MERHAMET… (mizahi öykü) ************
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kapanda bacağı sıkışıp kalmış, sadece bacağı. Bir lağım faresiydi. Öyle abartılacak kadar kocaman değil canım! Bir kedi enceği kadar, filan… Koyu gri, kirli tüyleri sanki bir fare vücudunu değil de ak göğüslü Karadeniz kirpisinin sırtını korumaktan sorumlu birer iğne gibi kalkışmıştı.
Karımın onun korkusuyla pencereden atlayıp bacağını kırdıktan sonra oğlumuzu da yanına alarak beni terk etmesine sebep olan fare bu olmalıydı.
Karım, “Lütfen dön evimize!” diye yakardıkça, “dönmemi istiyorsan yakala şu sıçanı!” diye rest çekip dönmüyordu. Onu yakalayıp karımın dönmesini sağlamak için uzun zamandır çeşitli operasyonlar düzenliyordum.
Kilerdeydi. Erzak raflarından birinde. Tavandaki spot lambanın pırıltılı ışığından gözleri kamaştığından kafasını üst rafın gölgesi içinde tutuyordu. Sıkıştığı yerde kıpırdamadan kalakalan ince, uzun bacağın önünde, bacağa bağlı vücudu kıpır kıpırdı. Karımın becerikli elleriyle lezzetli yemekler yapması gereken erzakları etrafa saçmış, onların yerinde kendisi arz-ı endam ediyordu. Yakalanmadığı süreçte kimbilir nasıl havalardaydı. Şu hali o öz güveniyle hiç de bağdaşmayan bir eziklik duygusu yansıtıyordu. “Ah, ah, ben bu hallere düşecek biri miydim?" der gibiydi. “Çok değil, daha on beş dakika önce bu kilerin altını üstüne getiriyordum, şimdi kıpırdayamıyorum bile.”
Aslında fareyi de, saçılan erzakları da umursamıyordum. Benim derdim geceleri koynuma girip benimle sevişecek, sabah işe giderken çayımı kahvaltımı, akşam dönünce yemeğimi önüme getirecek bir kadının yokluğuydu. Bu çirkin şey yüzünden madur olmuştum, hem de çok…
Ondan hıncımı, onu hemen öldürerek çöp bidonuna atmakla çıkartamazdım. Yakalandığı bu kapanda birkaç gün tutuklu kalıp açlık ve aşksızlık çekmeliydi ki, onun yüzünden neler çektiğimi bizzat yaşayarak öğrensin. Bu düşünceyi benimsedim. Onu öylece bırakıp kilerden çıkmaya yöneldim.
“Beni serbest bırakırsan komşunuz Ayşekadınla aranı yaparım!”
Kilerin kapısına uzanmış kolum öylece, havada donakaldı. Gözlerim tutmak üzere olduğum kapı koluna bakıyordu. Hayalimde ise hemen arkamdaki raflarda esaret süren farenin birden şekil değiştirip Al Karısı şekline bürünüşü canlandı. Ceketimin yakasında saplı toplu iğneyi hemen elime aldım. Şayet hızla dönüp iğneyi yakasına saplayabilirsem ömrüm boyunca bana hizmet edecek bir köle edinmiş olacaktım. “Saçmalama be oğlum!” diye söylendim kendime. “Al karısı iğrenç bir farenin kılığına girer mi hiç?” Sesli söyleniyordum. Maksat, onun Al Karısı olduğunu anladığımı anlasın da, yeniden fareye dönüşüp, dönüp baktığımda ödümü poguma karıştırmasın. Ne var ki, dönüp bakmayı maçam bir türlü yemiyordu. Kolum havada, gözlerim kapı kolunda sabit, öylece beklemeyi sürdürdüm.
Yine o ses: “Ciddi söylüyorum! Bırakırsan beni, Ayşekadın senin olacak…”
Derin bir nefes alıp göbeğimi içime çektim, göğsümü şişirdim. Böyle yapmak bana her zaman cesaret vermiştir. O cesaretle, korku ve kaygıyı üzerimden atıp başımı omuzumun üzerine doğru döndürüp gözlerimi sese doğrulttum. Kolumu da asılı kaldığı boşluktan yanıma indirdim ki, bir saldırı olursa bertaraf etmek için kullanabileyim.
