsi geçen bu iki gerçekten hangisi yol bulursa bulsun, akıl kalpten destek almadığı için, kendisine bir rota çizemez ve hakkı bulma yolunda bir yol ilerleyemez.
Hakikat açısından olay özel olarak ele alınırsa, Kur’an-ı Kerim bu hükme ışık tutacak en sağlam kaynaktır. Çünkü Kur’an-ı Kerim yol gösterirken, gözle görülür, elle tutulur ve aynı zamanda üzerinde yeterince düşünüldüğü zaman, kendisinde bulundurduğu hikmetleri açığa çıkarır. Felsefe ise; düşünme ve sorgulama konusunda sınır tanımadığı gibi, çoğu zaman hayal ve gerçek dışı olgular ile hareket eder. Bu felsefenin kendi içerisinde barındırdığı, bilgelik felsefesi ile doğrudan çatışan ve sonuca ulaştırmayan bir iddiadan öteye gidememesine neden olan sebeplerden yalnızca bir tanesidir. Felsefedeki bir diğer açmaz, olayları yorumlayış şekli ile alakalıdır. Örneğin; daha öncesinden bahsi geçen, geçecek bir konuyu ele alırken parçalara bölüp bu parçalar üzerinden bir bütünik ilişki kurmaya çalışır. Hakikatte ise biz bunu bütünden bütüne gidiş şekli ile görüyoruz. Özetlemek gerekirse;
Bilgi felsefesi açısından; Her şey bir parçadır. Her şey parçaların bütünüdür. Her bütün parçaların bir araya gelmesi iledir.
Hakikat açısından; her şey bir bütündür. Her şey bir bütündür. Her şey bütünün bir araya gelerek bir bütün oluşturması iledir.
Bir bakış açısıyla; felsefe olayları yorumlarken, iddiasında parçalardan bütüne varmak vardır. Kur’an-ı Kerim’de ise bu; bütünü bütün bir şekli ile ele alıp, dış kabuğu kırarak hakikate insanı ulaştırması vardır.
Filozoflar salt akıl ile hareket ederek sonuca ulaşmama gayesi içerisinde şekillenir. Eğer salt akıl ile hareket edilmemiş olunsa idi, sonuca ulaşma nihai hedef olurdu. Hâlbuki bu salt akıl hareketi sadece mantıki izahlara destek verdiği ve sonuca ulaşamadığı için, aynı zamanda mantığı destekleyecek öbür öğeler (kalp gibi), devre dışı bırakıldığı için insanı hakikate ulaştırma noktasında, yine iddiadan öteye gidemiyor. Fakat Kur’an-ı Kerim aklın yanında kalbin de desteğini alarak hakikat ışığında insanı inşa eder. Ve eğer zihinde hakikate karşı bir ön yargı yok ise; Kur’an-ı Kerim kendisini bütün idrak yetisine sahip canlıların istifadesine sunar. Bu içerisinde barındırdığı hakikat noktalarının kuru bir mantıktan ibaret olmaması ile bir yönüdür.
Felsefede kişisel zanlar ağır basar ve felsefe, kesin olmayan bilgiler ile hareket eder. Bu yönü yine felsefenin kısır oluşu ve hakikate insanı ulaştıramayacağı sonucu açıklar. Sadece akıl ve yorumlayışı olan mantık ile bir yere varılamaz…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.