DEMOKRAT PARTİ VE 1960 DARBESİ
DEMOKRAT PARİ’NİN İKTİDAR DÖNEMLERİ
A. 1950-1954 DÖNEMİ
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yaşantısında, çok partili siyasal rejimin başlangıcı sayılan 1946 seçimlerinden sonra muhalefet ile iktidar arasında ilişki kâh ılıman, kâh sertlik içerisinde 1950 seçimlerine kadar gelmiştir. 1950 seçimleri sonucunda, Türkiye ilk defa CHP dışındaki bir siyasi parti tarafından yönetilecektir. Artık yönetim kademesine demokrasi ve özgürlükler vaat eden bir parti geçecektir.
14 Mayıs 1950 seçimleri sonucunda DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, Türk siyasi tarihinde iktidar ilk defa seçim yoluyla el değiştirmiştir. Halkın bu seçimlerde hissettikleri bundan önceki seçimlerden çok farklıydı çünkü mevcut iktidarın artık bir alternatifi vardı. Halk, kendisinin demokratik sistemdeki önemini kavramış bir şekilde sandık başına gitmiştir.
14 Mayıs 1950 seçimde DP; 4.241.393 oy ile 408 milletvekili çıkarırken, 27 yıllık iktidar partisi CHP; 3.176.561 oy alarak 69 milletvekili ile TBMM’ye ana muhalefet partisi olarak girmiştir. Millet Partisi ise 240. 209 oy ile bir milletvekili çıkarabilmiştir.”
1-) DP’nin 1950 Seçimlerindeki Başarısının Nedenleri
DP, 1950 seçimlerini kazanmasının ardından on yıl süreyle iktidara geçecektir. Bu iktidarı sağlayacak ilk aşama olan 1950 seçimlerini, DP büyük bir farkla kazanmıştır. DP’nin bu başarısının ardında; ona iktidar yolunu açan iç ve dış konjonktürün büyük etkisi vardır. Çok partili hayata geçişi ve DP’yi iktidara getiren dış şartları ikinci Dünya Savaşı’nın yaydığı fikirler oluşturmuştu.
İkinci Dünya Savaşı’nın yapıldığı dönemde tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik alanda sıkıntı yaşanmıştır. Bu dönemde iktisadi hayat üzerindeki devlet baskısı daha da artmıştır. Savaş döneminde devletin iktisadi yapısı devletçi kurallarla denetim altına alınmaya çalışılmıştır. 18 Ocak 1940’da kabul edilen < Milli Korunma Kanunu > hükümete olağan üstü geniş iktisadi yetkiler vermiştir. 1939 yılında başlamış olan ikinci beş yıllık kalkınma dönemi, savaş nedeniyle artmış olan askeri harcamalar ve hammadde kıtlığı dolayısıyla iptal edilmiştir. Savaşa katılan bütün dünya devletlerinde tarım üretiminin durması nedeniyle Türk tarım ürünleri bu dönemde büyük değer kazanmıştır ve yüksek fiyatlardan satılmıştır. Türk ürünlerindeki fiyat artışı ile birlikte ekonomi alanında ülkede, önemli bir enflasyonist baskı meydana gelmiştir. Bu dönemde İstanbul’da tacirler, simsarlar ve acenteler büyü servet yapmışlardır. Hükümet büyük rant elde eden bu kesimden tam anlamıyla vergi alamamıştır, bu yüzden de devlet ekonomisi sekteye uğramıştır. Bu duruma engel olabilmek amacıyla CHP Hükümeti; varlık vergisini çıkardı. Bu vergi iktisadi ve mali alanda sıkıntı yaşayan ülkede, zaten yokluk içerisinde ezilen halkın üzerine büyük bir yük daha yükledi. 11 Ekim 1942’de kabul edilen varlık vergisi, adaletli bir şekilde toplanamamıştır.
