- 769 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Kamçatka
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Borisin gerginleşmiş yüz hatları ve bilmediğim rusça küfürleri iyice canını sıkmaya başlamıştı. Uçak yarım saatir herşeye aşırı reaksiyon gösteriyor yalpalıyordu. Arka taraftaki japon çift korkulu gözlerle ingilizce birşeyler soruyor Boris iğrenç bir aksanla cevap veriyordu.
Japon kadının ani çığlığı sonrası Boris bana dönüp düşüyoruz bir yere inmemiz gerek yoksa kurtaramam bu uçağı dedi.
- İn o zaman pezevenk seninle tanıştığım güne lanet olsun kamçatkaya gidecekmişiz aha ölücez burda uçak düşmese soğuktan donarız.
- Merak etme donma olmaz yaz aylarındayız sonuçta ama boz ayılar yer belki bizi
- Ooo içime su serpildi
- Kurtlar falanda var işte bide yerli halk
- Ooo tam ziyafet
- Hayatının en heyecanlı zamanı olacak bu
- Siktir git Boris bu japonları niye aldın peki uçağa oysa ben Moskova’ya gelirken sadece ikimiz gider döneriz demiştin
- Çok iyi para verdiler bunlar jeologmuş galiba bölgeyi inceleyecekler bizimle gidip dönecekler.
- Seni dövebileceğimi bilsem çoktan saldırmıştım lan daha inmemiz bile meçhul ne dönmesi.
- Sıkıntı yok yaslan arkana yak bir sigara
İsmeti kıskandırma hayalleri kurduğum bu gezide muhtemelen ölecektim her ne kadar araştırma yapmış olsamda. Alkolik Boris iki japon ve ben Kamçatkada bilinmeyen bir yere inmeye çalışıyorduk. Asıl adını telaffuz edemediğim için Boris diyordum ona Japonların adını falan bilmiyordum onlar yarışmanın süpriz isimleriydi.
Boris otuzbeşinde 1.90 boyu ve 100 kilo haliyle üçümüzün yanında dev gibi kalıyordu hadi ben yine Borisin ebatlarından uzak olsamda boy ve bünye olarak cüceleşmiyordum onun yanında ancak Japonlar için durum gerçekten kötüydü. Tarihi olarak Japonyanın Kamçatkadan bir deprem vasıtasıyla kopmasıda ayrı güzelliktir aslında aradaki kara bağlantısı kapanmıştır. Bir diğer mesele Rusya ve Japonyanın Kuril adaları sorunu nedeniyle hala resmi olarak savaşta olması 1945 den bu yana bir barış yapamamış olmaları komedisidir.
Boris uçağı kan ter içinde indirmeye çalışırken bende göz ucuyla Japonları izliyordum ikisinin yüzündeki endişeli ifade sapkınca bir zevk vermekteydi bana. Yarı yarıya düşen bir uçakta Temel fıkrası gibiydi halim. O an sinirlerimim gerçekten bozulduğunun farkına vardım.
Bir sigara daha yakıp Borise düşmezde inersek tam olarak nerede olduğumuzu bilinme ihtimalini sordum.
- Merak etme bu japonlar çoktan sinyal göndermiştir bile aslında inince sadece beklemek yeter bizi bir haftaya bulurlar. Senle ben devletlerimiz için pek önem arz etmesekte çekik gözler sayesinde kurtuluruz diye kahkaha atmaya başladı.
-Kamçatkanın ıssızlığında bir hafta diyorsun diye sinirli sinirli yüzüne baktım
- Ben bir hafta demedim bu iki günde olabilir bir haftada olabilir bir ayda ama elbet bulurlar bizi sen merak etme.
Küçük sevgili uçağımız giderek daha da sarsılmaya başlıyordu. Ölüm korkusu denen menem şey iliklerime işlemeye başladıkça gözümün önüne geçmişimde yaptığım aptallıklar yerine geleceğimde yapmayı planladığım hayaller geliyordu. Dua etmeye başladıktan sonrası daha da heyecanlıydı.
Ana avrat bir küfrün ardından oturduğum yerden yere iyice yaklaştığımızı fark etmemle uçağımızın birşeylere vurmaya başladığını hissettim.
Emniyet kemerlerini bağlayın diye bağıran Borise kemer yok burda tokasını sana sokucam diyerek oturduğum koltuğa sıkıca sarıldım. Uçak biryerlere vuruyordu yaşlı kuş dağılıyordu sonrası midemin bulanması ve o bayaz ışıktı.
Beyaz ışığa doğru yol alırken karşımda kanatlı melekler görmeyi bekliyordum.
Dinlerde meleklere cinsiyet atfedilmesede dört büyük melek dışında geriye kalan melekler bence eril değil şefkat yönüyle daha çok dişilmiş gibiydi. Yani beyaz ışığa giden beni kanatlı ve güzel melekler beklemeliydi elbette bunda çoğu kültürde melek adının daha çok kadınlara verilmeside etkiliydi. Işığa koşarken sol kolumum ağrıdığını hissediyordum ölmüş bir insan için bence bu saçma bir ağrıydı.
