- 669 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİZ BÖYLE YANMIYOR MUSUNUZ? -2-
Yaşını 25-30 olarak tahmin ettiğim kara çarşaflı kadının yüzündeki ifade bir anda değişmişti! Gözlerindeki aklar daha belirginleşmiş, kaşları alnına doğru yayılmıştı. Ne soracağımı tahmin etmeye çalışıyordu belki de. Bir iki sözcük uzandı kulaklarıma. Az duyulur bir sesle, “Şey kapanmayla ne ilgisi var şimdi Ebu Süfyan’ın, Muaviye’nin?” dediği anda sert hamleyle giriş yapacaktım, o kara çarşafla örttüğü beynine.
- Sizi duyamadım, ne dediniz? Diye yinelettim sözlerini.
Tahmin ettiğim gibi de oldu: “Hafızım,” diyen kadında bilgi eksikliği vardı. O belli ki, çocukluğundan aldığı -kuru softaların şartlı dini eğitimiyle- kurslarda edindiği bilgilerle ancak kişileri “Cennet ve Cehennem” ile korkutmaya alışmıştı. Şu haziran sıcağında beni de kendi karanlığına çekmek istiyordu. Bu düşüncelerin eşliğinde ona sabırlı davranmalıydım.
- Bakın kapanmayla ilgisi var. Adlarını verdiğim kişiler putlara tapan Kureyş halkının yöneticileriydi. Sapkınlık içindeydiler. Muaviye putlara tapanların komutanıydı. Müminleri hedef alıp zulmeden, zalim biriydi. Ahzap Suresindeki ayetin açıklamasından da anlaşılıyor ki İslam dininin elçisi Peygamberimizin ailesi ve ona inananlarının canları tehlikedeydi. Belki de çarşaf o insanları gizleyecek, kötü sonuçlardan korunması için indirilmişti. Kız çocuklarını diri diri gömen bir zihniyetten başka nasıl korunabilirdiler?
Siyah çarşaflı kadın yüksek sesle itiraz etti:
- O düşünceyi geçin. Eskilerde kaldı. Biz şimdiye bakalım. Sabır gösterip kapanalım. Mümin kadın, helalinin dışında başka bir erkeğin dikkatini çekmemeli, kendini şehvetle teşhir etmemelidir. Aksi halde cehennem ateşinde yanmayı göze almış demektir.
Kadın sesinin tonunu gittikçe yükseltiyordu. Anlaşılan bindiğimiz otobüsün yolcularından kendisine sessiz dinleyici taraftarları vardı. Zira bakışları benim dışıma kaymıştı. Onu, “Yavaş konuşur musunuz, sizi duyabiliyorum,” diye uyarmak zorunda kaldım. Kadın susmadı. Susacak gibi de değildi. Onun anlayacağı dilden konuşmak gerekirdi. Ya sabır, çektim içimden Ve üzerine kafadan giriş yaptım.
- Peki, Kuran’a inanıyor musunuz?
Sesini kıstı. Anında yapıştırdı “ Evet, inanmayan kâfirdir.” diye yanıtı.
- Peki, Kuran Allah kelamı mıdır?
- Tabi ki de…
- O değiştirildi mi?
- Hayır! Allah kelamı asla değişmez!
- Peki, siz Coco Cola içiyor musunuz?
- Hayır asla!
- Neden?
- Çünkü o İsrail’indir.
- Hımm, çakk! Harikasın. Beğendim bu duruşunu!
Kadın ister istemez sağ elinin ayasını ona uzattığım elime uzatıp, şaklattı. Belli ki verdiği yanıttan hoşnuttu. Gözlerinin içi gülüyordu. Ama yine de o gözler ürkek ve tedirgin bir ifade vardı. Bu kez yüzüne bir çocuğun edası yerleşmişti. Yumuşamıştı. Beklediğim tepkiydi. O anı iyi değerlendirmeliydim.
- Madem hafızım, dediniz. Üstelik on yıldır bu misyonu üstlenmişsiniz. Büyük sevap işliyorsunuz. Size birkaç soru soracağım. Yanıt verirseniz, simsiyah giyinmenizi anlayacağım. Önyargısız konuşuyorum. İnanın bana lütfen.