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte dünya genelinde hakim olan ekonomik ve siyasal sistem, Türkiye’de iki zümreyi ön plana çıkardı. Bunlar; tarım ürünlerindeki muazzam fiyat artışlarıyla büyük kazanç sağlayan toprak ağaları ile, savaş sonrasında değer kazanan Türk ihraç mallarını, elinde tutan gayr-i müslim vatandaşlardır. Savaş sonunda kötüye giden devlet ekonomisini düzeltmek için çıkarılan vergi kanunu ile hükümet; toprak ağalarından, mal sahiplerinden ve kazandıkları ücret üzerinden vergi ödeyen halktan, vergi almayı amaçlıyordu. Mevcut vergi sistemiyle; Büyük toprak ağalarından, mallarının yüzde beşinden fazla vergi alınamıyordu. 1941 yılı itibari ile limitet şirketlerden alınması planlanan vergi oranı, şirket karlarının yüzde 50’si ile 70’i arasında değişen büyük rakamlardır. Toplumun diğer kesimlerinden alınacak vergilerin oranı ise, kurulacak vergi komisyonların kararlarına göre belirlenecektir. CHP’nin uyguladığı bu adaletsiz vergi sistemine göre insanlar, din ve milliyetlerine göre ayrılıyor, halktan alınan vergilerin oranını da halkın etnik yapısına göre değişiyordu.
Ekonomik alanda liberalizm ilkesinin CHP hükümetleri tarafından uygulanamaması toprak ağalarını ve tüccar kesimini DP saflarına katmıştır. DP’nin kurulmasını ve iktidara gelmesini sağlayan en önemli faktör, CHP’ye duyulan muhalefetin çok köklü ve yaygın hale gelmiş olmasıdır. Türkiye’de CHP’ye karşı muhalefet hareketi başlıca iki kaynaktan besleniyordu. Bunların birincisi; egemen sınıfların artan iktidar arzusu, ikincisi ise; halkın baskısı artan CHP yönetimine karşı hissettiği yaygın bıkkınlıktır. Halk sefalet içindeydi, İkinci Dünya Savaşı, ülke genelinde büyük kıtlığa neden olmuştu, köylüler jandarma baskısından şikâyetçiydi. Sabit gelirli memurlar, savaş döneminin fiyatları dört misline çıkarması neticesinde çaresiz duruma düşmüştür. Bunun dışında ülkede, CHP’ye muhalif küçük gruplar da mevcuttu. CHP bu gruplara göre dini inanışlarını yaşamalarına karşı çıkıyordu. Gayr-i Müslim halk ta varlık vergisi gibi adaletsiz uygulamalardan şikayetçiydi. Türkiye’deki yönetici kadro, batılı devletlerdeki kurumları Türkiye’ye olduğu gibi getirerek modernleş ileceğini düşünmüştür. Çok partili siyasal rejimin uygulanmaya çalışılmasında da yönetici kadronun bu düşüncesi etkili olmuştur
DP’nin 1950 seçimlerindeki başarısının en büyük sebebi, büyük halk kitlelerini kazanmasıdır. 27 yıllık iktidar partisi CHP, halk tarafından erişilmez bir seçkinler takımı olarak görülüyordu, Türk halkının büyük çoğunluğu bu partinin baskıcı yönetiminden bunalmış vaziyetteydi. DP yöneticileri halka karışıp onların içinden geldiklerini onlara göstererek biraz da popülist bir politika uygulayarak halkı kazanmıştır. DP; toprak ağası, tüccar, memur, gazeteci, öğrenci, öğretim elemanı vb. halk kitlelerinin aradığı taze kan olmuştur. DP’yi destekleyen diğer bir kurum da, Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Ordu mensupları, maaşlarının azlığı, terfi etmede karşılaştıkları zorluklar vb. isteklerine ulaşabilmek için, 1950 seçimlerinde DP’yi desteklemişler, DP’nin seçimleri kazanmasında büyük bir rol oynamışlardır.
14 Mayıs 1950 seçimleri sonucunda İktidar koltuğuna oturan DP yönetimi, cumhurbaşkanlığına parti kurucularından Celal Bayar’ı, başbakanlığa da, Adnan Menderes’i seçmiştir.
