- 1098 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sevgili Sanat-5
Seni düşündüğüm saat
Saat: 02.02
Sevgili Sanat,
Merhaba! Nasılsın? Yüzüne bir bakayım. O da ne; güneş kayboldu; ey sanat ne aydınlıkmışsın; ay parlaklığındaki yüzün güneşi yok etti. Sabah sabah sana güzelsin desem, güzelliğini doyasıya bir seyretsem, izin verir mi, bilmem ki! (ben de bilmem)
Neden hüzünlendin şimdi durduk yerde; daldın gittin. Bir bakayım, gözyaşların damlayacak mı uzun gecelere: Biz yurt dışındayken… “Öyle!” ya da “Öyle işte”; öyle, artık ne denir ki, şimdi susma zamanı: şimdi aşk zamanı!
Sevgili Sanat, mitolojideki Olimpos dağı çevresinde oturanlara gidip, neden tanrılarınıza sahip çıkmadınız diye soracağım. Onlar böyle bir soru karşısında eminim susacaklar. (tabi susacaklar, çünkü bugün onlardan hiç kimse yok!) Sonra ben ısrar edince mecbur kalıp konuşacaklardır, bunu Tarsuslu Pavlus’a sor diyecekler. Çünkü onları yok eden o. Peki, bizim kültürümüze neden bu kadar düşmansınız, diye sormadınız mı hiç? Sormamışsınızdır, buna eminim. Kültürüne sahip çıkmayan toplumlar başkalarının esiri olurlar. Ben olsaydım Homeros’un yerinde ne İlyada’yı yazardım ne de Odesa’yı. Kültürlerine sahip çıkmayanlar sanata da sahip çıkmazlar. Eğer Homeros yazmasaydı eserini, ne Sophokles ne de Euripidies oyun yazabilirdi. Belki de tüm bu olacakları önceden gören Sokrates akılsızlara akıl vermeye çalıştı, ama anlamak istemeyene ne yapabilirdi ki.
Aşkı yaşayamayanlar aşkı anlamazlar; gücü her şeyin üstünde tuttuğunu sanan kimi budalalar, Truva’yı sırf intikam için yok ederken bu olayın nedenini Afrodit’e sorsalardı, o da neden dünyanın en güzel kadını olmak istediğini anlatırdı.. Belki o zaman dünya tarihi daha başka türlü yazılırdı. Anadolu halkına yüzyıllardır acı çektirenler bugün saygıyla anılıyor mu. Ama herkes Paris’le Helena’nın aşkından söz ediyor. Hektor’u hep sevmişimdir, sonunun kaçınılmaz olduğunu bildiği halde çıktı dövüş meydanına ve öldü, korkak gibi kaçabilirdi. Aşil ise, Hektor’u öldürürken zorlanmadı, çünkü kılıç kesmezse sizi, ok batmazsa size, savaştığın kişi sana ne yapabilir, hiçbir şey… Ama her şeyde olduğu gibi, onun da bir zayıf noktası vardı. (Onu da siz bulun)
Savaşlarla yeryüzünü kana bulayanlar zafer kazanmış görünseler de tüm kalplerde öyle değildir. Tarih boyu dünya hep kırmızı ve siyahın savaşıyla geçmiştir. Her ne kadar renk olarak uygun da olsalar hep birbirine düşmandırlar.(orta çağda yaşasaydım şövalye mi olurdum, yoksa rahip mi; bilmiyorum)
Bırakın aşıklar, aşklarını keyiflerince yaşasınlar. İnsanlar aşkın kutsallığına inansalar dünya cennet olurdu. O zaman başka cennet de aramamıza gerek kalmazdı. Aşık olmak büyük bir devrimdir; kalbi kör olan devrim yapamaz. Toprağı delip yeryüzüne çıkan çiçek, bunu aşkla yapar. Aşk/devrim=devrim/aşk. Güvercinler özgürce uçuyorsa, hâlâ umut var demektir. Ciao Bella’yı söylemeliyim özgürce.
Özgürlük deyince; yaratma ruhun özgürlüğüyle ilgilidir, sanatçı özgür olmalıdır; özgür olmayan sanat da sanat değildir. Sanatçı, toplumda kimsenin söyleyemediği şeyleri söyleyebilmelidir. Sanat güzellik, güzellik de ahenk olduğuna göre, sanatçı güzeli yaratma peşinde olmalıdır. Güzellik özneldir. Benim güzel bulduğumu herkes güzel bulmayabilir. E, bu durumda sanat her zaman güzelliği mi işler?
