- 605 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Rüzgâr kesiği zamanların içine sığdırılmış bir beraberlik…
Yaşam bu ardımızda bıraktığımız her şey, önümüzde bir engel oluyor ama güç bizde ise mutluluğu yaşamamız gelecektir bu dirençle, yaşamın kaç girdabı var bilinmez ki bazen insan bir kanyonun tam da ortasındayken başlar asıl yaşam…
İşte engebeler ve de sis hepsi ortada durur ve adım atarsın gözü kapalı tekrar yaşama…
Ben sadece acılanmalarda nefes almaları öğrenmişim derken başlar asıl kanyonun bunaltıcı susları usulca…
Bir kara üzüm salkımı sallanıp duruyor gözümün önündeki dalında, zorluyor hayatı kendi kendine kararırken, hayatımı zorluyorum ona baka baka, bir seni düşlüyorum el uzatışınla kara üzüm salkımına, kayboluyorum rüzgârında hayatın…
Aslında gün ışığı yoksunlarıydı bizim el tutuşma zamanlarımız, kahredici düş yorgunlarıydık, umutsuz, uykusuz, belki de bilinçsizdik hayata, sadece gücümüz yüreğimizden çökmüş çıkmış feryatlarımızdaydı, hayatın en kalın ipleriyle bağlıydı bileklerimiz, kimsesizliğin yorgun bakışlarındaki kirpiklerimizdeydi titreyişlerimiz, çoğu zaman soğuk, çoğu zaman korkularımız sallanırdı kirpik uçlarımızdan, kaskatı kasılırdık beden titremeleri ile hayıflanırdık kendi kendimize, yaşanan hayata sahip olamamanın sıkıntısı çökerdi incelen kalp cidarlarına, el tutuşmalarımız hep karanlığın koyu dibinde, korkuların yasak çizgisindeydi, hayatımızı zorlarken haz aldığımız tek cümle vardı “ben sende severek kalmak isterim hayatı ne kadar zorlasak da senle olmak isterdim bu çetin şartlarda” derken bile içimiz üşürdü biz fark etmezdik, çünkü sevginin sıcağıydı içimizdeki yanan kor…
Aslında mutluluğumuzun farkındaydık, umutluyduk hayatın tüm girdaplarından çıkacağımıza, korkularımızın tümü sevgi kümemizde erirdi, kaybolurduk mutluluğun yareninde, hayatın tüm çıkmazları ışıklıydı aslında bizim için, küskünlüğümüz uzaklara idi, uzakların korkusuna idi, yok saydığımız, ayrılığı yapıştırdığımız uzaklardı aslında, farzederdik ayrılsak, uzaklara düşsek çıkış ne olur, dibe düşmek ne olurdu vesvesesi basardı içimize ve çıkardık kendi derinimizden kendimizce, “ayrılık bize göre değil, yakışmaz bu diklikteki sevgiye” der ve büzüşürdük kendi gölgemize korkularımızı savuşturmak için, tek şey vardı aklımıza hiç gelmeyen, kendi kendimize düşersek bunun çıkışını bilmiyorduk ve hatamız oldu bu günlere kadar sürtünerek geldiğimiz zamana, çünkü riyayı bilmiyorduk, çünkü yalanı bilmiyorduk, çünkü art niyeti öğretmemişti hayat bize, çünkü yalındık kendimize, fitnenin çubuğunu tutmamıştık, çıkar peşinde olmamıştık, suç işlemedik hayatı yalanla aldatmadık hayatımızı ve hayat bizi af etmedi, aramıza giren yalanlar bizim kulemizi yıktı hem de kumdan kalelerimizi dağıttı, işte yine kimdi bunun mesulü?
