- 617 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı Karanfil
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
En berbat anılar en yakındakilerdir, zaman geçtikçe kötü yanları tıraşlanır yaşanmışlıkların. Geriye hatırlamak isteyeceğimiz taraflarını bırakır iyi huylu tümörümüz. Söylemeyi unuttum hafıza iyi huylu tümördür. Herkes dünyanın en yaramaz çocuğu potansiyeline sahip ve bazılarımız gerekli şartlara da. Çok günahkârdık mesela. Mezarlara basarak oyun oynayan çocuklar kadar günahkâr, en az Zeze kadar günahkâr. Tahtadan elektrik direklerine su verecek kadar da iyi kalpli. Komşunun bahçesinden çaldığımız erikleri aynı komşunun ağaca çıkamayan küçük oğluyla paylaşıp vicdancılık oynardık. Dünya bu kadar büyük değildi o zamanlar, çok daha küçüktü. Hatta bir keresinde kırmıştık bile onu. Bir ders önce ‘’Dünya içine sığdırabildikleriniz kadar güzeldir’’ demişti öğretmenimiz. Zeki çocuklardık anlamıştık mecazı, ama eğlenceli gelmemişti bu söz oyunu, biz de istop oynamaya karar verdik. Sadece yedi kişiyle oynanabiliyordu istop çünkü yedi renkten fazlasını bilmiyoruz o sene, ta ki bizim şişko eflatun diye bir rengin varlığına bizi ikna edip oyuna sızana kadar. Bakalım ne yapacak diye küreyi var gücümle havaya fırlatıp ‘’eflatun’’ diye bağırdım. Şişkonun küreyi yakalaması bir yana, küre 6 parçaya ayrıldıktan sonra ne yapacağımıza karar vermek için toplandığımızda koşup gelebilmişti. İşte şimdi içine çok şey sığar. Aferin şişman, iyi espriydi. Kızdığımda şişman dediğimi bilir, hiçbir zaman adıyla seslenecek kadar çok kızmayacağımı bildiği gibi. Çok sıkılıyordu canımız, okulda da, okuldan sonra da, dünyada da. Bilgisayar laboratuvarına girmek yasaktı ama fen bilgisi öğretmeni severdi bizi, insan olmamızdan ötürü herhâlde. Laboratuvarda cıvayı defterimde 3 ders oynatmama rağmen, periyodik cetveli sevemedim çünkü benim bildiğim cetvelle ya dayak yersin ya düz çizgi çizersin. Ayda bir akşamları saat yirmi kırk beşte Hababam Sınıfı izlemenin verdiği yetkiyle laboratuvardaki iskelete Necmi adını verdik ama kel ve ifadesiz diye kendi aramızda müdür yardımcısının adıyla sesleniyoruz tabi. İkisinin de nereye baktığı belli olmuyor ama yüz metre engellide bizim müdür yardımcısı sanıyorum ki Necmi’yi geçer. Necmi okulun kendimize yakın bulduğumuz parçalarındandı. Sahi bizden sayılırdı. Beden eğitimi dersinde kimse kaleye geçmek istemeyince Necmi’yi üst kale direğine bağlayıp diğer kaleye de şişkoyu geçirir maç yapardık. Şişkodan az gol yediği çok maç vardır. Bir keresinde Hamza’nın kendini Ronaldinyo sanıp ceza sahası dışından abandığı top Necmi’nin kolunu dirsekten kırınca çok korktuk. O gün kendime çok kızdım defansta dursam böyle olmazdı hatta şişkoyla muhabbete dalmıştım bizim kale ablukadayken. Harita odasında Necmi’yi Türkiye Fiziki haritasına yatırıp çıkan teli sağlamlaştırdıktan sonra Necmi’yi daha tehlikesiz oyunlar oynadığımızda çağıracağımıza karar verdik. Okuldaki öğretmenlerin gözünde yerlerimiz belliydi. Devlet Malzeme Ofisini zarara sokmak için okula geliyorduk sanki. Biz de yeni gelen öğretmenden başlayıp sevdirecektik kendimizi. Sonra o da diğer öğretmenlere anlatacaktı, Türkçe Öğretmeniydi iyi de anlatırdı hem. İyi bir şey yapmak için kötü bir şey yaptık. Okula yakın bir sitenin bahçesinden karanfil çalıp kaçarken hayırlı bir iş için diye de bağırmayı ihmal etmedik, su bardağında öğretmen masasına koyduk. Çiğdem Hoca çok beğendi karanfilleri hatta kadın ruhundan anlıyormuşuz gibi şeyler söyledi ders boyunca. Teneffüs ziliyle birlikte Çiğdem Hocanın etrafını sarıp kendimizi sevdirmekle meşgulken koridorun sonunda bizim müdür yardımcısının yanında sitenin bahçıvanını gördük. Çiğdem Hoca da katıldı diğer öğretmenlerin arasına. Neye elimizi atsak elimizde kalıyordu o yıllarda. Kime dokunsak yara izi bırakıyorduk. Sevmiyor da değildik okulu ama asık suratlıydı herkes, herkes gülümsememek için tutuyordu kendini, biri kendini tutamayıp gülse haylaz olup çıkacaktık sanki. Daha uzun süre ciddi duranın kazandığı oyun da o dönem icat edilmişti herhalde. Sevdiğimiz oyunlardan değildi, daha çok öğretmenler oynardı kendi aralarında. Birbirlerine karşı hiç kaybettiklerini görmedim. Bizimle zorla oynarlar hep kazanırlardı. Bizim arabeskimiz de bu oyunla icat olmuştu. Yıllar sonra ‘’Şişko’’ dedim. ‘’Ne zaman gülsek kaybettik.’’
Ne zaman bantla yapıştırılmış, çatlakları belli bir küre görsem ya da boşluğa bakan bir iskelet. Paramparça ettiklerimiz geliyor aklıma, Necmi geliyor. Elindeki çiçekleri çöpe atan genç bir öğretmen geliyor. Bizim büyük çaresizliğimiz, aynı kızı seven iki lavuğu değil bizi anlatmalıydı diyorum.
YORUMLAR
" Sadece yedi kişiyle oynanabiliyordu istop çünkü yedi renkten fazlasını bilmiyoruz " İSTOP ne çok oynardık çocukken... Gerçekten güne yakışmış hatasız bir yazı... Nerelere geldi çocukluk şimdilerde, ne erik çalıyorlar, ne top oynuyorlar , nede haşaralık yapıyorlar çocuklar... Tek tip ve tek renk bir gençlik yetişiyor.. Sevgiler güzel kalem...