Fare kapanın üstünden bana bakıyordu. Al Karısına benzeyen bir yanı yoktu. Boynu kırılasıca fare az önce nasıl idiyse şimdi de öyleydi. Sanki biraz daha muzip bakıyordu, o kadar! Bu muzipliği de az önce ödümün poguma karıştığını görmesinden olsa gerekti. Duyduğum o seslerin bundan çıkmış olmasına imkan ve ihtimal yoktu. Sanırım bir işitsel halüsinasyon… Yok, kendime şizofreniyim demek istemiyorum, hasta olmayan kişiler de zaman zaman kendi kendine konuşup, gaipten gelen sesler duyabilir.
“Bir farenin içimi akıttığım, ama karımın arkadaşı olduğu için yan gözle bakmaya bile korktuğum bir kadını bana tavlaması olacak şey mi?”
Yaşamış olduğum bu saçmalığı çabucak unutmayı kararlaştırdım. Hemen dışarı çıkıp rahatlamalıydım. O hırsla uzandım, kapı kolunu tutup büktüm. Açılan kapıdan adımımı atmaya niyetlenerek sağ bacağımı havalandırdım. O ne! Arkamda yine o manyak ses! Hem bu defa öyle bağırıyordu ki, komşular bile duyabilirdi. Adım atmak için havalandırdığım ayağım havada, tek ayağım üzerinde dona kaldım.
“Beni serbest bırakmadığın için lağım borularında gidip gelen kimse olmayacak. Gidip gelen olmayınca poglarınız boruları tıkayacak. Aksın gitsin diye sifonu çektikçe poglarınız dışarı taşacak. Evin içini pog kokusu dolduracak. Sokaklardaki pog sineklerinin hepsi evinize gelecek. Dışarda sinek kalmayınca kuşlar aç kalacak. Aç kuşlar gelip balkonunuza konacak. Kakaları geldikçe balkonunuzu poglaycak. Balkonunuzu pog götürecek. İçerde pog kokusu, dışarda pog kokusu, havalanmak için pencere açamayacaksın. Açarsan kuşlar içeri doluşacak. Mahallede kuş kalmayınca kediler aç kalacak. Pog sinekleriyle kuşlar savaşacak. Ev alt üst olacak. Bunu duyunca mahallenin kedileri kapına, pencerene, çatına toplaşacak. Bakacaklar ki, içerde bir sürü kuş var, onlar da içeri dalacak. Kuşlar sinekleri, kediler kuşları kovalarken çıkan gürültüden sokaktaki köpekler rahatsız olacak. Hepsi gelip kapına dayanacak. Kapına dayananlara bakmak için kapıyı açtığında da hepsi içeri dalacak. Pog sineklerini kuşlar, kuşları kediler kovalarken onlar da kedileri kovalamaya başlayacak…”
Lafı uzattıkça uzatıyordu. “E-e… yeter be! Beni bu aptal martavallarınla kandırabileceğini mi sanıyorsun?”
Tabii ki, işitsel halüsinasyon; yani kulaklarımla değil, beynimle duyduğum seslerdi bunlar. Havada askıda kalan bacağımı indirip kapı eşiğine bastım, hemen sol bacağımı kaldırıp ikinci adımımı atmaya hazırlandım.
“Nereye gidiyorsun ulan!” diye bağırdı arkamdan. “Lafımı bitirmedim daha!”
Lanet olsun! Bir köle gibi itaat edip, beynimin pencerelerini açarak ne söyleyeceğini merakla dinlemeye koyuldum yine...
“Bırak geri zekalılığı da şu kapandan kurtar beni. Yedikule zindanlarından Genç Osman’ı kurtar demiyoruz sana! Şu tel mandalı kaldıracaksın, tamam…”
Mesele bir tel mandalı kaldırıp onu serbest bırakmaktan ibaret olsa kolaydı, ama onun leşi beni karıcığıma kavuşturacaktı. Geceleri bir kadınla sevişmeden yatmanın, sabah bir simitle işe gidip akşam iki yumurta kırıp yemenin nemenem bir rezillik olduğunu bir ben biliyordum.