Sen ve ben, sevgili, biz çoğu zaman yalnızlığın tutunaklarından tuttuk ki çoğu zaman da şimdiki gibi yalnızdık, çoğu zaman sen yalnızlığını bana yapıştırırken, bense kimsesizliğimden kurtuluyorum zannederdim, oysa bir yoldu bu ikimizin de yürümesi kaçınılmaz olmuş sadece cesaretle yol alıyorduk bazen tek başa, bazen de birliktelikten güç alarak, çoğu zaman bu yolculukta kaybolduk, çoğu zaman da düşe kalka tutunduk hayata en acımasızı, senin tek başınalıkla yürümeyi seçmiş olmandı ki hayatı dar etti çoğu zaman ikimize de, önce evlerimizi terk ettik, sonra mahallelerimizi, sonra da başka kentin rüzgârlarında aradık tek başınalıkla bir birimizin seslerini, en acımasızı ise bir birimizin rüzgâra karşı gelen kokularımızı aradık evrende çaresizlikle özlemler içinde.
Buna aşk dendi, buna yalnızlık dendi, buna bunalma dendi, buna riya dendi ama ne denirse densiz acımasız bir terk edilişti ki yıllar süren ağlamalara, acılanmalara, bağrınmalara kapı çarptı durdu…
Biz hayatı kendi kendimize hediye etmeye çalışırken aslında birbirimize adanmışlığımız vardı hep göz önünde ki bu bizi sonsuz bir boşlukta sallanmamıza yetip de arttı bile…
Islanası gelir insanın bazen kahır ve de gamdan çıkarak, ıslanası gelir insanın tüm anılardan yıkanarak ve ıslanası gelir insanın tüm düşüncelerin serpiştirildiği kahır zamanlarından, v e ıslanalım hayatı yeniden yakalamak için ıslak ruhlarımızla, ıslanalım kendi kendime akıttığımız düşünceleri tökezletmek için veya hayatın kupkuru, yek düze zamanlarından kurtulmak için ruhumuzu ıslatalım…
Düşünüyorum da hiçbir zaman bir melek olamadın, hiçbir zaman doğrularda ve adalette kalamadın, tüm olaylara kurgular üretip, ruhumu bir köşeye sıkıştırıp, zevk aldın çaresizliklerimden, sadece gülümsedin zaferine, sadece haz aldın yalanlarından, aldatmalarından, entrikalar çemberinde dolaşmak oyuncağındı benim çaresizliklerimde… Ama unuttun yanıltmaların terse dönüp yanılma olacağını, her karanlığı bir ışık demetinin kesebileceğini, her karanlıktaki raksların tökezleneceğini, inkârcıların hayatlarının inkârlarla son bulacağını, günün birinde çaresiz kalınıp, aslına dönüşeceğini, işte o günlerde yalnızlığın bedeninde şaşkınlıklarla hüküm süreceğini unuttun…
Hep giderdin benden ve hep de gelirdin, bende gidişin kadar sevinirdim gelişine, Bumerang dönüşümüydü bunlar hep, kıran, döken, yaralayan, sancıları içime atılan, kahredici bir düş sonrası gelişindi elime çubuklu al şekerler alışım, hep gelişinde çocuklaşırdım ki her gidişin mezarlık yoluna sokarken beni, artık duygularımın ucu kesildi, körleştim hayata, sevinçlerim çok şeylere bölüştü ki ben aşkı kaybettim, ey sevgili aşktan kopuş var ya beden sancılarına dönüştürüyor insanı...
Evet, unuttun ki güçlerini riyaya kullananların sonlarında acılanmalar olacağını, ergeç günün birinde kendi ruhundaki isyanlarla bunalacağını unutarak, ben en çok seni sevmiştim cümlesine sığınanlardan olunamayacağını hiç aklına getirmemiştin...
Unutma sevgili, sevgide zorluklar çıkaranlar riyaya gömülürken bile yaşam hakkı tükenirdi...
Seni sevmekten, saymaktan başka beklentisi olmayan bir yüreğin de,
günün birinde asileşeceğini, affetmez olacağını, kinlenebileceğini, asi bir yürek olup hayata ve yaşama meydan okuyabileceğini seni de affedilmeyenlerde, affedilemeyenler çukuruna gömebileceğini asla hesaplayamadın...
