- 463 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Erken dönemin Eşitliği 2
Özel mülk sahibi olmalı süreci, önce meşruiyeti oluş içinde kurnazlıklarla yürüttüler. Bencillik üzerine herkesin özel sahipliği olunacak mal mülk verme üzerinde program ve propaganda yürütüldü. Bencil oluş yakın hoşlanmaydı. Tuzak ve ileri görüş analizi o aşama itibarıyla deneysel akıl değildi.
Propagandanın ajandası olan programı farklıydı. Gizli gündem olan ajanda içinde kimisi açık açık mal mülk sahibi yapılırken kiminin mal mülk sahipliğinden anladığı karnının doymasıydı. Yine çalışmadan sonra karnının doyması olmakla, ona alışa geldiğine yakın olmakla sıcak ve hoş geliyordu.
Kişiler komüne ait olanla, kişiye ait olan mal mülk arasındaki analizi o aşama itibarıyla pek bilip, görüp değerlendiremiyordu. Üstelik minareyi çalanlar da kılıfı, eski meşruiyetlik üzerinde anlam ediyorlardı. Söz gelimi Mamon adaleti ihtiyacın çok fazlasını seçilmiş kullara (katakullicilere) verirken ihtiyacından daha azını yoksulluğun temsilcilerine veriyordu. Böylece yoksulların muhtaçlığını kontrol edecektiler.
Temel eksen kaymıştı. İlk mana anlaması gruplar üzerinde düzenlenmişti. Şimdiki mana anlaması kişisel mal mülk sahibi olmanın paylaşımı üzerinde düzenlenmekle kişi olup biteni grubu üzerinde düzenlenen bir süreç gibi anlıyordu. Ama gruplar arası anlaşmalı kült merkezli ilahi adalet olan esas mana anlaması; kişisi mal mülk takdirinin adaleti olmakla ana eksenden kaymıştı. Kişiler kayan temel eksenin etkince fonksiyon olacak yeni bağıntılarını kavrayamıyordu.
Karnı doyacak olanın olup bitenden anladığı şey ve aklının yattığı şey malı mülkü olan efendinin malı mülkü üzerinde mülksüzün çalışması sonrasında, mülksüzün boğaz tokluğu içinde kendi karnının doymasıydı. Bu karın doyurma süreci içinde emek gücü kaybının nelere yol açacağı aklının ucuna dahi gelmiyordu.
Aklına gelip kavradığı şey ve kült merkezine tabii olur türü çalışmasının benzerini aynen Mamon maliklerine tabi olup çalışma sanmasıydı. Bu tutumuyla nelere gebe olduğu bilinmeyen bir sürece doğru yol almıştı. Kült merkezleri gruplara ait mal mülk ve emekler üzerine sahipliği örgütlenmekle giderek devletin çatı yapısını inşa etmişti. Devletin kendisi, devletti. Yani devlet mal-mülktü.
Tıpkı bugünün meşruiyetçe oluşu içinde “devlet mülk sahibi olup, iş vermez” deyip, kamuya ait mal ve mülkün hizmetlerin özelleştirme adı altındaki Mamon’du meşruiyetlikle yağmalanması gibi olup aynı şey başka şekilde ya da başka biçimde “size duble yol yapıyoruz, enerji santralleri yapıyoruz” gayreti gelişmesinde “sizin için kentsel dönüşüm projeleri uyguluyoruz” demeleri gibidir. Bu tür meşruiyetçe oluşa şimdilerde kitabına uydurmak deniyordu. Köleci sistem daha başta işi kitabına uyduruyordu.
Buradaki yapılan işte, yapılan işin kamuya dönük, görünen yüzüyle bize bol kepçe, bol kazan türü sunum gibi gelmekle bizlere doğru olan yön içinde meşruiyetlikle yapılan sunum gibi görünürler. Ama bol kazan ve bol kepçe başkalarının tabağına servis olmakla da bu işin katakulli kısmıdır.
Kamusal servet ve kamusal hizmetlerden çoğunluğun yararlanması devamlı yeni borç oldu. Kamusal mal ve hizmetlerden eşitsiz vergi ve eşitsiz yararlanışla; daha çok kazanandan daha az ya da hiç vergi almayıp; yük çalışan geniş yığınların üzerinedir. Ve bu dağılım sefalet içinde dolaylı bir yararlanıştı. Birilerine rant olan süreç, sizlere karşılığı ödetilmek suretiyle zulümdü. İşte bunun üzerine bir de din iman patlatıyorlardı! Din bu muhtaçlığın ve eşitsizliğin (eşitsiz eylemsel oluşun) üzerine oturuyordu.
