- 606 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-MİLLİYETÇİLİĞİN FUTBOL DÜNYASINDAKİ GÖRÜNÜMLERİ ÜZERİNE BİR ÖN OKUMA-
Milliyetçilik duygusu ve eğilimi kuşkusuz her millet için geçerlidir. Dahası hemen her milletin mensuplarınca da kendi kimliği üzerinden bir öncelik arz edebilir. Hani her millet bende daha fazla şeklinde hissedebilir. Birbirinden bağımsız olarak farklı milletlerin benzer bir duyguya sahip olması insan gerçeği kadar milliyetçilik algısının kavramsal çekirdeğine inmeyi de gerektirebilir. Açıkçası, bir ego yüksekliği tanımlanabilir. Kendi egemenlik alanına farklı olanı sokmamak misalidir. Teşbihte hata olmaz, milliyetçilik ideolojisinin psikolojik yapısını köpekbalıkları üzerinden mukayese ettiğimde olur. Şüphesiz milletleri birbirinden ayıran türlü farklarda vardır. Üstte bahsettiğim benmerkezliliğin temelli bir ego baskısına dönüşmesi de mümkün olabilir.
Peki, futbol kanalıyla milletlerin profili hakkında izlenim edinebilir miyiz? Bu yaklaşım hiç şüphesiz; “Her toplum ve kültür kendisini öteki toplumlardan farklılaştırarak tanımlamaktadır. Semboller aracılığı ile de bu farklılığı meşrulaştırmaktadır.” Sözünü derhal akla getirebilir ve zihinlerde bir olumsuzluk uyandırabilir de. Ne var ki, popüler örnekler paha biçilmez katkılarda sağlayabilir. Sözgelimi İngilizler. Zaman zaman değindiğim düşünülürse; hay taş düşsün başına İngilizler kadar diyecek dostlarım için bir alkış lütfen!
1996 Avrupa şampiyonasının öne çıkan takımları arasında evsahibi avantajıyla İngiltere’de vardır. Açıkçası İngiltere 1966’nın tekrarını aramaktadır. Hatta grup maçlarında şampiyonluk modunda görünürler. Ancak yarı finalden öteye geçemezler. Hem de teknik kalitesi yüksek bir Paul Gascoigne faktörüne rağmen.
Gazza lakaplı Gascoigne 1990’lı yıllarda Avrupa futbolunda dikkat çeker. Özellikle 1990 Dünya kupasında Lineker ile beraber kendisine çok iş düşecektir. İngiltere, 1966’yı saymazsak Dünya kupalarında ki en iyi performansını görterir ve yarı final görür. Ancak Almanya’ya penaltılarla elenirler. Bu karşılaşmada Gascoigne’nin çift sarı kart gördüğü ve oyundan ihrac edildiği an gözyaşlarına boğulması ilginçtir. Çünkü takımı finale çıksa bile kendisi oynayamayacaktır. Bu ağlama anı kanaatimce Gascoignenin üzerindeki yüke bağlıdır. Genç yıldızdan ülkesi çok şey beklemektedir. Adeta milli takımlarının her şeyi olması gerekmektedir. Muhtemelen yıldız oyuncu bu ağır yükün altında ezilir. Hatta yıllar içerisinde alkolik bir oyuncuya dönüşmesi de önemli ölçüde bu duruma bağlanabilir.
Şüphesiz Gascoigne İngiliz futbolunda bir değerdir. Ancak bizde tam tersine antipati uyandıran futbolculardan biridir. Genel anlamda Türk takımlarıyla İngiliz takımları arasında yapılan maçların İngiliz perspektifine yansıması önemli bir etkendir. Bilirsiniz Turkey İngilizce de hindi anlamınıda verir. İngiliz takımları karşısında alınan ağır sonuçlarda İngiliz medyasında ortaya atılan hindiyi kızarttık söylemleri bir başka kültürün mizah algısı iken bizde ise itici bir unsur olmaktadır. Bu deyişi zaman zaman bazı İngiliz yıldızlar da kullanır. Bunların arasında Gascoigne ya da günümüzün İngiliz yıldızı Wayne Rooney’den de söz edebiliriz. Bu tip futbolcuların toplumumuzda tipik bir İngiliz ya da tam bir İngiliz şeklinde yankı yapması mümkün olur.
Bu noktada şu soru sorulabilir. Bu tarz bir yapı bireysel midir yoksa milletlerin kolektif eğilimleri var mıdır? Açıkça söylersek toplumları birbirinden ayıran özellikler vardır elbet. Bu anlamda bir İngiliz profilinden de söz edebiliriz. Bu yaklaşım biçimi muhakkak surette ırk ayrımcılığı göstergesi değildir kanımca. Her ne kadar insan insandır desek ya da hepimiz aynı güneşin altındayız desekte milletleri birbirinden ayıran özelliklerden söz edilebilir.