Biz sevginin asilliğinde bunalımlarla geçirirken zamanı, sevmenin asil gizeminden uzaklaşabileceğini hiç düşünmedin sevgili ve insafsızca yazık ettin hem kendi hem de sana bağımlı hayatları...
Unutma sevgili, sevgide zorluklar çıkaranlar, riyaya gömülürken bile, yaşam hakkı tükenirdi…
Sevdiğine bakıp da sevildiğini anladığında bin yıl yaşar sanırım insan ama ihaneti ve de yalanla aldatılmayı görünce bir sanise de ölür insan yaşamdan kopmak o kadar kolay ki sadece bir bakışa, bir söze endekslenmiş insan, sonsuz hiç bir insan severek kalmamış ki ben mi kalayım, geç bu rüyayı görmek bile kâbus ki sevgi dışı bir söze ulaşınca insan...
Rüzgâr kesiği zamanların içine sığdırılmış bir beraberlik yaşamının sonsuza uzaması beklenemezdi aslında…
Kaprislerin ve riya kurgularının boy gösterdiği anlaşılması imkânsız gizemlerin etrafımı sarmaladığı bir sevgi yaşamının kutsallığından ve de saygınlığından bu günlerde bahsetmek pek inandırıcı olamazdı, sanırım…
Kahredici bir güven duygusunun çemberinde dolanan bu gizemler kesik kesik, an an farkındasızlıkla yaşamıma girmesi, sinir uçlarıma basan acılardan öte ruhsal bir çıkmaza sokuyordu, çoğu zaman bu oyunları çözmedeki uğraşmalarımla...
Bezginlik yaşamıydı şüphesiz bunların toplamı ama bastırılamayan sevme duygusuna bağımlılığım, kendimde onarılması güç ruhsal bozukluklar üretiyordu…
Korkak ve de titrek bir yaşamın tam da ortasında buldukça kendimi, gözlerimden çıkan şimşeklerle baş etmem imkânsızdı…
Umulmazı yaşamamız kaderimizden öte uzandıkça darbeleri de an an an büyümüş oluyordu…
Sadakat aslında çökmeye mahkûm bir duygu idi bu şartlarda…
Aslında tüm acıları birbiri peşi sıra takarak erteliyorduk, saklılarımızın çoğu ertelenmiş acı birikimleri ile doluydu her nefes alışımızda…
Çoğu zaman birikmiş korkularımızın bir anda ortaya çıkıp dehşete dönmüş şekliyle gözlerimden fırlıyordu baş edilmez titreyişlerimin ardına saklanan onu kaybetme korkularıyla
Birleşmesi hayatımın kâbus anlarını yaşatıyordu bana…
Sesim değişmiş, titrek ve ürkek seslerin karışımı bir uğultu sesi oluşturuyordu ürkekliğimin arasında… Aslında nefret duyguları ile sevme iç güdüşünün karışımı olan bir tınıydı bu kendimin bile ürktüğü farkındasızlıkla uçuşan bir yaşamdı bu aslında bir kâbustu çoğu zaman…
Unutulmuş ne kadar acı varsa yaşamında hepsinin ardında gizlenen bir maske olmuşsa, sevgide huzura uzayan yaşam kısıtlanmışsa, tüm sevinçler yok sayılmışsa, acıcık gülmeler çok görülmüşse yaşanmalara, bezginliğin getirdiği ne kadar dar nefes varsa yapıştırılmışsa yaşama, merak ederim geriye kalacak nefeslerin kesiklinin mesulü kimdi...
Artk başka hayatlarda hakkın hiç kalmadı sevgili, hiç bir hayatın varlığında senin özün kalmadı, tüm acılanmalara sebep olurken, yüreği dar nefeslere sokarken, şimdi acılanmaların da artık o yüreği hiç sarsmıyor, oysa senin nefes eksikliklerin de o yürek duracakmış gibi çarparken zar zor tutunulurdu hayata, işte böyle sevgili, boşa geçmiş zamanların dara attığı o yüreğe aslında bir mutluluk borcun olurken bile artık o yürek senden gelecek tüm mutluluklardan uzaklarda yaşam savaşı vermekte, sevmenin öksüzleşmiş bir bedeli ise de bu çoktan ödendi geçti be sevgili, sadece zorlaştırdığın hayat cidden zor geçmekte ama yine de sana rağmen geçmekte...