Oysa ön ittifaklardaki her bir grup mısır üretimine karşı, domuz yetiştiriciliği gibi bir totem mesleği bilmekle ön ittifaklar, totem mesleği hünerli emekleriyle gruplar ve grup kişileri eşit eylemli davranış içindeydiler. Emek gücü farkı gruba ve ittifaka kalan servetti. Gerçekten de şimdiki yöneticiler bu tür rantı olan pek çok sosyo toplumsal görevleri yaparlar da. Zaten bunlar yöneticilerin asli ana görevleri kamuya dönük yüzü olmakla, her halükarda yapmaları meşru olan görev tanımlı işidirler.
İşte yöneticilerin yapıyoruz ediyoruz tarzı bu tür kamu sal görev tanımlı ihale işleri hep meşruiyetlik içinde olmakla meşrudur, doğrudur. Bu meşruiyet ligin içinde meşru olmayan birçok ara zaman devinmeli öznel çıkarla işleyen işler vardır. Bu meşruiyet ligin içinde öznel yararlanışlarıyla ranta pay ayırma vardır. Kurnazlık ve özel sahiplik hileleri gibi meşruiyetçe olmayan herkesin bilmediği süreç ihlalleri vardır.
Kişiler önce meşruiyetlikten yana olur tutumlarıyla kamu ihalelerini ortaya koyarlar. Yasal bir durumla yasal bir ihale varsa, buna kimsenin pek bir diyeceği de yoktur.
Ne var ki meşru bir işin yapılacak ihalesi esnasındaki maliyet olacak parasal meblağı, kişisel çıkar nedeniyle olması gerekenden daha fazla oluşla şişirilir. Bu katakulli işleri ihale edenle, ihaleyi alan doğrudan çok daha iyi bilmektedirler.
Kısaca meşruiyetçe yapılan işin içine, kimsenin kolay kolay bilemeyeceği bir Ali Cengiz oyunu sokulur. İhale içinde özel çıkarlara hizmet eden meşruiyet dışı bir parasal tutar, özel ve öznel ilişkilere doğru sürecin meşru olanını meşruiyet dışı oluşmaya doğru enfekte etmesiyle bu katakulli işine başlar.
Ön ittifakların ayni mallarının olması dışında parası ve bu tür açık artırma usulü ihaleleri yoktu. İşte ön ittifakı sürecin ahir zamanları bu kabil özel mülk edinici eşitsiz eylemseli süreçlerini oluşan girişimlerin içindeki çabaları az az meşruiyet dışı olur durumların algısı haline getirdi. Eşit eylemseli durumu; belli belirsiz oluşla eşitsiz eylemseli durumlar haline getirdi. Sürecin adı takdir, kader, kaza, külli irade, biat, tevekkül vs. olmaya başladı.
Ön ittifakı servet birikimi, tıpkı sevgili Gazi Mustafa Kemal’in yok olmak üzere olan bir envanteri ulusal servet haline getirmesi gibidir. Ön ittifaklarda grup emeği birikimi var. Ulusal servette emperyalizme karşı korunmalı lider denetimli ulusal emek bilinçli ve ulusal sermaye birikimi vardı.
Mustafa Kemal emperyalizmle karşı karşıya olup; emperyalizme rağmen bin bir zorlukla üreterek, ürettirerek kurduğu ülke bu kuruluş ilkesi üzerine devinmeleriyle atılımlar yaptı. Kamu kaynaklı ve özel girişim kaynaklı seferberlik içinde üretime geçildi.
Üretim sonunda giderek devletin kaynakları ve servetleri de oluştu. Ülke eskiye göre malca, mülkçe servet olan varlığını oluşmakla zenginleşti. Atatürk’ten sonra gelenler bu miras zenginlikleri meşru olan yollardan emperyalizmle omuz omuza olan eş başkanlık övünmesi içinde; “devlet tüccar olmaz, devlet çiftçi değildir” diyen algılar içindeki aldatan putlarla devlet; har vurup harmanı savurulan çalıp çırpmalardı. Bu ezikliği gidermek içinde servetini yağmaladıkları değerlere; ayyaş, zındık diyorlardı!