Yarı ikna olmuş gibi omuz silkti:
- Tamam, sorun…
Bu ara bakışlarımı yola çevirdim. Beş on dakikalık sürem vardı. İneceğimiz yere çok yaklaşmıştık. Kısa dakikaları çok iyi değerlendirmeliydim. Ne anlatmış olsam kadına hikâye gelecekti. İlk sorumu sordum:
- Maide Suresinin 51. Ayeti ne der?
- …
Suskunluğunu anlamazlıktan geldim:
- Bilmiyor musunuz?
- Biliyorum da kapanmayla ilgisi mi var? Diye düşündüm bir an…
- Anlamı nedir?
- Siz söyleyin o halde…
- Hayır, sen söyle…
- Bakın Kuran’ı tek bir ayetle tam yorumlayamazsınız…
- Anladım. Ayeti bilmiyorsunuz. Bilseydiniz benim ne demek istediğimi anlardınız. O halde eve gider gitmez o ayet üzerine düşünün. Ne dedi Rabbim? “OKU”.
- …
- Coco Cola’nın, İsrail’in 51. Ayetle, Kuran’la ne bağlantısı var? Bana neyi anlatmaya çalışıyorsunuz, siz?
- Hem de çookkk bağlantısı var. Anlatmaya çalıştığım aslında din simsarlarının siyasi oyunları. Anlatmak istediğim dünya barışı…
- Nasıl yani?
- Peki, ikinci sorumu sorayım. Zira az sonra ineceğim. Benden kurtulacaksınız. Korkmayın sizi fazla yormayacağım.
- Yok, canım daha neler. Ben Allah’tan başka kimseden korkmam!
- Tamam, sorum şu: İSLAM sözcüğünün Türkçe anlamı nedir?
- Selamet.
- Hayır değil. O Arapça bir sözcüktür. Ben size Türkçe anlamını sordum.
- Ee, bende verdim işte. İslam demek, selamet demektir. Kurtuluş demektir. Sizde bunu anlayın.
- Hayır, İslam sözcüğünün Türkçe anlamı: BARIŞ demektir.
- Eğer ki, sizler İŞİD ve Muaviye, Ebu Sufyanlar gibi Allahuekber, diyerek kafa kesme düşüncesini benimserseniz, dünyaya asla BARIŞ gelmeyecektir. Günümüzde bir çok örneklerini görebiliriz: Örneğin İran… Ne halde? Oysa 1930’ların İran’ı son derece çağdaş ve aydın insanların ülkesiydi. Baskıyla yönetilen İran halkı daha ne kadar sabır gösterebilir ki? İranlı kadınlar kafalarını açtılar. Saçlarını kazıttılar. “Bütün iş saçı örtmekse, işte saçımız yok artık, zina da yok!” dediler. Biz bir İranlı kadın kadar mantıklı bakamazsak, asıl o zaman yandık hanımefendi. Değiştirin artık şu karanlık düşüncelerinizi.
- İranlı kadınlar yanlış yapmış.
- Peki, Pakistanlı kadın da mı yanlış yaptı?
- O da kim?
- Sizin gibi hafız bir ilahiyat öğretmeniydi. Demek onun nasıl öldürüldüğünü de bilmiyorsunuz.
- Nasıl ölmüş ki?
- Anlatayım o halde: Adı Ferhunde’ydi. O sizin gibi 25 yaşlarında bir genç kızdı. Cami çıkışında muska yazıp, büyü yapan bir mollaya, “Yaptığınız yanlış. Günah işliyorsunuz! Ey ahali, bu adam dinimizi istismar ediyor. Asıl yolunuz Kuran. Kuran’da büyü günah. Tılsım günah…” diye tepki verdiği için ilk taşı kafasına o molla tarafından yedi. Halk arkadan geldi. Yetmedi, benzin döküp yaktılar. Yetmedi, binanın çatısından aşağı attılar. Yetmedi, ayaklarıyla ezdiler. Yetmedi, arabayla üzerinden geçip o öğretmeni öldürdüler. Şimdi sorarım size; hangi öğreti doğrudur? Kuran’da yazılı ayetler mi, yoksa o mollanın, -ticari amaçlı- yazmış olduğu muskalar mı?
Emine Pişiren