Birinci Menderes hükümetindeki bakanlar: Adnan Menderes ( başbakan ), Prof. Muhlis Ete (İşletmeler B.), Hasan Polatkan (Çalışma B.), Tevfik İleri (Ulaştırma B.), Rükneddin Nasuhoğlu (İçişleri B.), Fuat Köprü (Dışişleri B.), Halil Özyörük (Adalet B.) Refik Şevket İnce (Milli Savunma B.), Halil Ayan ( Maliye B.), Avni Başman (Milli Eğitim B.), Fahri Belen (Bayındırlık B.), Zühtü Velibeşe ( Ekonomi ve Ticaret B.), Prof. Nihat Reşat Belge (Sağlık B.), Nuri Özsan ( Gümrük ve Tekel B.), Nihat Eğriboz (Tarım B.)
DP’nin ilk kabinesini oluşturan bakanlar, genel olarak kamunun tanıdığı kişilerden oluşmaktadır. Menderes, 1954 seçimleri ile iktidarını perçinledikten sonra, kabinesine tanınmamış olsalar bile inandığı isimleri de sokacaktır.
DP’nin bünyesinde; demokrasi idealine bağlı genç idealistler, demokrasi idealine bağlı tecrübeli idealistler ve DP’nin temsil ettiği fikirlerle hiçbir ilgisi bulunmayan, sadece mevki için bu partide bulunan üç ayrı grup vardı. Bu farklı zihniyete sahip siyasetçiler, zaman zaman parti içerisinde gerilimi arttırmışlardır.
DP yönetiminin ilk icraatı orduya yönelik olmuştur. 5 Haziran günü ordu mensubu bir albay; Adnan Menderes’e, bazı askerler tarafından DP aleyhine 8-9 Haziran tarihinde bir darbe hareketine girişileceği yönünde ihbarda bulunmuştur. Zaten seçim sonucunda CHP taraftarı bazı komutanların İsmet İnönü ile görüştükleri bilinmekteydi. Durumu Celal Bayar ile mütalaa eden Menderes; ordunun üst kademelerine yönelik bir tasfiye hareketine girişme kararı almıştır.
DP hükümetinin ordunun üst kademedeki komutanlarına karşı giriştiği tasfiye hareketi doğrultusunda; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Abdurrahman Nafiz Gürmen görevinden alınarak yerine, Orgeneral Nuri Yamut; ikinci başkan Nuri Aksalur’un yerine, Korgeneral Şahap Gürler getirildi. Orgeneral Salih Omurtak, Kazım Orbay ve Hakkı Akoğuz ise emekliye sevk edildiler. Birinci, ikinci ve üçüncü ordu komutanları askeri şurada görevlendirildiler. Deniz Kuvvetleri Komutanı Mehmet Ali Ülgen ile Hava Kuvvetleri Komutanı Zeki Doğan’ın görev yerleri değiştirildi. Ordunun en üst düzeyindeki komutanların yerlerinin değiştirilmesinden başka birçok albay ve yarbay da emekliye sevk edilmiştir. DP ordunun yönetim kademesinde değişiklik yaparak, darbe korkusuna karşı kendisini güvende hissedebilmiştir. Ordunun yönetim kademesindeki bazı subayların İnönü’ye sempati duydukları biliniyordu. Ancak ordunun alt kademesinden DP’nin şüphesi yoktu, çünkü büyük çoğunluğu DP’liydi.
2-) Türkçe Ezan
DP yöneticilerinin seçim kampanyaları sırasında kendilerine halk tarafından gelen en büyük talep; ezanın yeniden Arapça okunmasıdır. Türkçe ezan okunması kanunu 1932 yılında Atatürk tarafından çıkarılmıştır. Kamuoyunun isteklerini dikkate alan DP hükümeti, 16 Haziran 1950 tarihinde meclisten geçirdiği kanunla Arapça ezan okunması uygulamasına yeniden geçilmesini sağlamıştır. Bu kanunun çıkması yalnızca muhalefet saflarında değil, DP içerisinde de hoşnutsuzluk yaratmıştır; kanunun çıkmasını isteyen Menderes ile, askıya alınmasını isteyen Bayar arasında kısa süreli bir gerginlik meydana gelmişse de, sonuçta bu kanun çıkarılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı neticesinde dünyaya yayılan liberalizm ve demokrasi fikirlerinden beslenip, güçlenen ve iktidara gelen DP; savaş sonrasında iki kutba ayrılan dünyada batının yanında yer alarak ABD’ye yakınlaşma politikası izlemiştir. Zaten ABD’de Türkiye ilişkilerini geliştirmeyi 1946 yılından itibaren düşünmeye başlamıştır. DP’nin bu politikasının temellerini, yani batıyla ortak hareket etme politikasının temelleri, daha CHP’nin son dönemlerinde Türkiye’nin dış siyaset politikası olmuştur. DP dönemi öncesinde ABD, Türkiye’ye, Truman Doktrini ve Marshall Yardımlarını yapmıştır, ancak DP’nin yönetimindeki Türkiye, batıyla daha da sıcak ilişkiler kuracaktır.