Bunun gibi bir İngiliz kimliğinden söz edebiliriz. Bu kimlikte rasyonaliteye bağlı bazı ögeler de bulabiliriz elbet. Sözgelimi İngiliz ekonomi politiğinden söz edildiğini duyarsınız. Şüphesiz dünyaya ekonomi felsefesi üreten bir gelenekte İskoç emeğini de atlamamak gerekir. Diğer yandan bir İngiliz kibrinede değinemez miyiz? Bu konuda şöyle bir örnek verebiliriz. 20’inci yüzyılın ilk yarısının önde gelen devlet adamları arasında Churchill ve Gandhi’de vardır. Churchill’in Gandhi ile görüşme yapmayı kabul etmemesi kendi başına aldığımızda ülkesi adına taviz vermek istememesi olarakta gözükebilir. Fakat bana göre bir sömürge ülke yöneticisi hatta bir asi olarak gördüğünden de Gandhi ile bir araya gelmek istemediğini söylemek çok mu abuk olur acep? Bu durumu İngiliz kibriyle açıklama eğilimindeyim açıkça.
Bu eğilimin her alana olduğu gibi futbola da yansımalarından sözedebiliriz. Sözgelimi İngiliz futbolcular bana bazı izlenimler verir. Onları izlerken bunların çoğu ülke dışında da oynar mı ya da oynayabilir mi diye sormuşumdur Zaman zaman oynayanlar oldu elbet. Hatta ülkemizde oynayan İngiliz futbolcular da görülebilir. Ancak bu tip durumlar sınırlıdır. Genellikle İngiliz liginde oynadıklarını söylemeliyim. Açıkçası bu durumu salt kaliteli bir lige sahip olmalarına bağlamıyorum. Başka kaliteli liglerde var. Daha farklı bir nedenle ülke dışına çıkmama eğilimi olduğunu düşünüyorum. Payitahttan ayrılmama. Dünya bize gelsin duygusu. Yani İngiliz’in dünya algısı, kendisini nerede gördüğüdür. Ne derseniz diyin. Bazı futbolcularda bu çok daha belirgindir. Wayne Rooney ya da bir zamanların meşhur yıldızlarından Gazza lakaplı Paul Gascoigne gibi. Bu tip oyuncularda tipik bir İngiliz ya da tam bir İngiliz diyebileceğim bir yan var. Bu tarz oyuncuların İngiltere’den ayrılmaları, ayrıldıkları taktirde başarılı olmaları çok zordur. Başka bir ligde oynasalar bile İskandinav ülkelerinde oynayabilirler diye düşünürüm. Sözgelimi, İzlanda ya da Norveç gibi. Kuzeyin iklim koşulları ve sosyal ortamının dışında sudan çıkmış balığa dönerler sanki.
Şimdi bana sorabilirsiniz. Her millet için geçerli değil midir bu? Aynı derecede değil derim. Latin milletleri, hatta genel anlamda kıta Avrupasının yapısıyla adalılar çok farklıdır bence. Örneğin bir Alman, Fransız, İtalyan, Portekizli ya da Afrikalı bir siyahla bir İngiliz futbolcunun durumu aynı değil demekteyim.
Biraz da İtalyanlar… Nasıl ki bazı milletler mutfak kültürleriyle öne çıkarsa, futbolun mutfağında ülkelerden birisi de İtalya diyebiliriz. Yani futbola kendi damgasını vurur, kendi lezzetini oluşturur. Deyim yerindeyse golsüz biten bir maçın estetiğinden söz edersek bu İtalyanlardadır. Rakibin etüd edilmesi doğrultusunda karşı tarafı oynatmama felsefesi. Gardını alma eğilimi karşılar bizi. İtalyanlar diğer takımların aksine katı defans uyguladıkları zamanlarda bile hataya düşmezler. Belki temaşa bazında İtalyan futbolundan çok tat almam ancak neticeye gitmede etkin bir karaktere sahiptir.
Çinli bilge San Tsu’nun “Muzaffer savaşçı önce zaferi garantiler, sonra savaşır. Mağlup savaşçı önce savaş çıkartır, sonra zafer kazanmaya çalışır.” ya da “Yenilgiden sakınmak bizim elimizdedir. Ama zafer, ancak düşmanın vereceği fırsatla mümkündür.” gibi sözleri yalnız askerlikle ilişkilendirmek bizi yanıltacaktır. Bu tip sözleri futbol kulvarında en iyi tatbik eden İtalyanlardır bence.
İtalyan futbolcusunun bazı tavırları vardır. Genel anlamda rakibin oyununu bozmaya ve her türlü şekilde bozmaya dönük yaklaşımlardır bunlar. Her türlü demem spekülatif bir yaklaşım olarak gözükebilir. Bir örnek verecek olursam; 2000 Avrupa şampiyonasından bir enstantane aklıma gelir. İtalya- Romanya karşılaşmasını İtalya 2-0 kazanır. Romenlerin de etkin olduğu bölümler vardır. Romen yıldız Gheorghe Hagi’nin kırmızı kart görüp oyundan atıldığı bir an vardır. Tipik Hagi klasiği de denebilir. Kanaatimce döneminde dünyanın en yetenekli oyuncusu Hagidir. Karpatların Maradonasıdır o. Ancak başarı hırsının meydana getirdiği baskı altında duygusal çıkışları vardır. Yıllar boyu izlediğim Hagi’nin oyuna bağlanması ya da kopması pamuk ipliğine bağlıdır. Maç içerisinde skora etki yapabildiği zaman oyuna kendini veren yıldız oyuncu istediği sonucu alamadığı zamanlar agresif çıkışlar yapabilmektedir. İtalya 1-0 öndeyken güzel bir şut çıkartır. Ancak top direkten döner. Ve birkaç dakika sonra kırmızı kart görüp oyundan atılır. Açıkça bu tip anlar kırılma anları ya da Hagi’nin de direkten döndüğü anlar olmaktadır.