Yaklaştıkça ışık daha da görünür oldu evet orada bir silüet vardı kesin cennetliktim ben. Silüete iyice yaklaşınca bu kişinin bana tanıdık gelmesi aptalca idi belkide ama hayır bu İsmetti.
- Melek mi oldun lan diye kekeledim
- Yok kanka ek iş ekmek parası işte diye pis pis güldü
Bu kötüydü işte arkamı dönüp geldiğim yöne doğru topuklarım mabadıma vura vura koşmaya başladım İsmet arkamdan
- Bensiz kamçatkaya gidersin ha böyle kalırsın salak diye bağırıyordu.
Kolumdaki sızının dayanılmaz oluşuyla beraber çığlık atarak uyandım. Kafamı çevirdiğimde kolumu elindeki bezle sarmaya çalışan Japon kadınla göz göze geldim. Uyanmış olduğumu gören kadın gülümseyerek kolumu sarmaya devam etti gözlerim Borisi arıyordu ölmüş müydü acaba ortalıkta yoktu. Kadın kolumu sarmayı bitirince ona teşekkür edip.
Aksayarak yerimden kalkıp uçağın enkazından çıktım.
Sonradan adının Yosuke olduğunu öğrendiğim erkek Japon elindeki telefona bakarken görüp Borisin nerede olduğunu sordum.
Etrafa bakmaya gittiğini söyleyerek nasıl olduğumu sordu
Borisin ölmediğini duymak içimi ferahlatmıştı ona teşekkür edip iyi olduğumu onun nasıl olduğunu sordum.
Dördümüzde iyiydik S.O.S sinyali uçak düşmeden gönderilmişti yani elbet bulunacaktık. Kolumda fazla bir ağrı yoktu ama iyi kanamıştı. Uçağın enkazına dönüp bavulumu ve sigaramı aramaya koyuldum. Bavulumu bulmak önemliydi üşüyorduk kanda kaybetmiştim bavulu bulmuştum bavuldan momtu çıkarıp giydim. Bir sigara yakıp etrafı gözlemeye başladım japonlar hararetle birşeyler konuşuyordu. Bizi kesip yemeklerinden korkuyordum. Donner parti diye bir olay vardı sonuçta.
Sigaram yarısına gelmeden Boris çıkageldi
Günaydın uyuyan güzel demeyi ihmal etmeden hadi ateş yakalımda bişeyler yiyelim diyerek japonlara doğru yürümeye başladı.
Ateşi hızlıca yakıp Borisin istiflediği hazır konserveleri ısıtıp yemeye başladık.
Bu arada Boris çevreyi anlatıyordu japonlarda ellerindeki haritalara bakıp nerede olduğumuzu bulmaya çalışıyordu. Ben sadece yiyordum aç ayı oynamaz sözünün aslında Ruslara ait olduğunu bildiğim için Borisinde karnını doyurmak için verdiği çabaya gülüyordum. Japonların derdi ise yemekten çok bulunduğumuz yeri bulmaktı. Hava yavaş yavaş soğumaya başlarken ateşe daha da yaklaşıyordum. Bu sırada adının Hinata olduğunu öğrendiğimiz kadın aslında buradan kendimiz kurtulabiliriz şehre yirmi kilometre yakınlıktayız burada beklemeye gerek yok. Kabul ederseniz yarın sabahtan yola çıkalım dedi beklemektense hareket etmek iyidir diyerek bunu Borisde bende kabul ettim. Şimdilik herşey iyiydi tek sorun gecenin yaklaşmasıydı bu yüzden vahşi hayvanlara karşı nöbet dağılımı yaptıp iki tüfek bir tabanca vardı buda en azından ateşli silahla vahşi doğanın gücüne karşı durabilmek demekti. İlk nöbeti Hinataya ikinciyi Bana üçüncüyü Yosukeye sonuncusunuda Borise yazdık. Gece boyu ateşin yanmasıda önemliydi zira ışıksız herşey çok zor olurdu.
Borisle ben ateş için odun toplarken japon çift uçaktan uyku tulumu el feneri gibi eşyaları çıkardı herşey hazırdı hava iyice kararmaya başlarken dönüp ateşin etrafındaki yerimizi aldık. Uykumuz gelene ve nöbet sırası başlayana kadar hepimiz birbirimize hayat hikayelerimizi anlatıp zaman geçirmeye karar verdik ilk sıra Borisindi bunu özellikle istemişti.
Ben ve Japonlar sessizlikle onu dinlemeye başladık…
YORUMLAR
hikayeye bir yerden baslamak gerekir elbette giris cok iyi, yabanci karakterler yorucu geldi bana, serpistirilmis turk filmlerine ozgu espriler dikkat dagitiyor.. kabahat sende degil, bende așamadim bunu merak etme..
isin ozu bunlar degil elbette, hayat hikayelerinde gizlenen hayal gucunu merek etmiyor degilim bacanak..
baki selamlar, hörmetler..
Tsukuyomi
yabancı karakter ile yerli karakter yedirmesi zor oluyor. kültürel yapı gibi aslında mesele ıssızlık ve elbette hayal gücü.
selamlarla bacanak