3-) Kore Savaşı
1950 Türkiye’sinde dış politikanın en önemli gündem maddesini; batı dünyası ile ilişkileri arttırmak ve Nato’ya (Kuzey Atlantik Savunma Paktı) katılmak oluşturmuştur. Türk hükümetleri bu amaca ulaşmak için fırsat kollamıştır. Nato’ya katılmak için beklenen fırsat DP yönetiminin eline, 25 Haziran 1950 tarihinde geçmiştir. Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırısı ile başlayan Kore Savaşı, bu amaçlar için bulunmaz bir fırsat olmuştur.
ABD’nin Kore Savaşı’na büyük ilgi göstermesi savaşı, doğu ve batı bloklarının çatışması haline dönüştürmüştür. Savaşta Kuzey Kore’yi sosyalist doğu bloğu, Güney Kore’yi ise liberal batı bloğu temsil ediyordu. Türkiye’nin savaşa müdahil olmasıyla birlikte, ülke genelinde Güney Kore lehine büyük kampanyalar başlatılmıştır. Kore Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti açısından milli bir dava haline gelmiştir. Türk hükümeti, müttefiklerinin isteği doğrultusunda, kendi sınırlarından çok uzaklarda yapılan Kore Savaşı’na, General Tahsin Yazıcı komutasında 4.500 kişilik Türk kuvveti göndermiştir. Türk askeri, Kore’de kahramanca savaşmış ve görevini yerine getirmiştir. Fakat Türk askerinin başarısı ve dökülen kanları, Türkiye’nin Nato’ya girişine yetmiyordu. Çünkü NATO üyesi ülkeler, Türkiye’nin Nato için gerekliliğinin henüz farkında değillerdi.
Türk ve Yunan hükümetleri, gerek sınırlarını güvence altına alabilmek, gerekse de batı ile ortak hareket edebilmek için, Nato’ya girmek istiyordu, bunun içinde yoğun çaba harcıyorlardı. Türk ve Yunan hükümetlerinin Nato’ya ilk giriş başvuruları, Nato’ya yalnızca Kuzey Atlantik Bölgesi ülkelerinin alınacağı gerekçesi ile reddedilmiştir. Ancak bu ülkelerin yoğun çabaları ilerleyen zamanlarda neticesini verecektir. Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’da etkin bir politikaya girişmesi neticesinde; ABD ile Sovyetler Birliği’nin çıkarları çatışmaya başlamıştır. Bu durum üzerine ABD orta doğu politikasını değiştirmiş, bir orta doğu ülkesi olarak gördüğü Türkiye Cumhuriyeti’ni yanına çekmek istemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Nato’ya katılmasını sağlayan bir başka etken de, DP yöneticilerinin ABD’li yöneticilerle olumlu müzakereler yapmasıdır. ABD tarafından, İngiltere ve Fransa ikna edilmiştir. Türkiye 18 Şubat 1952 tarihinde NATO üyesi olmuştur. 1960 darbesinin yapılma nedenleri arasında gösterilen Kore Savaşı’na katılma kararına, o dönemde Türkiye’de hiçbir kurumun itirazı olmamıştır. CHP’nin tek itirazı, savaş kararının meclise danışılmadan alınmış olmasınadır. Çünkü anayasaya göre, savaş kararları meclis tarafından alınmaktadır.
