- 1502 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
İHANETİN RUHSUZ RUHU
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İHANETİN RUHSUZ RUHU
Ne erkeğin erkekliğini , ne de kadının kadınlığını ruhen çözemedik gitti . Anladık kadınsın güzelsin , çekicisin veya erkeksin yakışıklısın , zenginsin ve güçlüsün. Ne güzel şey bu fiziki özelliklere sahip olmak. Ama cinsellikte birbirini tamamlayan kadın ve erkek neden ruhen yabancı ve samimiyetsizdir, neden bitmez bu arayış güdüsü bilinmez.
Bir doksan boyu ve kaslı vücudu ile iri bir profil çizen , öğrenimini Türkiye’nin en iyi üniversitesinde derece ile tamamlayıp mastır için Almanya’da iki yıl kalan oktay , henüz otuz iki yaşındayken bir holdingin ceo su olmuştu. Üç yabancı dili konuşan genç adam , çoğu akşamları spor salonundan da çıkmazdı. İtalya ’da bir tanıtım fuarında tanımıştı Şule’yi . İki Türk Roma’da karşılaşırlar da gezilmez miydi antik kentler, tarihi eserler? İçilmez olur muydu nefis balıkların yanında , denize karşı, yıllanmış şaraplar? Şule çok güzel bir kadındı. Oktay’dan yedi yaş küçüktü ama o da firmasının dış pazarlama sorumlusu olmuş, tahsilini ise Avrupa’da tamamlamıştı. Fuar bittikten sonra hemen dönmeyip Paris’e geçmişler, o büyülü şehirde birbirlerine çok yakınlaşmışlardı. İstanbul’da bu aşk, kısa bir süre sonra nişan ve evliliğe dönmüştü. Kızın babası eski bir büyükelçiydi.
Şule çok titiz bir ev hanımı olmuştu. Tertemiz bir ev, güzel yemekler , ütülü çamaşırlar ve saygılı , güvenilir bir eş . Ama bir yılı geçip de hala çocukları olmayınca , iki taraf da birbirine suçlar bakışlar atmaya başlamıştı. İlk dedikodu daimi muhalefet olan kaynanalardan çıkmıştı. Benim oğlum aslan gibi delikanlı. Hiçbir eksiği yok maşallah, kurban olsun kızlar oğluma. Benim gül gibi kızım , kısır falan olamaz. Ah ah kimlere hayır dedi de… Kısırlık bizim soyumuzda yok. Derken evli çiftimiz doktora gitmek yerine evde esen buz gibi havanın verdiği öfke ve uyuşukluğa teslim olarak , biri televizyon dizilerinden kalkmaz , diğeri yurt dışı gezilerinden dönmez , konuşmaz , yemek pişirmez halde , o mutluluk yuvasını Alkatraz Cezaevine çevirmişlerdi.
Şule’nin bütün parasını kıyafetler almaya , kuaförlere ve pahalı parfümlere yatırdığı yetmiyormuş gibi , Oktay’ın ödediği faturalar da iki katına çıkmıştı. İlk gözüne çarpan iç çamaşırlarında ki renkler , erotik tazlar, bütün vücudu kapsayan epilasyon seansları, takım arkadaşlarının aldığını söylediği mücevherler, göbeği açık genç kız kıyafetleri oluyordu. Saçlar sürekli yeni model ve renklerdeydi . Bir kaynama olduğu kesindi artık.
O lanet Pazar günü gecikmeden gelmişti, yaşamın kan damarlarını kesmeye. Mesajlar bir önceki akşamdan beri durmaksızın akıyordu Şulenin telefonuna Belli edilmeden kaçırılan gözler, mutluluk işaretlerini saklamakta yetersiz kalıyordu. Hiçbir parfüm, onu tatmin edecek kadar güzel kokmuyordu sanki. Lüks çamaşırlar giyiyor sonra aynada kendisini seyrederek beğenmeyip tekrar değiştiriyordu. Banyoda kaldığı dakikalar da artmıştı her yerine başka bir parfüm, başka bir deodorant sıkıyordu . Üstelik Oktay’ın onu göz hapsine aldığının farkında bile değildi. Hayrola Şule, nereye böyle sabah sabah? Amannn , sorma hayatım. Bu İtalyan’ ların Cumartesisi , Pazarı yok işte. Heyet akşam gideceği için son bir toplantı istemişler .İyi de bu toplantı için böylesine ince ihtimam de neyin nesiydi acaba?
