- 445 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
AKASYA AĞACI İLE SOHBET
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Edirne kapı lisesinde verdiğim Milli güvenlik dersinden çıkmıştım. Sultan Ahmet’e geldim. İnsan İstanbul’da gezerken bir yandan tarihin sayfaları arasında dolaşıyor gibi ,diğer taraftan bir doğal güzelliğiyle bir masal şehrinin içindeymiş gibi hissediyor kendini insan. Cami’nin etrafında bulunan banklardan birine oturdum. Kıpır kıpır bir şehir. Her milletten insan var. Camiye girip dua ettim. Sonra, dışarı çıktığımda, kadim dostum Mehmet şahin aklıma geldi. Sultan Ahmet’te Kütahya talebe yurdu olduğunu duymuştum. Telefon edip çay içmek için uğrayacağımı söyledim. Bana “Dışarıda olduğunu ama ,birazdan gelip beni gelip alacağını ancak bunun bir saate kadar zaman alacağını” ısrarlı bir şekilde söyledi.
Büyük bir akasya ağacının altındaki banka oturup beklemeye başladım. Hayli zamanım vardı. Başımı kaldırıp çınar ağacına baktım. Sanki onda da bahara hazırlanmanın telaşlı sevinci var gibiydi. Dallar tomurcuk lanmıştı. İçimden akasya ağacıyla sohbet etmek geldi. Akasya ağacının benim yaşamımda önemli bir yeri vardı. Onunla sohbet etmek düşüncesi hoş bir duyguydu. Ağaçlar bizim lisanımızla konuşmaz ama bizimle iletişim kurabilir ve çok iyi bir dinleyicidir.. Evrendeki her şeyin birbiriyle etkileşimi bir şekilde iletişimi vardır. Ama biz günlük hayatın telaşı içinde bunları düşünmeyiz. İşte bu gün fırsatım doğmuştu. Bir telaşım yoktu ve akasya ile birlikteydim. Akasyanın yaşlılığı dikkatimi çekmişti. Bedeninin kalınlığına, boyunun yüksekliğine bakınca gülümsedi.
“Biz insanlardan farklıyız. Siz yaşlanmaktan korkuyorsunuz. Hatta kendinizi genç gösterebilmek için olmadık maskaralıklar yapıyorsunuz. Oysa biz yaşlandıkça olgunlaşıyoruz, değerimiz artıyor. Hatta anıtlaşıyoruz. Anıt ağaç oluyoruz. Daha muhteşem oluyoruz. Aslında düşünseniz ve bizi örnek alsanız siz de yaşlandıkça daha muteber olursunuz. Ah insanlar ah! O kadar gereksiz değerler oluşturup sonra da onun oyuncağı haline geliyorsunuz ki! Bir an akasya ağacı bana bir ayna gibi geldi. Ona bakıp kendimi ve insanlığı görüyordum. Akasya ağacı konuşmaya devam etti. “Senin gibiler az kaldı. Şu gençler gölgemde oturur saatlerce cep telefonlarıyla konuşurlar. Ne dallarımdaki kuşların sesini ne de yapraklarımın fısıltılarını duyarlar. Acırım onlara, dijital bir dünyanın içine girer çıkamazlar. Bizim aya, güneşe ve yıldızlara doğru yol alıp onlarla konuştuğumuzu duyamazlar.”
”Bazen âşıklar, çaresiz insanlar gelir, otururlar gölgeme. İçin için hüzünlü türküler söylerler. Sessizce dinlerim onları,. Onlar fark etmez ama çevredeki gürültüyü onlar için azaltırım, Benim de içim yanar. Ben yaşlandıkça içim oyuk oyuk olur. Bilmezler ki bu oyuklar insanların acılarını paylaştığım için derinleşmiştir.”