4-) DP’nin İlk Döneminde Basın ve Muhalefet ile ilişkileri
DP, iktidarının ilk yıllarında gerek ana muhalefet partisi CHP ile gerekse de basın ile olan ilişkileri ılıman bir hava içerisinde seyretmiştir. İktidar ile muhalefet arasındaki ilişkiler genel itibari ile 1954 yılında bozulmaya başlamıştır. 1954 yılı sonrası gerginlikler kendisini, 1952 yılında DP hükümeti tarafından, cemiyetler kanununda yapılan değişiklikle gösterir. Hükümetin, cemiyetler kanununda yaptığı değişikliğe göre, hiçbir siyasi parti devlete ait menkullerden pay almayacaktır. Ancak tek parti döneminde CHP, elindeki gayrimenkulleri satarak para elde etmiştir. CHP yönetiminden, devlete ait her türlü kurum üzerinden elde ettiği gayrı menkulleri devlet kasasına iade etmesi istenmiştir. 1952 yılındaki bu istek İnönü’nün Balıkesir gezisi sırasında, DP’li vatandaşlar ile, CHP’li vatandaşların arasının gergin olması nedeniyle askıya alınmıştır. Bu başarısız girişim sonrasında, DP hükümeti CHP’nin malları meselesini 1953 yılında tekrar gündeme getirmiştir. Bu mesele ile ilgili kanunun, meclisten geçmesi de iki parti arasındaki gerginliği doruğa çıkaran ilk olaydır denebilir. Devri sabık yaratılmaması kararı, DP’nin iktidara geldiğinde, milletvekilleri tarafından oy birliğiyle kabul edilmiştir. Yani DP yürüteceği siyasette, kendisinden önceki iktidarın uygulamalarını gündeme getirmeyecekti ve onları sorgulamayacaktı. CHP’nin malları için çıkarılan bu kanuna, muhalefetten ve DP içerisindeki muhalif bir gruptan protesto gelmiştir.
İktidar ile muhalefet ilişkilerini bozan bir diğer hadise ise halk evleri meselesiydi; Atatürk halk evlerini, 1932 yılında Türk halkını bilinçlendirmek, Cumhuriyet rejimine halkı adapte etmek, devrimlerin gerekliliğini onlara öğretmek amacı ile kurdurmuştur. tek parti döneminde halk evlerinin finansmanını devlet sağlıyordu. Halk evlerinin yönetimi ve kontrolü CHP tarafından yapılıyordu. Tek parti döneminde bu sistem normaldi ve yadırganamazdı. Çok partili rejimin hüküm sürdüğü bir dönemde halkevleri CHP’den alınıp devlete iade edilmeliydi. Bu istek CHP’den de destek görmüştür.
DP hükümetlerinin ilk yıllarında uyguladığı, muhalefeti sindirme politikası olarak yorumlanan bir diğer olaysa, Millet Partisi’nin kapatılmasıdır. Millet Partisi, DP’nin bünyesinden kopan bir partidir. 1953 yılında bu parti içerisinde bunalım çıkmış, Hikmet Bayur’un başını çektiği kırk kişilik milletvekili grubu partiden ayrılmıştır. Gerekçeleri ise bu partinin gericilik yaptığı ve rejim karşıtı politika yürüttüğü üzerineydi. Bu iddialar üzerine açılan soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için Millet Partisi, 27 Ocak 1954 tarihinde kapatılmıştır.
DP, siyasi alanda demokrasiyi, ekonomik alanda da liberalizmin uygulayıcısı olmuştur. Liberal ekonomi modelinin uygulanması ile doğru orantılı olarak DP, gerek yerli gerekse de yabancı sermayeyi teşvik etmek amacı ile bir dizi kanun çıkarmıştır. DP iktidarı öncesinde, 1947 yılında, Türk hükümeti bir kararname çıkarak yabancı sermayeyi teşvik etmeye karar vermiştir. 1950’de yabancı sermayeyi desteklemek için iki kanun çıkarılmıştır. DP İktidarı ile birlikte ekonomik alanda hızlı bir liberalleşme çabaları başlamış bu amaç için, < Yabancı Sermaye’yi Teşvik Kanunu > çıkarılmıştır. Bu dönemde bir de < Petrol Kanunu > çıkarılarak, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı yatırımcılara ve Türkiye’de yatırım yapmak isteyen yabancı yatırımcılara, Türk yatırımcısına sağlanan her türlü hak, muafiyet, ve teşvikten eşit oranda yararlanma hakkı tanınmıştır. Yabancı yatırımcıya yönelik gümrüklerdeki her türlü kısıtlama da kaldırılmıştır. Ana sermayenin transferleri, tamamen serbest bırakıldı. Yabancı sermayenin gerekli gördüğü yabancı teknik eleman ve kalifiye personele gümrük muafiyetleri tanındığı gibi, yabancı şirketlere, Türkiye’deki işletmelerinde kazandıkları parayı kendi ülkelerine serbestçe götürme hakkı verildi. Bu kanunların ilk adımı, 1950 ağustosunda özel girişimi desteklemek üzere Türk Sınai ve Kalkınma Bankası’nın kurulması ile atılmıştır.