Önce şirketi arayıp, toplantı ile ilgili sorular sormak istemişti ama bu güvensizliği onlara da yansıtmanın ne yararı olurdu ki? Telaşlı hareketlerle mesajlarına kısa yanıtlar veren Şule, alev acele çıkmıştı sokağa . Arabasını almamış, taksi durağına doğru yürümeye başlamıştı. Oysa hep özel arabası ile giderdi iş yerine. Hala bitmemişti lanet mesajlaşma . Kısa ve şuh kahkahalarına kulak kabartan insanlara aldırmıyor, adeta aygır görmüş kısraklar gibi burun deliklerinden soluyarak koşuyordu. Oktay , paltosunu sırtına alıp , spor ayakkabılarını ayağına geçirerek fırlamıştı arkasından. İkinci arabanın ön koltuğuna oturduğunda , yanına kimlik ve para almadığını hatırlamıştı. Aldırmadı. Arabayı takip etmesini söylemişti şoföre. Taksim’de lüks bir otelin önünde duran arabadan koşarak fırlamıştı Şule. Yolda durumu anlattığı taksici, seni bekleyeceğim ağabeyciğim. Aman kızıp da bir belaya bulaşma . Değmez be abi , hem biz halden anlarız , parayı ney dert etme ,demişti. Resepsiyona yaklaşırken Şule’nin asansöre doğru koştuğunu görmüştü. Karım az önce uğramıştı , anahtarı alacaktı hani uzun boylu sarışın hanım dediğinde, resepsiyonist kız ,evet efendim eşiniz altı yüz on numaranın anahtarını aldı diyerek cevap vermişti. İki dakika sonra altı yüz on numaranın kapısının önündeydi. İçeriden İtalyan’ca aşk sözcükleri geliyordu. Seslere bakılırsa fazla vakit kaybetmemişlerdi, yasak aşk ve ihanet ile birleşen kancık inlemeler kapıy,a kadar yansıyordu. Yatakta onunlayken sesi çıkmayan Şule ‘nin çığlıkları adama bir an kendisini eksik hissettirmişti. Ohh , ohh ,ohh Marlo Marlo harikasın aşkım. Ne , Marlo mu? Allah belanızı versin . Şu İtalyan ihracat müdürü Marlo olmalı bu. Omzuna dokunan bir el ile ürkerek zıplamıştı. Ona göre çok ufak tefek , elli yaşlarında bir temizlikçi kadındı dokunan. Yardımcı olabilir miyim? Diye sormuştu , taşan göz yaşlarına son bendi çekmiş bu iri adama. Nur yüzlü kadını annesine benzetmişti , bir huzur kaplamıştı içini. Biraz kenara çekilip kadına boş gözlerle bakakaldı. Düşmemek için sırtını dayadığı duvarın dibine yığılmıştı adeta. Kadının uzattığı mendil ile göz yaşlarını silerken , savcılığa haber verip cürmümeşhut mu yaptırsam , ya da burada bekleyip kapının açılması ile birlikte birden karşılarına çıkarak suratlarının korku ile dolu şaşkınlıkları ile mi eğlensem, yoksa ikisinin de ağzını burnunu mu dağıtsam diyordu içinden. İster misin çocuk olmuyor falan derken bu İtalyan’dan hamile kalıp hayat boyu baktırsın sarı piçine? Ya yakın dostlarının yüzüne nasıl bakacaktı? Küçücük beyninde , kılıçlarını çekmiş, mızraklarını yağız atlarının sol tarafından öne uzatarak dört nala gelen ortaçağ süvarileri ve onlara merhamet etmeleri için, saçlarına taktıkları kırmızı güllerle gülümseyen, memelerini cömertçe ileri uzatmış körpe kızlar geliyordu. Uyumalıydı o lüks otelin sessiz , mis kokulu cenabet koridoruna uzanıp. Bir rüya görmeliydi, içinde babasının genç haliyle de olacağı, çocukluğundan kalan gülünesi bir rüya. Kadının getirdiği bir bardak suyun yarısını içtikten sonra kalanını yüzüne çarparak bu kabusu sonlandırmak istemişti. Bu sefer de daracık bir zindanda bulmuştu hayalleri onu. Defalarca okuduğu Kelebek romanını anımsamıştı .Değer mi diye düşünüyordu ömrün geri kalanını mahpus geçirmeye. Zavallı anam ne yapar bebek olacak diye ördüğü mavi patikleri , kazakları kimlere dağıtır . Ya babam , ben olmasam nasıl baş edebilir o hain hastalıkla. Yaşlı kadının uzattığı sıcak dost ele tutunarak , koca vücudunu yerden kaldırıp , teşekkür ederek yürüdü asansöre ve otel önünde geldiğini görünce candan sevinen halden anlayan taksiciye doğru.