Tıpkı ön ittifaklı kamu servetinin “mal mülk Mamon’undur”. “Mamon mülkünü ve malını dilediğine dilediği gibi verir” diyen aldatan algı putları gibi. Ön ittifak emeği ile üretilen mal, Mamon’un olmuştu. Mamon’da bunu efendilerin istediği gibi istediği şekilde dağıtıyordu.
Bu yetmiyormuş gibi Mamon başka ittifakı grupların ya da devlet ve ülkelerin yağmalanıp ganimet haydutluğu yapılmasını da açık açık öneriyordu. Hem malı mülkü ben verdim diyordu. Hem de verdiği serveti yağmalatıyor.
Artık servetler “namus” olmakla, namusun savunması olmakla; borç olmakla önümüze çıkıyor. Yağma namus tecavüzlerini de aşıyordu. Bu yağma esnasında ya da yağma karşısındaki savunma esnasında ölümlere de mamon, “canlarınız, mallarınız cennet karşılığında satın alınmıştır” deniyordu.
İlahi manalı somut, merkezi algılı güç kişisel tasarruflu kişiler koruyuculu Mamon olmuştu. Mamon maddi oluşla mal mülktü. Mana oluşla malın mülkün! Sahibiydi ve bu malı mülkü dilediğine dilediği gibi ihsan edendi. Siyaset imleçle ideoloji oluşla; köleciliği, feodal düzenle; feodal düzeni, burjuva demokratik devrimiyle; burjuva demokratik devrimini de kapitalizmle aşmakla yeni siyasi ideolojisini oluştu. Mamon, mana oluşla görünmüyordu. Sahipliği olan mülküyle ve yöneten kimi kez bir firavun, kim kez bir kisra ya da kayzer veya seçilmiş führer oluşla görünüyordu. Apaçıktı.
Mamon günümüzde kapitalizmdi. Mamon’du sürecin yağmacılık ve emperyalizm olan kısmını bir yana bıraksak dahi, Mamon artık kamuya ait vergilerle cezalarla oluşan kamu mallarını meşru ve işbirlikçi kral vs. olur yönetimler eliyle yeniden yenden kamuya ait servetleri (maunları) paylaştırılmasıydı.
Bu nedenle 1940’larada burjuvalar oluşla yaratılır istenen zenginler. 1950 de Menderes zenginleriydi. 1960’larda Demirel zenginleri. 1980’lerde papatyalar namlı Özal zenginleriydi. 1990’larda Parsan türü örtülü ödeneklerden de Çiller zenginleri. 2000’lerde aptes, namaz seccade, umre, teşbih ve takkesiyle öne çıkan örtülü-örtüsüz rant zenginlikleri hep bu türden paylaştırmalardı. Değişmez denen takdir, gerçekten de keyfe göre olurla; sık sık baş döndürücü bir hızla değişiyordu!
YORUMLAR
Bayram Bey merhaba. Şimdi açık anlaşılır ve biraz daha akıcı olmuş. Makaleniz için yoruma gelince, "Devletler ve Devletliler" Sümerlerden itibaren başlayıp, Kral Tanrılar ve daha sonra Monoteist dinlerin Peygamberlik ve Halifelik unvanlarıyla devam edip günümüze kadar gelmiştir.
İfade edilen dönemlerde mülk ve varlıklara sahipleniliş, o günün dünya koşulları ve insanların okuma yazma bilmemeleri en büyük etkiye sahiptir.
Çünkü insanların büyük bir çoğunluğu, okuma yazma bilmediği gibi, bilinç yapıları da aynı şekilde çok zayıftı. Böylece içerisinde bulundukları çağın en zeki ve uyanıklarına tanrı ve de kurtarıcı gözüyle bakmaları, servet ve devlet zenginliğinin oluşumunda en büyük adaletsizliği yaratmıştır.
Yalnız Mustafa Kemal dönemiyle ilgili farklı şekilde düşünmekteyiz. Nedeni ise, bahsettiğiniz şekilde Mustafa Kemal'de devletçi görünüp aynı zamanda şahısları da zengin yapmıştır. Ve bugün Türkiye'nin birçok elit zenginleri, Cumhuriyetin kuruluşuyla servet sahibi olanlardır. Anlayacağınız, en çoğuna sahip olma adaletsizliği bu topraklardan hiçbir zaman uzaklaşmadı. Selamlar