“Olmaz!” diye haykırdım. “Üzgünüm, ama serbest bırakamam seni. Aile saadetim senin ölmene bağlı…”
Her ne kadar dirensem de yüreğimin yufkalığında bir merhamet duygusu yuvarlanıp duruyordu. İnsanın elini sokup, söküp atamayacağı bir yerinde merhamet oluşması, merhameti ukelalaştırıyordu da. O da, “kurtarıver hayvancazı be dostum! Canını sen vermedin onun, yazıktır, günahtır,” diyerek kafa ütülemeye başlamıştı.
Beynimin sol tarafındaki işitme hücrelerinde fare, sağ tarafındaki hücrelerinde yüreğimdeki merhamet, kanon yapar gibi ayrı telden ama üstüste sesler çıkartıyorlardı. Dinlemeye yoğunlaştıkça ekolu mikrofondan geliyormuş gibi yankılanmaya başlıyorlardı.
“Hey…yey…yeyyy…! Eğer…rer…rer…”
“Lütfen…fen…fen… acı…cı…cı…”
Sonra her ekolu sesler beyinden kulaklara ulaşarak işitilmeye başlıyordu.
“Seni uyarmadım deme! Evini kokular ve hayvanlar sarınca Ayşekadın pis bir herif bu deyip sana hiç yüz vermeyecek… Karını benim ölümü gösterip dönmeye ikna etsen bile, evi çöplüğe çevirmişin diye ağzına sıçacak!”
“Sen merhametli adamsın be dostum! Allah’ın verdiği canı alanlara hep kızardın sen. Ne oldu sana böyle?” Merhametli adamım, evet, senin gibi merhametli bir merhametim var.
“Ama karım…” diyecek oldum, sol gözüm seyirmeye başladı. Sol göz seyrimesi iyi değildir derler ya, hayır dileyeyim, hayır olsun.
“Karını getiririm sana. Anam avradım olsun…”
“Ben de yardımcı olurum getirmesi için…”
“Ya Ayşekadın?”
“İste, onu da ayarlarım sana. Anam avradım…”
“Ben de destek olurum…”
Nasıl kandırdılar beni, anlayamadım bile. Havadaki sol bacağımı indirip geri döndüm, doğruca rafın önüne varıp kapanın tel maşasını kaldırdım. Fare şöyle bir yüzüme bakıp sırra kadem bastı. Arkasından, “Ama bir daha karıma görünmeyerceksin!” diye seslendim ya, duydu mu bilemiyorum.
Karım mı? Geldi mi? Yok valla, gelmedi. Hala, "o fareyi gebertip leşini bana göstermedikçe nah gelirim," diyor. (Elinde bir fare ölüsü bulunan varsa, lütfen kargoyla bana yollasın da karımı kandırıp eve döndüreyim)
Ayşekadınla da eskisi gibi abi kardeş gibi merabana, meraba, geçinip gidiyoruz.
Eğer bir daha bu fare milletinin sözüne kanarsam anam avradım olsun!
YORUMLAR
Kemal Abim öncelikle kocaman bir özür diliyorum bu yazınızı ilk anlarda okumuştum ancak kafam çok yoğun olduğu için öyküyü özümseyemedim sağlıklı kafayla sonra bir daha okur öyle yorum yazarım diye düşünürken hem zamansızlıktan hemde kafamın yoğunluğundan maalesef unutum kusuruma bakmayın lütfen...
Ne fareymiş adamcağızın kafasını allak bullak etmiş çaresizlik böyle bir şey herhalde insan fareden bile medet umuyor.
Aslında bu bizim gaflarıyla meşhur kadın bir siyasetçimiz için anlatılır ama ayıp olmasın diye başka şekilde anlatacağım zengin bir adamla karısı çim alanda kolf oynuyorlarmış adam kolf topuna vurunca top ilerideki çamlık alana kaçmış topa kim vuruyorsa diğeri de kaçan topu almaya gidiyormuş kadın da kolf arabasına atlayıp ormanlık alana gitmiş çalıların arasında gezerken orada yan gelip yatan bir adam görmüş kadın adama kolf topum buraya kaçtı gördünüz mü? diye sorunca o an yatığı yeden elinde ki kürdanla dişlerini karıştıran adam bana bi’kere verirsen topun yerini söylerim demiş kadın da olur mu öyle şey hem sonra siz kimsiniz? Diye sorunca, adam da cin’im demiş benim gönlümü hoş edersen bende seni her iş te başarılı olmanı sağlarım deyince kadın nın gözleri parlamış sahimi! Her şeyde başarılı olur muyum?!'' Yani bu ülkede başbakan olmak istersem olabilir öyle mi? Tabi ki, her iş te başarılı olursun. Nihayetinde bu cazip teklifin üzerine işi bitirmişler adam da hemen yakında çalıların arasında ki, golf topunu göstermiş, kadında topu alıp sevinerek koşarcasına gitmiş.