Eve geldiğinde önce yüklü bir bahşiş ile taksicinin ücretini ödemişti. Vücudu ter içindeydi , pek sıcak olmayan havaya inat. Yavaş hareketlerle soyunarak banyoya girmişti. Sakin olmalı, doğru karar vermeliydi. Sabah acele ile duş alan Şule, banyoyu dağınık bırakmıştı. Küvetin yanında duran tıraş bıçağına takıldı gözleri. Eline aldığında kısa sarı tüyler gözüne çarpmıştı. Koltuk altlarına epilasyon yaptırmış olduğuna göre bunlar Şule’nin a..nın kılları olmalıydı. İtalyan’a kendisini tüysüz ve pürüzsüz sunuyordu isterik yosma. Elindeki jiletten iğrenerek yere atmıştı. İsteksizce bir duş alıp yatağa uzandı. Uyumak ona iyi gelirdi belki de. Uzandığı yerden tavana bakmak onu ilk tanıştığı günlere sürüklüyordu. Yatakta yüzüstü dönerek kurtuldu eski hayallerden şimdilik. Neden sorusuna cevap bulamıyordu. Bir tıkırtı ile uyanıp gözlerini açtığında, havanın kararmış olduğunu, ne berbat bir gün geçirdiğini, yaşadığının rüya olup olmadığını düşünüyordu. Sonra birden odanın ışığı yanmıştı. Aaa sen hala uyanamadın mı? Ay öldüm yorgunluktan. Pazar günümü boşa harcadım. Sen de hiç demiyorsun ki, haydi seni güzel bir yemeğe götüreyim diye. Vay pişkin orospu, nasıl da yalan söylüyor gözlerimin içine bakarak. Bu kadını ne halt edipte sevdim, salak gibi. Bana gelince ya hasta, ya başı ağrıyor, ya da regl olmuş. Bu lüx evin tapusunu onun üzerine yap, hizmetçisini çalıştır, altına çek arabanın kralını, o gitsin İtalyan’a versin tıraşlı şeyini. Yavaşça doğruldu yerinden, şöyle sıkı bir sağ yumruk onu öldürebilir miydi? Gerek yok diye düşündü. Belli ki herif daha iyi yapıyor bu işi. Belki de onunki çok büyük olabilir, diye konuştu şeytanla. Helal olsun adamlara demişti, toplantıyı lüks otelin altı yüz on numaralı odasında yaptılar ha. Yanılıyor mu acaba telefonumla seni otel resepsiyonunda çektiğim resimler? Belli ki daha önce de gelmişsin ,altı yüz on numaraya. Marlo da iyi yalıyordu hani, koridora yayılan kancık çığlıklarına bakılırsa.