Fakat İtalya karşısında daha ilginç bir durum karşılar bizi. Genç bir İtalyan oyuncu sinirli bir şekilde sahadan çıkmakta olan Hagi’nin yanaklarına şap şap yapar. Ne var bunda sempati göstermiş de diyebilirsiniz. Ancak bunu yapan oyuncunun genç bir İtalyan oyuncu olduğunu özellikle söylüyorum. Bir dünya yıldızına bu şekilde yaklaşmak sempati göstermek midir? Afedersiniz fırlama hatta p.. bir duruş mu saklıdır yoksa?
Yine 2002 Dünya kupasından bir İtalyan repliği. İkinci turda İtalya ev sahibi G. Kore’ye elenir. Ertesi gün bir İtalyan gazetenin attığı başlık enteresandır. “Dünya kupası kâbusu Türkiye-G.Kore finali” Diyeceğim, bu başlığın anlamı; FİFA’ya çakılan bir sinyal. Doğru dürüst hakem tayin edinde Türkiye ve Güney Kore’yi finalde görmek gibi bir duruma düşmeyelim manasını önümüze koyar. Adama demezler mi, sen elenmişsin be kardeşim, bavulunu topla dön ülkene. Turnuvadan ayrılır ayak bu çamura yatma eğilimi ilginç değil midir?
Yine 2006 Dünya kupası aklıma gelir. Fransa-İtalya final karşılaşması dünyaca ünlü yıldız futbolcu Zinedin Zidane için son milli maçtır. Karşılaşmanın uzatma bölümünde Zidane ile İtalyan savunma oyuncusu Materazzi arasında bir diyalog anı yaşanır. Ardından Zidane Materazzi’ye kafa atar ve kırmızı kart görerek oyundan atılır. Elbette Zidane’nin son maçında kendisini kontrol etmesi beklenirdi. Bir bakıma “şeytan azapta gerek” sözünü de anımsatabilir. Ne ki, Materazzi’nin de görüntülerden kışkırtıcı bir üslup takındığı anlaşılabilir. Tıpkı 1982 Dünya kupasında dönemin İtalyan savunmacısı Gentile’nin Maradona’yı bir şekilde oyundan attırması misali. Tüm bu olaylar gerçekten bireysel durumlardan ibaret midir? Kanaatimce bunlar İtalyan futbol mutfağının baharatlarıdır.
Elbette bu tip örneklemelerle bir milleti ya da ırkı tümden olumsuzlayamayız. Dahası, milletlerin müspet hususiyetleri vardır da. Şu kadar ki, milletlerin tabiatında farklılaşan eğilimlerin, öğelerin olduğunu söyleyebiliriz.
L.T.
YORUMLAR
Milliyetçilik, her millet için geçerlidir. Buradan anlıyoruz ki, milliyetçiliğin varlığı millet kavramına dayanmakta. Her ikisi de çok tartışıla gelmiş olan bu iki kavramın tanımı üzerine bir mutabaka varılabilmiş değildir. Milliyetçilik, bir ideoloji mi, bir doktrin mi, bir paradigma mı? Kendini “milliyetçi” olarak tanımlayanların dahi bir tanımda uzlaşabildiğini henüz göremedim. Millet ne demektir, anlamadan milliyetçilik anlaşılamaz sanırım. Sadece bu sorgulamayı yapsak eminim uzun bir makale yazmamız gerekir… Smith (Milli Kimlik) bu konuda epeyi emek verip, anlaşılabilir bir tanımlama koymuş ortaya. Ona göre, tarihi bir toprağı (ülkesi), ortak mitleri ve tarihi belleği, kamu kültürü, ortak bir ekonomik vasfı, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan insan topluluklarına millet denir. Tabii bu tanım da çok tartışılmaktadır.
İnsanların kendi etni kökenine dayadığı milliyetçilik merakı hiçbir tanıma uymamaktadır. Aklı olmayanın ne milleti, ne de dini olmaz. Günümüze hakim olan globalizm ideolojisinin milli devletler içinde mikro milliyetçilikler yaratma çabaları, daha dün 41 masum insanımızı öldürdü.
Yazınızda konuya futbol ile bağlantılı olarak bakışınız benim için hoş bir okuma ve yararlanma oldu.
Kaleminiz daim olsun. Saygılar
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şeref bahşettiniz
Son olayda hayatını kaybeden insan varlığımıza Allah'tan rahmet dilerim
Saygı ve selamlarımla...