Akasya yaşlı bir bilge gibiydi. Sözlerine devam etti. “Caminin yanında olmam bana uhrevi bir hava veriyor. Burada edilen dualardan ben de enerji alıyorum. Evrende her şey birbirini etkiliyor. Namaza gelen yaşlılar burada beklerken, neler konuşurlar neler. Ben artık insan sarrafı oldum. Bazıları kahveye gelir gibi camiye geliyor, alışkanlık edinmişler. ‘Neden böyle diyorsun?’diye soracak olursan, bunu gereksiz konuşmalarından çıkarıyorum. Kirli bir siyasetin, çıkarcı bir ekonominin, dedikoducu bir sosyal ilişkinin konularıyla hemhal olmuşlar. Bunlar bir kahveye de gitseler aynı şeyi konuşacaklardır. Ama mübarek insanlar da var. Onlarla biz yürek yüreğe konuşuyoruz. Ben yapraklarımla tozları, gazları temizleyip onlara bol oksijenli hava sunarken kutsal bir hizmeti yapmanın keyfini yaşarım”
Bir an içimden Karacoğlanın bir şiiri geçti. Yüksesle okudum
“Karacoğlan ben de geldim gederim/
Her nereye varsam medhin ederim/
Seni tarihlere kayıt ederim/
Ne zamandan beriyi?’ bilirsin çınar”
Akasya ağacı bu sözlerden etkilenmişti. Coşkuyla devam etti. “Ağaçlar tarihte Türkün efsanedir. Osmanlı’nın kuruluşunda bizimle ilgili bir menkıbe vardır. Osman Gazi bir gece Şeyh Edebali’nin zaviyesinde misafir kalmıştı. Gece, istirahat etmek üzere odasına çekilmişti. Fakat yatmak üzereyken rafta gözüne ilişen Kur’an-ı Kerim’e saygısından dolayı yatamamıştı.. O gece sabaha kadar Kur’an okudu. Vakit sabah ezanına yaklaşmışken Kur’an elinde, yaslandığı yerde, tatlı bir uykuya daldı . Sultan Osman Han. Uyurken bir rüya gördü. Rüyasında kendisi Şeyh Edebali’nin yanında yatıyordu. Edebali’nin göğsünden bir hilal doğdu. Hilal yükseldikten sonra büyüdü büyüdü ve dolunay haline gelince kendi göğsüne girdi. Daha sonra göğsünde bir ağaç bitip büyümeye yükselmeye başladı. Bir çınar ağacıydı bu. Büyüdükçe yeşerdi, güzelleşti. Dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kapladı. Ulu çınarın gölgesinde dağlar, dağların dibinde pınarlar gördü. Kimi insanların bu sulardan içtiğini, kiminin bahçesini suladığını, kiminin de çeşmeler akıttığını gördü. Bu nedenle Osmanlı Devleti hep ulu bir çınarla özdeşleşmiştir.” Anadolu’da, yorgunlara, sohbet edeceklere, çay içeceklere gölgesiyle, ihtişamıyla, temiz havasıyla can veren ağaclar hayatımızın bir parçasıydı. Hatta “çınaraltı” sohbetleri diye bir deyim bile oluşmuştu. İstanbul’a her gittiğimde Beyazıt’ta sahafların bulunduğu yerdeki Çınaraltı Çay Ocağında çay içip kitap sohbeti yaptığım günleri düşündüm.
Akasya ağacı ile sohbetimiz, muhabbetimiz bitmek üzere ikin,
“ Benim askeri lisede ,dertlerimi anlattığım,çaresiz kaldığımda gidip altında ağladığım, sarılarak sevinçimi paylaştıgım ve yalnızlığımda arkadaşım olan bir akasya ağacım vardı. Onunla sohbet edercesine mutlu olduğumu ve kendisini hep ziyaret edeçeğimi “ söyleyip sarıldım akasya ağacına. Güçlü dalları ile sardığını hisederek çok mutlu oldum.
Muhsin OKGİL
13.07.2016
Çınar ağacı adlı makaleden esinlenerek yazdım
YORUMLAR
Evet Sayın yazarımız, ne güzel bir anlatımdı efendim,
gençlerimizin okumasını çok isterim bu anlamlı sayfanızı. Yaşlanmayı doğayla bütünleştirmeniz harikulade. Doğayla ilgili olsalar o ince detaylar bir kitap okutur insana. Maalesef yeni çağlar hepsi değilse de çoğunluğu farkında bile değiller sizin anlatmış olduğunuz detayları. Aslında bazende şöyle düşünüyorum, çocuklarımıza bağ , bahçemi kaldı. Kaç çocuk kelebek kovalamıştır bahçelerde, ateş böceklerini kaçı görmüştür, meyveyi dalından kaç çocuk yemiştir. Var olan , çiçeklerin, ağaçların güzelliğini bile farkında değiller. Bahçelerde büyümediler yeni nesil, belkide ondan ilgilenmiyorlar.. Bir dönem yuva öğretmenliği yapmıştım. Işıklı böceğin masalını anlatsana bir daha bize diyordu minikler.
Ağaçlar bizim lisanımızla konuşmaz ama bizimle iletişim kurabilir ve çok iyi bir dinleyicidir. Akasya ağacı bu sözlerden etkilenmişti. Coşkuyla devam etti. “Ağaçlar tarihte Türkün efsanedir.
( Ağaçlar dilsizdir ,fakat sevgimizi ,ilgimizi hissederler ben inanıyorum. Bazı çiçeklerin güzel bir müzikle gelişip büyüdüğünü bir dergide okumuştum...
Mis gibi akasya kokusu yayıldı efendim yazınızın bitimine kadar balkonuma. Akasya sohbetiniz ne güzeldi Muhsin OKGİL bey. Kutluyorum bu güzelliği...
Emeğe Saygımla...
Oya gedik tarafından 7/14/2016 1:07:31 AM zamanında düzenlenmiştir.
Tamâmını, tâne- tâne ve anlayarak okudum...
İki şey dikkatimi çekti; Câmi kelimesini doğru yazmanız ve
canlılarla ve özellikle, nebâtatla konuşmanız.
Millet, uzayda aradığı ile burnunun ucunda duranın aynı olduğunun farkında değil;
sanıyor ki; yabanda yenecek demir, suda pişirilecek altın var; oysa, dünyâ, kâinâtın canlı cenneti.
Hürmetle Selâmladım...
kadiryeter Kadir Yeter.
14 TEMMUZ 2016 Perşembe. TRABZON.
tp://edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=155834
kartanefem Muhsin OKGİL