Şule tuvalet masasının pufuna yığılırcasına oturmuş, sessiz gözyaşlarıyla bir şey söylemeden bakıyordu odaya. Kaç aydır sürüyor bu pis ilişkin? Beni yatağa istemediğin son beş aydır mı yoksa? Şule bir şey söylemeden yukarıdan aşağı başını sallıyordu. Sonra sevdim Marlo’yu, ne yapabilirdim, sana söylemeyi düşünüyordum diyebildi. Cep telefonu ile arıyordu Marlo’yu bu sefer. Ağlamalar, zırlamalar ve hala seviyorum seni sözleri ile geçen on beş dakikadan sonra kapı çalmıştı. Gelen Marlo idi. Demek Şule’yi arabası ile o bırakmış ve fazla uzaklaşmamıştı. Evin yerini iyi biliyordu kefere. Belki de bu yatakta bile… Evet Oktay’a göre ufak tefek ama yakışıklı bir adam girmişti salona. Şule Marlo’yu görünce bir şey olmamış tavırlarıyla anlatıyordu yakalandıklarını. İtalyan şaşkın ve korku içindeydi. Şule’nin, biz birbirimizi seviyoruz, evleneceğiz laflarına aldırmadan cüzdanından çıkarttığı birkaç resmi Oktay’a uzatırken, onun oturduğu koltuğun önünde diz çökmüş ağlayarak, beni işimden atarlar, karım beni boşar, çocuklarım var beni terk ederler. Yalvarırım beni bağışla. Senden çok özür diliyorum, bu karım, bunlar çocuklarım, beni affet diyordu. Şule şoka girmişti. Hani boşanıyordun eşinden, hani Roma’da denizin karşısında villa alacaktık? Domuz seni beni kandırdın, beni kandırdın şerefsiz adam.Bana taptığın , benim için dünyayı yakabileceğin , bensiz nefes alamadığın yalan mıydı adi şerefsiz adam. Oktay acımıştı karısının düştüğü bu aciz duruma. İçinden gülmek geliyordu. Demek beş aydır sürüyor ilişkiniz. Sana bir şey soracağım Marlo, korunuyor muydunuz? Hayır manasına başını sallıyordu İtalyan. Yani içine boşalıyordun öyle mi? Yine başını sallıyordu bu sefer evet dercesine. Senin suçun yok Marlo. Şimdi bu evden siktir git, ben sinirlenmeden. Marlo teşekkürler ederek toplanıp evden çıkarken, sen otur orospu, diyordu Şule’ye. O çok bilmiş anana ,hemen telefon edip, ben kısırmışım diyeceksin. Bunu yapmazsan iki çocuğu olan bir İtalyan’ın da seni hamile bırakamadığını kendim anlatırım. Şu haline bak, o çok güvendiğin erkek ,beş ay seni kullanıp beş dakikada satarak kaçıp gitti. Mutlu musun? Şule ağlama krizlerine girmişti. Ailesinin ve patronunun bunu duyması halinde, hıçkırıklar arasında intihar edeceğini haykırıyordu. Kes sesini salak karı, neredeyse bütün komşular duyacak diyerek sıkıvermişti çenesini. Susmuştu. Bu işin bir de rezil olma faslı vardı çünkü.
Bir duble viskiyi bir içimde bitirerek ikincisini doldurmuştu. Birkaç yudumdan sonra Şule’ye uzattı kadehini. Altı ay içinde ayrılıyoruz. Bu ihaneti duymasın hiç kimse. Marlo’nun sarı piçini de besleyip, büyütecektik beraber, Sonra evlendirirdik de. Kendi ailenin yüzüne nasıl bakacaktın, otel kapısında kendimi tutamayıp rezalet çıkarsaydım? Empati yapmaya ne kadar zorladım kendimi bunu anlayamazsın. Yollarımızı ayırmak zorundayız artık. Biliyorsun babam kemoterapi görüyor ama çok umutsuz bir durumda. Onu üzmemek adına biraz idare edeceğiz. Sonra herkes yoluna gider.