On yıllık DP iktidarının en başarılı dönemi, 1950-1954 yılları arsındaki dönemdir. Bu dönemde DP Hükümeti tarafından; Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde o güne kadar benzerine rastlanılmayan bir kalkınma hamlesi başlatılmıştır. Bu dönemde hızlı bir sanayileşme başlamış, halkın refah seviyesi artırılmış, sosyal adalet yönünde adımlar atılmış, memleketin her tarafında yollar, barajlar, fabrikalar kurulmuş, tarım modern aletlerle yapılmaya başlanmış ve memleketin her tarafı şantiyeye dönüştürülmüştür.
DP hükümeti, hızla topraksız köylüyü topraklandırma hareketine girişmiştir. DP’nin iktidarı öncesinde topraksız 16.000 aileye 75.000 dönüm toprak verilirken, DP’nin ilk yılında 43.000 aileye 2 milyon dönüm toprak verilmiş, 1950 mayısında Türkiye’de, 6600 traktör varken, 1952 mayısında traktör sayısı 25.000’e ulaşmıştır. Çiftçiye verilen kredi rakamı, 1950’de 412 milyon iken, 1952’de 820 milyon liraya yükseltilmiştir. 19451949 arasındaki dört yılda hububat ekim alanı 7 milyon 500 bin hektar iken, bu rakam 1951 sonunda 9 milyon hektara çıkmıştır. 1950’de 305 bin hektar olan pamuk ekim alanı, bir yılda 642 bin hektara ulaşmıştır. 1949’da 1 milyon 240 bin ton arpaya üretimine karşılık 1951 sonunda 2 milyon 700 bin ton arpa üretilmiş, 1949’da 58 bin ton pirince karşılık, 1951 sonunda 70 bin ton civarında bir üretim sağlanmıştır.
DP’nin ilk dört yılında sosyal alanda; işçilere ücretli hafta tatili hakkı verilmiş, işçi sigortalarının oranı arttırılmış, yeni hastahaneler açılmış ve işçilerin sendika kurmalarına izin verilmiştir. Enerji alanında; termik ve hidroelektrik santralleri kurulmuş, Sarıyer, Demirköprü, Seyhan ve Hazar barajlarının yapımına başlanmış. Hirfanlı Barajı’nın yapımı tamamlanmış, Çatalağzı Santrali büyütülmüş ve ülkenin muhtelif yerlerinde birçok fabrika kurulmuştur. DP iktidarının ilk dört yılında o güne dek görülmeyen bir kalkınma hareketi gerçekleştirilmiştir ve halk o dönemde yüksek bir refah seviyesine yükseltilmiştir. DP, halkın sevgilisi haline gelmiştir.
B. 1954 – 1957 DÖNEMİ
DP iktidarı, ilk dört yılında yarattığı olumlu hava neticesinde 1954 seçimlerine çok daha güçlü ve kendisinden emin bir şekilde girmiştir 2 Mayıs 1954 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerin sonucu, DP açısından büyük bir zafer ile neticelenmiştir.
DP 1954 seçimlerinde CHP’ye karşı ezici bir üstünlük sağlayamamasına rağmen, meclisteki milletvekili sayısı bakımından CHP’ye karşı büyük bir çoğunluk sağlamıştır. Bu durumun nedeni; seçim sonuçlarının çoğunluk esasına göre belirlenmesidir. 1954 seçimlerinin sonucunda, DP’liler adeta bir zafer sarhoşu olmuşlar, kaybettikleri oyları veya CHP’nin kazandığı oyları tartışıp, mütalaa edememişlerdir.