Adam da üstünü başını düzeltip kendi kendine ulan bunlar karı koca çok salaklar demiş.
Güne gelen yazınızı gönülden kutlarım
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı ve sevgilerimle
Değerli hocam;
Bu dünyada da her canlının zaman zaman bize zarar verse de yaşama sebebi ve buna mukabil yaşama hakkı olmalı. Her İnsan vijdan ve merhametinin sesi ile barışık olmalı. Çıkar dünyasında kimse kimseye bilerek zarar vermemeli.
Çok güzeldi. kaleminize sağlık.
Sabah ilk iş yazınızı okudum, duraksadım... Sonra balkona çıkıp bir sigara içtim, avusturyalı komşumuz köpeğini gezdirmekten dönüyordu bir elinde saksıda çiçek taşıyan adam sıcaktan bunalmış bir halde günaydın demeden geçti gitti. Normalde der oysa, buralarda yılda en fazla bir ay güneşi görürüz oysa yine de nemin etkisiyle çekilmez olur 24 derece bile olsa sıcaklık. Bence nadir görünen güneşli günün keyfini çıkarmak lazım...
Güneş olunca insan daha bir pozitif oluyor, en azından ben öyleyim...
Yazınızdaki kaba saba anlatımla o ince mesajı ne güzel de vermişsiniz. Doğada her şeyin bir yaradılış sebebi var. Her canlı yaşama hakkına sahiptir sıçan da olsa. Yaradılanı hakir görüp yok etmek o canlıdan önce Yaradana ihanet ve başkaldırıdır. Hepimize yetecek kadar hava var çok şükür... Yaradılışın bilincine varmak ve Yaradanın yarattığı her şeye saygı duyarak yaşamak her canlının hayrınadır. Doğaya karşı duran her canlı kendini yok eder. Yaşama ve yaşama hakkına saygı insani bir davranış biçimidir.
Birinin yaşama hakkının başladığı yerde bir diğerinin özgürlüğü biter. Bunun bilincinde olmak yaşamı yaşanır kılar...
İnce espirisi olan yazınızı kutladım.
Saygılar.
Sude Nur Haylazca tarafından 7/20/2016 11:39:21 AM zamanında düzenlenmiştir.
Kemnur
-Sude Nur Haylazca-
"merhamet" duygusu nefsi yenmişse tamamdır! Hatta insan kendi rahatını hiçe sayarak, kendi yaşama alanında kendine yaşam alanı kurup huzuru kaçırdığı halde o canlıya merhamet edip yaşama hakkı tanımışsa bundan geri söyleyecek söz bırakmamıştır. Arife tarif gerekmez.
Usta işi...
İç sesle cebelleşmek lazım... Akıl ve vicdan hep işlevini layıkıyla yapsın da gerisi hikaye
Teşekkürler
Çok iyi oldu.Bu öyküyle biraz kafayı dağıttık Can Dost.
"Altı üstü bir fare" mi? Değil işte. Ustasının elinde böyle güzel bir öykü oluveriyor.
Sami Hocama Not:
Anlatır mısın al karısını ?Al sana al karılı bir öykü işte.
Selam ve muhabbetle...
Kemnur
Uykusu kaçmışken huzurun "merhamet"
insanı insan yapan olmazsa olmazlardan en güzel his... Annemden ve de babamdan miras kalan, en belirgin duygum ki benle özdeşleşmiş...
içeriği yarın okuyacağım, Allahın merhametine çok ama çok ihtiyacımız olduğu zamanlar olur ya işte o....
Çok çok güzel bir hikaye.
Bizim o tarafların Al Karısını da işin içine katınca daha da harika olmuş.
Mesajı ?
Ben '' Merhamet bir gün sana da lazım olabilir. '' olarak anladım.
Selam ve sevgilerimle.