Şule firmasının Avrupa temsilciliğine atanmıştı. Gidiş hazırlıkları yapıyor ama durumunu Oktay’a açıklamıyordu. Oturdukları evi satılığa çıkarmıştı. Oktay evde yokken gelen alıcılara gösteriyordu. Gizlice arabasını da satmıştı. Sıra müşterek hesaplarını boşaltmaya geldiğinde, bankada iki imza olmadan parayı alamayacağı söylenince oldukça bozulmuş olarak eve verilen düşük teklifi değerlendirmişti. Tek şartı evde iki ay oturma müsaadesi istemek olmuştu. Oktay’a yurtdışına acilen gitmesi gerektiğini telefonla bildirerek yola çıkmıştı . Babasının ağır hastalığı nedeniyle hastanelerden çıkamayan Oktay, bir Pazar sabahı eve gelip hastanede geçen yorucu gecenin ardından dinlenmeye çalışırken kapı, ürkek çalışlarla tıklanmıştı. Açtığında karşısında duran iki çocuklu aile onu şaşırtmıştı. Affedersiniz demişti kapıyı çalan kibar bey, biz düşündük ki ,çocuklar evi bir kez görsün ve biz de perde ölçüsü alabilelim. Eşiniz yurtdışında olduğunu ve sizin yardımcı olabileceğinizi söylemişti, eğer bir sakıncası olmazsa girebilir miyiz?
Vay kaltak diye geçti içinden. Evi satıp öyle gitmişti he. İnsanlar evi gezerken o bilgisayarın başına geçerek Şule’nin arabasını sorguluyor ve yabancı birisiyle karşılaşınca onun da satıldığını anlıyordu. Göcekdeki yazlık bahçeli ev de satılmış olabilir miydi?
O gece yatakta değilde çakıl taşlarının üzerinde uyumuştu sanki .Erkenden kalkıp çekmecesine attığı Göcek’teki emlakçının kartvizitini buldu. Saat henüz çok erkendi ama dayamayıp telefonunu çaldırmıştı. Telefonda ki, gözlerini hala açamamış olan emlakçıydı. Hayrola Oktay bey, bu ne telaş sabah sabah? Hüseyin abi , bizim villa kime satıldı, tapudan öğrenebilir misiniz? Tapuya gerek yok Oktay bey. Eşiniz bir İtalyan ile gelip, villayı onun üzerine yaptı. İşlemleri de bana yaptırdılar. Ne? İtalyan mı? Adını hatırlıyor musun? Tabi ki hatırlıyorum. Bana bir de İtalyan gömlek hediye etti. Çok candan bir adam doğrusu ,adı da Marlo’ydu. Marlo mu? Hay onun ben anasını , avradını …
Yaz kızım, Müşteki Ahmet’ten olma, Fikriye’den doğma ….. doğumlu Oktay Arın’ın ortak malların satışı ve tek taraflı menfaat saplanması konusunda yapılan bilirkişi incelemesi sonunda Şule Sönmez ile Oktay Arın’ ın bahsi geçen satışlar esnasında evli oldukları, müstakil tapuların Şule Sönmez üzerinde olduğu, bu nedenle tapu iptali yoluna gidilemeyeceğine , çiftin müşterek varisleri olmadığı göz önüne alınarak …. Bankasındaki hesabın noter nezaretinde eşit pay edilmesine karar verilmiştir.
Şen olasın HALEP şehri.
Adliye önünde az önce yağan yağmurdan birikmiş küçük su havuzlarına basmaktan korkmayarak usul adımlarla, iki eli ceplerinde, başı yerde olarak yürüyordu. Yağmur kesilmiş , aniden çıkan güneş toprağı, çimenleri kendilerine ait kokularıyla insanlara sunmaya, gönülleri hoşnut etmeye başlamıştı. Bir Fransız atasözü dolanmıştı ağzına.
Güzel olan her şey zararlıdır. Güzel olan her şeyin bedeli vardır. Güzellik bir kişiye ait olamaz. Güzellik beladır, güzellik cezadır,güzellik, güzellik hay ben en güzelinizi….
Usta, kes bakalım yarım ekmek içine. Yok yok , duble olsun. Ekmeğin içini çıkart be usta. Şöyle acıca doldur biberi. Kocaman bir ısırık aldı içi çıkmış, kızarmış yarım ekmekten. Ağzına dolan lezzetin güzelliği ona bir şeyler fısıldıyordu. Şule ile çok yerlerdi,döke döke yerlere . Gülümsedi.