Merak ederim bu nefes kesilmelerine sebep olanları, sorarım sadece bunları hak ettiren kim, hak eden kim, sebeplerini anlatacak kim, her şeyin mesulü ortada yoksa, darmadağın bırakmışsa tüm düşüncedeki güzel şeyleri, umutları, umulları, beklenen tüm zamanların en önemlisini yok etmişse, bu kadar yangını adaletsizce çıkarmışsa, bu dar nefeslere sebep olan nasıl bir nefesi hak eder, sadece üzgünüm üzüldüğün için, sadece hak etmediğin çoğul şeyi yaşattığım için üzgünüm diyebilecek mi?
Sabahın tanında gökyüzüne bakıyorum, sade bir soğukluk yapışıyor yüzüme, senden kalan her şeyler yok olmuş, yüreğime bakıyorum derin bir yeis içinde, anılara bakıyorum hepsi puslu, darmadağın, yüreğime daldı gözlerim garip bir zavallılık ve boşluk ile derin bir karanlık dip, kendime sordum neler oldu bu yaşamda diye, senden başka her şey gelmiş geçmiş, düşündüm senle bağlı olduğum ne var diye sordum kendime, gözlerime, gökyüzüne baktım senin de bakabileceğin bir andı bu ve dedim ki müşterek olduğumuz veya senden kalan tek yer gökyüzü o da nedense masvavi kasvetin tümünü atmış gitmiş içimize sadece gözlerimiz kalmış o parlaklıkta yaşam için arda kalanlara ve güneş kendi halinde doğuyor ve sen yine yoksun bu gün doğumunda da ve yalnızım yine bu şafak vaktinde de...
Çok yer, çok zaman değişti, tüm yaşanmışlıklar tek tek gömüldü geçmişin karanlık kulvarlarına, kaç anı zaman zinciri ile bağlandı hareketsiz kalsın diye, kaç anı hatırlanmak istenmez, kaç eski hesabın defteri yırtıldı, sebepsiz yaşanmış acıların hesabı nereye ödendi, geriye kaç borç, kaç alacak kaldı, fazladan ödenmiş acıların alacağı nereye asıldı, sahipsizlik olsa idi daha az mı acı yaşanacaktı, var olmuş acı nefeslerinin öfke ardında kalan kesik solukların hesabı nerede, kim kimin için artık düş görüyor, kim kimin için kâbuslarda yaşıyor, aydınlıkta yaşamanın bedeli ödendi mi ki karanlıklardan korkarım denirken bu aydınlık özlemi neye, kaç karanlık gecenin bedelini titrek bakışlarla ödemedik, arda kalan bir can nefesi mi ki bu beklenen, ben usandım seni yazmaya, sen usanmadın kendini riya çıkmazlarında hatırlatmaya, inanıyorum ki bu hesap çok farklı dünyaya kalacak ki orada senin yalanların sökmeyecektir...
Sadece bu öfkenin ardında kalan benliğime gülüyorum, çoğu zaman da öfkelenmiş gibi sandığım kendime gülüyorum, oysa ne kadar çok haset zamanı yaşamıştı bu yürek, ne kadar da çok katlanmıştı riyaya, sebepsiz ödediği bedellerin ardından ağlarken gülmedim mi, aslında kimi kime şikâyet ediyordum, ona cansın demedim mi, canımsın demedim mi, şimdi ona mı öfkelenecektim, evet hayır, sadece içimde biriken kusmalarımı def ediyorum hepsi bu, biliyorum ki geçmişten gelecek hiç bir bedel olamazdı, kahretsin bir kez sevdik dedik iliklendik bu cümleye, hepsi bu işte topu topu sevdik ne kahır zinciri imiş çek çek bitmeyen...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.