- 743 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NE GÜZELDİR YAŞAMAK
NE GÜZELDİR YAŞAMAK
Bir türlü akıl erdiremiyordu. " Ne zaman, nasıl düşmüştü?" Böylesi bir yere. Hiç bir şey de hatırlamıyordu zaten. Belleği de, bedeni gibi kaybolmuştu zifiri karanlığın ortasında. Ağır ağır kaldırdı başını gök yüzüne, bir süre öylece bakakaldı. Gözleri ay ve yıldızları aradı göğün derinliklerinde. Her gece gülücükler saçan ay kaybolmuştu nedense. Suda balıklar gibi oynaşan yıldızlar da saklanmışlardı bilinmez yerlere.
Sonra belki bir ışık umuduyla ufukları taradı gözleri. Bir mum ışığı da olsa razıydı gecenin aymazlığına direnen. O da yoktu. Sadece yaprak hışırtıları bozuyordu gecenin sessizliğini. Yaprak hışırtılarını dipsiz karanlıklardan gelen düşmanlarının zafer naraları olarak algılamaya başlamıştı ki irkiliverdi. Bir an aklının da kendisini terk edeceği korkusu sardı benliğini. Bağırdı var gücüyle gecenin boşluğuna. Sesi dalga dalga yankılandı sonsuz boşlukta.
Bağırdı, bağırdı. Bir süre sonra bağırtıları, hıçkırıklara dönüşmüştü. Yenildiğini düşünüyordu bu acımasız savaşda. Teslim olmuştu ve akıbetini bekliyordu. Ağlıyordu kara yazıyla yazılmış kaderine isyan ederek.
"Teslim olmak zayıflıktır, haklıyken haksız duruma düşmektir" dedi dağılmakda olan aklını toparlayarak. Kurtulacaktı bu lanet olası karanlıktan ve mutlaka ulaşacaktı aydınlığa. Bir anda ağzından yayılan hırıltılar bir türküye dönüşüverdi, ruhunda peydahlanan bir dürtüyle.
Neler yaşamamıştı ki. Kimlere neler vermemişti. Karşılığında aldıklarını düşününce hazin hazin gülümsedi. Sırtında taşıdığı hançerlerin sayısını bile bilmiyordu. Kimlere kafa tutmamıştı, nelere siper etmemişti göğsünü sevdikleri için. Nasıl da değişmişti dünya. İnsanlar üç kuruşa satar olmuştu, onurlarını. Güvenmek. Neydi acaba güvenmek? Alabildiğne gönlünü açmak değilmiydi? Paylaşmak, dertleşmek, öz veri, saygı sevgi; her biri yokmuydu güvencin içinde? Eğer biterse güven; insanlığın vahşi hayvan sürüsünden farkı kalırmıydı?
Aslında gece de değildi korkusu. Ya ömrü billah yalnızlıksa kaderi. Bu düşünce düşer düşmez aklına acı acı gülümsedi. Belki de mutluydu yalnızlığından. Hiç değilse huzurluydu. Beyinleri alt üst eden, acaba sorularının altında da ezilmiyordu. Tam da bunları düşünürken aklına düşen "yalnızlık Allaha mahsustur" sözleri bir çelişki yaşattı düşüncelerinde bir süreliğine.
Eğer kurtulabilirse bu karanlıklardan karar vermişti kendince. Sahip çıkacaktı en değerli hazinesine. Dağıtmayacaktı sevgisini öyle herkese. Belki ki de bu yüzden düşmüştü bu hallere. "Hele bir kurtulayım, görürsünüz" dedi hem cinslerine yüreğinde biriken sitemle. Hem de yeminler bile etmişti, vermeyecekti sevgisini herkese. Halbuki insanın en yüce duygusuzdu değil miydi sevgi. Gökten düşen yağmur damlacıkları kadar bol ve bereketli olmalıydı. Dağıtılmalıydı, iyiye, kötüye, güzele çirkine. Sevgisiyle yücelirdi elbette insan. Ama olmuyordu nedense. Dünya öylesine değişmişti ki, yüreğinde sevginin zerresi bulunmayanlar baş tacı ediliyordu nedense.
Ağır ağır yürüyor ve bir bir yarıyordu gecenin yüzlerce kat bağrını. Birden bire koşma fikri düştü düşüncelerine. Çılgınca koşmak ve ulaşmak istiyordu acilen bir yerlere. Ya sonsuz karanlığa, ya da bir tutam aydınlığa. Hangisi olursa olsun, kavuşmak hevesiyle başlamıştı koşmaya çılgınca.
Koştukça da bağırıyordu, "en büyük benim, ben insanım" haykırışlarıyla meydan okuyordu tüm karanlıklara . Düştü kalktı. Yine koştu. Ve beklenen oldu. Takıldı ayağı içi kof, çürümüş bir çınarın yanaşma dalına. Acıyla kıvranırken; serseri bir kurşun gibi karanlığı yaran, şehvetle oynaşan ışıkları gördü. Gördükleri leş kokusu almış, bir an önce leşe saldırmanın, sabırsızlığıyla yanıp tutuşan sırtlanların gözleriydi. Keyifle dans ediyordu sırtlanlar. Çıkardıkları seslerden anlaşılıyordu keyiflerinin doruğunda oldukları.
Ne kadar da yormuştu hayat kendisini. Ufacık bir yükü dahi taşıyacak gücü olmadığını düşündü. Düştüğü yerden kalkmamak, "benden bu kadar" diyerek teslim bayrağını çekmek geçerken aklından, utançla kalktı yerinden, dünyaya meydan okuyan bir mitolojik savaşçı edasıyla dikti gözlerini, sırtlanların gözüne.
Yaşamak dedi, yaşamak. Tanrının verdiği en kutsal görevdi kainata. Bir kardelen olmak. İncecik sıska gövdesine bakmadan savaşmak fırtınalarla. Azimle, ısrarla boyun eğmeden aşmak tüm engelleri. Gülücüklerle buluşmak güneşle. Güneşle birlikde dünyaya neşe saçmak.
Çalar saatin gök gürültülerini andıran sesiyle açtı gözlerini. Perdelerinin arasından odasına gülümseyerek giren güneşe bakakaldı bir süre. Uzandı yatağına, keşke bitmeseydi rüyam diyerek, sonucunu da merak ederek, uzun uzun düşündü, hüzünlendi rüyasının etkisiyle.
Davut Tunçbilek/ Keskin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.