Şimdi nah bulursun İtalya’da kokoreci.
E. Yaşar Ovalı 03.07.2016
YORUMLAR
Sevgili komutanım, uzun bir aradan sonra güzel bir öyküyle buluşturmanız hoştu. İtalyan piçlerinin sarı olduğunu ilk kez duyuyorum, ben karayağız oğlanlar sanırdım. Öykünün yabancı menşeili bir ihaneti ele aldığına inanmıyorum, öykü kahramanları kimlikleri gereği bu tür ihanet içinde olabilirler. Yani kenar mahalle ihanetinden bahsedilmiyor burada. Öyküdeki geçişlerde bağlantılar biraz zayıf göründü bana, öyküyü tekrar elden geçireceksinizdir sanırım. En azından Oktay'ın Şule ile yüzleştiği anı daha çarpıcı kılmanız gerekir.
Kaleminize sağlık. Saygıyla
kukurikuu
İnanır mısınız uzun bir süredir bir projenin pazarlaması peşinde olduğun için yazılarımı portala atamıyorum. Sizler hep kalbimdesiniz.
Eleştiriniz için teşekkür ederim . Uyarınızı dikkate alacağım.
Saygı ve sevgilerimle sevgili dostum.
Sevgili Abim.
Öncelikle çok uzun bir aradan sonra seni tekrar sitede görmekten dolayı duyduğum mutluluğu ifade edeyim. Seni ve yazılarını özlemiştim. İnşallah sağlık sıhhat yönünden bir sıkıntın yoktur.
Yazıya gelince.
Arkadaşların da belirttiği gibi pek Türk tipi bir ihanet olmamış ise de artık biz de millet olarak yavaş yavaş ihanet durumlarında hemen silaha başvuran bir toplum olmaktan uzaklaşıyoruz. Yani Türkiye'de bu böyle olmaz diye bir şey yok.
Ve son cümle çok güzeldi:
''Şimdi nah bulursun İtalya’da kokoreci.''
En azından bir şekilde intikamını almış Oktay))))
Selam ve sevgilerimle.
kukurikuu
Aslında sizlerle karşılaşmak ,yemek yemek dertleşmek istiyorum.
İhanetin bir de Türk tipi olduğunu biliyorum. Bizim ki biraz daha Avrupa görmüşü. Yorumun için teşekkür eder saygı ve sevgilerimle bayramını kutlarım
kukurikuu
Aslında sizlerle karşılaşmak ,yemek yemek dertleşmek istiyorum.
İhanetin bir de Türk tipi olduğunu biliyorum. Bizim ki biraz daha Avrupa görmüşü. Yorumun için teşekkür eder saygı ve sevgilerimle bayramını kutlarım
İhanetin sevgiyle başlayan şeytani yüzünü okudum yazınızda... Ve kadının yerine erkeği koydum okurken,çünkü genelde erkek egemen toplumlarda böyle oluyor.. Hele birde kadının ekonomik bağımsızlığı yoksa sineye çekip oturuyor.. Biraz batıya yatkın bir örnekleme ama güzel aktarılmış bir hikaye... Kaleminize sağlık.. Sevgilerimle
Üstadım, hikayenin, yani romanın Batılı olduğu malum...
Onu kendimize benzetme, yani kendi anlayışımızla dile getirme örneklerine pek rastlamıyoruz...
Meğer ki böyle yazılmaya!...
Şimdi bu tarz pek maskülen bulunacak olsa da, burada çok iyi somutlanan durumun, dediğim gibi 'bizce' daha başka türlü anlatımı kolay değil...
Yani, gerçek bir İtalyan yazar olsaydı, o da İtalyanca kelimelerle "a..nın kılları" şeklinde yazacaktı...
Tabii, bunun için ait olduğunuz dile ve kültüre gönülden bağlı olmanız ve bu aidiyeti dili işleme gücünüzle göstermeniz gerekir...
Çok güldüm, Üstadım...
Varolasın!... Varolasın!...
Selam ve saygılarımla.