- 548 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
"hala uyanmayı mı bekliyorsun…”
düş mü dersin seni uyandıranın, yoksa kasvetin miydi uyku arasında boğan…yanışın var mı, kahrın bardaktan boşalan gözyaşın…hepsini sakla!
Sakla ki geçmişinle yarına taşınasın, sakla ki yamalı gülüşüne bir renk katasın…zor mu geldi bu, haklısın zordur insan elbisesine sıkışan canı bulmak…
Bu ne mi, test değil dışarıda aç köpekler kuduz tehlikesiyle baş başa, hemen yakınımızda bombalar atılmakta ve hemen içimizde şehitler son yolculuğa bırakılmakta…hala uyanmayı mı bekliyorsun…
Yaşamının çekilmez olduğunu mu düşünüyorsun, demek ki senin evini vurmadılar kulak zarını parçalayan şarapnel parçaları düşmedi ve yine acıdan kıvranan insanlar kapını çalmadı…
Ne gerek var, hayat senin onların ki hayat, duyarsız olmadığını biliyorsun, ama yapacak bir şeyin yok…kapına düşerse ama diyemeyeceksin, masumum diye feryad edemeyeceksin…çünkü bitmiştin zaten, kendi içinde yaptığın yolculuk kısa sürdü…zordur kendinle buluşmak…
Ömür ne güzel bir çeşme değil mi, acısıyla demleyip tatlısıyla tebessüm sunuyor sana…yoksa o tebessümlerden nasibini almadın mı, demek ki vakit var…daha çok demli çay içeceksin, daha çok tüketeceksin kahveni, daha çok boğacaksın sigara dumanıyla ciğerlerini…
Evet evet memnun değiliz, kiramızı zor ödüyoruz faturalarımız çığırından çıktı, üstüne üstlük hesapsız alışverişler yaptık…sonra da güm bir taş oturdu midemize…
Yanlışı biz yaptıysak düzeltebiliriz, yaşama dönüp kendimizi ince bir elekten de geçirebiliriz…sonra da ömür neden demlenir diye sorabiliriz…olgunluğumuzun ham meyvesine bakabiliriz…neden gören kör olduğumuzu bulabiliriz…işten güçten vakit mi kaldı ki biz sorguya çektik kendimiz…mahkemesiz savunma mekanizması aklımızla oturduk o masaya…
Sınıfta kalmış bir çocuk gibi gizledik, örtük kusurlarımızı, sandık ki böyle daha çok sevilir daha çok saygı duyuluruz…hem ne gerek vardı iç sayfamızı dışarıya açmaya…biz biliyorduk zaten kendimizi…o da hiç bilemeyişimizdi…
Örselenmiş bir yanımız mı var, yoksa keyif mi oldu yaşananlar daha çok kazanç daha çok mutluluk getirir diye mi inandık…bu yüzden miydi hayatla dalaşımız…kim mal varlığıyla huzurlu ve mutlu, kim sevildiğine güvendiği için uçuyordu…bütün noktaları birleştirince sevgi ocakta pişmeyince huzur gelip yerleşmez ki…
Önce inan, sonra kendini sev yaradan seni sevgiyle giydirdi, gördüğün, duyduğun, tattığın her şey senin içindi…gördüğünü gösterip, duyduğunu bir nota katıp anlatabildin mi, ya tattığını bir başkasıyla paylaşabildin mi…özünde geçen her şey seninleydi bir başkasıyla değil…sendin hayatın canlı ama yalan, yani bu evrende kalıcı olmayandın…
Köprülerin yıkıldı sanma, usta da sensin çırakta, toplayıp alet çantanı başlarsın inşaata…günün tazeliği dolacak usuna…biliyorum hissedeceksin varlığının yok oluşunu, yok oluşun varlığa geçişini bir anlıkta olsa…
İlmin sevgi olsun, matarandaki aşk elindeki yol gösterici asan olsun başında selamla taçlanan taç…kendi krallığın hüküm sürsün her dem…unutma ölmeden doğulmaz bu dem başka bir dem kalemde mürekkep damlamaz…
Sokakların gürültüsü, arabaların kornası, saçına sinen egzos dumanı karıştırmasın cehalet hırkanı…yaşıyorsun nefesinle bazen yaralı cümleler içine işlese de…o yaraya ilaç sendedir sende ey dost…bir an sözü içine versene!
İlknur Köknar
YORUMLAR
Çok güzel bir öykü okudum teşekkürler. Sağlıkla kalın.