Sevgili Sanat, bir de şu sanatçı görünmek hastalığı var ya, ona ne demeli; sanatçı görüneyim diye mesela; görünüş olarak James Dean’e, Elvis Presley’e ya da Marilyn Monroe’ya benzemeye çalışmak gibi. Eğer sadece dış görünüşle sanatçı olunuyorsa, mesela ben de birine benzeyeyim de sanatçı olayım; kime benzesem acaba? Tamam, buldum: Ben, The Godfather (Baba) filmindeki Marlon Brando’ya benzemek isterim. Meğer ne kadar da kolaymış sanatçı olmak! Böyle yaparak, şimdi ben ünlü bir sanatçı mı oldum yani?
Sevgili Sanat, şimdi ben bunları seninle konuşmak için nereye gitmeliyim. Kıraaathaneye gitsem, olmaz. Kahvehaneye gitsem, o da olmaz. Birahaneye gitsem, zaten o hepten olmaz. Peki dershaneye gitsem, onu hükümet hükmetti, kapattı. Geriye kaldı pastahane, onun da “ha”sını biz düşürdük. Pastane olur mu? “Sence”. (Ya sence…)
Sevgili sanat, şimdi seninle bir oyun oynayalım. “Nereden çıktı bu!”(şu erkekler oyun oynamayı niye bu kadar çok seviyorlar ki) Ne dedin? Duymadım sanma! Suratını astığını hissettim. Merak etmiyor musun? Ediyorsun, ediyorsun! (Bu sırada bir ses!) “Olur mu ?”dedin, “Yok! Olmaz!”dedim. Allah allah, yine kendi kendime konuşuyorum galiba.
Sevgili Sanat, yok mu böyle aşk sarhoşu olacağımız bir yer... Ayın dünyayı simlerle süslediği karanlık bir gecede, ışığı hiç sönmeyen bir fener alsak elimize, deniz deniz dolaşsak, bir deniz ülkesine varsak. Orada Annabel Lee’yi bulsak; ona aşkı sorsak. Ne der! Aşk için ölmeye değer, der mi? Rodrigo’yu bulsak, Deniz Gezmiş’in idam edilmeden önce Rodrigo’nun Gitar Konçertosu dinlemek isteği gibi (adama bak!), biz de Rodrigo’nun bizzat kendisinden bu Konçerto’yu çalmasını istesek. Bu sırada kimi kez sarı saçlı, yeşil gözlü, sarışın ya da kimi kez siyah gözlü, siyah saçlı, beyaz tenli sanat harikası sevgiliyle göz göze duygu yoğunluğu içinde bir alemden bir başka aleme geçsek. Orada Bizet’nin Carmen’ini kendimizden geçerek izlesek. Şafak vakti güneş doğarken Edgar Allan Poe gelse, bize gerçek hikayesini anlatsa; Annabel Lee (eşi Virginia Eliza Clemm Poe)yi ne kadar çok sevdiğini anlatsa…
Sevgili Sanat, bugün tüm bunları düşündüğüm için, belki epey bir zaman görüşemeyiz, sana bir cümle söyleyebilir miyim? Bak bej rengi kıyafetin üzerine haki yeşil bluz giymişsin (hep haki yeşil renk diyor, kafasına takmış, bakalım lafı nereye getirecek) Bugün günlerden ne? (Günleri neden sorar ki) Neden haftanın her gününe ayrı adlar verilmiş. Ne gerek vardı? Dudak bükme öyle. Haftanın her gününe “sev”mekten sevgi, sevda, sevil, s… gibi sözcükler türetilseydi de onlar günlere ad olarak verilseydi olmaz mıydı? Neyse. En güzel aşklar masallarda anlatılıyormuş. Dönüp baktım sana, yani yüzüne; kalbim sarsıldı, içim titredi, dilim tutulacak gibi oldu. (O zaman bakmasaydın, ben sana bak mı dedim, kendini niye bu kadar zorladın). Ama yine kendimi zorlayarak da olsa sana “Bu sabah çok güzelsin!” diyebildim.
“Öyle” mi? (neden böyle söyledi acaba? bilmediğim bir şeyi ima mı etti ne)
Şurada tatlı tatlı konuşurken birden bire “öyle” deyip muhabbeti bitiremezsin; eğer bitirirsen, muhabbet kuşları bir daha ötmez. (muhabbet kuşu da nereden çıktı) Radyoda “Historia De Un Amor” çalmaz olur. (Daha başka) Bunu gören taş kalpli güzellik tanrıçası Afrodit ağlamaya başlarsa ne olur. (onu da mistik heykeltıraş Antakyalı Aleksandros düşünsün, bari buna ben karışmayayım)
Sevgili Sanat, “farklı güzel olmak" da ne ki, ya da garip bir çekicilik. Ona sormalı. (kime) sevgiliye. O zaman iş değişir. Çünkü seven gönül her zaman, her durumda sevdiğini güzel görür.
Sevgiyle kal.
Yaşar Yıltan
NOT: Bu yazı Güncel Sanat kültür, sanat, edebiyat dergisinin 71. sayısında (Mart-Nisan 2021) yayınlanmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.