1954 yılı itibari ile, DP yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti sıkıntılı bir döneme girmiştir; Türk ekonomisi tehlike sinyalleri vermekte, dış ticaret açığı da büyüme eğilimindeydi. Seçim propagandalarında DP tarım ürünlerine yüksek fiyatlar vermiş, daha sonra bu fiyat artışları, yüksek enflasyon oranına sebep olmuştur. Dış ve iç borç ödemelerinde gecikmeler başlamıştır. DP hükümeti ekonomiyi, ABD’den aldığı dış borçlar ve krediler üzerine inşa etmiştir. 1954 seçimlerinin hemen akabinde başbakan Adnan Menderes 300 milyon dolarlık kredi isteğiyle ABD gezisine çıkmış, ancak 30 milyon dolarlık kredi ile Türkiye’ye dönmek zorunda kalmıştır.
1954 yılında ekonomik alanda su yüzüne çıkan sıkıntılar, kısa bir sürede kendisini siyaset sahnesinde de göstermiştir. DP, 1954 seçimlerde kendisine oy vermeyen bölgeleri cezalandırmıştır. Seçimlerde DP’ye oy vermeyen Malatya ikiye ayrılarak, Adıyaman şehri kurulmuştur. Yine DP’ye oy vermeyen Kırşehir ilçe yapılmıştır. Ekonomik alandaki sıkıntılara, DP’nin baskıya varan siyaseti de eklenince ülkede 1950-54 yılları arasındaki olumlu havayı birden tersine dönmüştür. DP’nin, ana muhalefet partisi ve kamu ile olan ilişkileri de gerginleşmeye başlamıştır.
1954 yılı itibari ile ülkenin içerisinde bulunduğu olumsuz ortam neticesinde, devleti oluşturan tüm kurumlarda DP hükümeti aleyhine hoşnutsuzluk oluşmaya başlamış, 1960 darbesinin daha altı sene öncesinde, darbenin liderlerinden Orhan Kabibay ve Dündar
Seyhan, kendi aralarında DP’ye karşı ihtilal yemini etmişlerdir.67
Kuruluşundan itibaren DP’ye büyük bir sempatiyle bakan ve 1950 seçimlerinde onu destekleyen ordunun bir kesimi; ezanın yeniden Arapça okunması kararının alınması, ordunun büyük kesiminin büyük sempati ile baktığı İsmet İnönü’ye DP’ lilerin sataşmaları gibi nedenler orduyu DP’ye karşı soğutmuştur.
DP hükümetinin, ABD ile kurduğu yakın ilişkiler neticesinde. ABD Türkiye’ye karşı bir dizi yardım programı uygulamıştır. Marshal Planı ve Nato’ya katılış neticesinde, ABD’li yetkililer, Türk askerlerine yönelik eğitim programları yürütmüşlerdir. Yabancı askerlerin kendilerine emir vermesini kabullenemeyen Türk subayları bu durumdan şikayetçiydiler. Ayrıca DP hükümeti, askeri ve sivil yargının birleştirilmesi yönünde bir düzenlemeye girişmek istemekteydi. Bu istek orduyu rahatsız etmiştir. Ordunun hoşnutsuzluğunu gören Menderes tasarıyı çekmek zorunda kalmıştır ve Milli Savunma Bakanı’nı görevden almıştır.
1954 yılında ordu içten içe kaynıyordu. Bazen bir kanun, bazen bir söz, bazen de küçük bir hareket bu kaynamayı su yüzüne çıkarıyordu. Kışlalarda gizliden gizliye ihtilal hazırlıkları yapılıyordu. Menderes hükümetinin ise, ordu içerisindeki bu kaynamadan haberi yoktu, orduda yapılması planlanan reform çalışmalarından da vazgeçilmişti ve 1954 sonunda hükümet orduyla değil, günlük siyasi olaylarla ilgilenmeye başlamıştır. 1954 yılında orduya karşı önlem almayan hükümeti, çok daha zor geçecek bir yıl bekliyordu. 1955 yılı, Adnan Menderes ve hükümetinin geçireceği en zor yıl olacaktır.
DP iktidarının ilk yıllarında, basın ve CHP ile olan ilişkileri, ılıman bir hava içerisinde seyrederken, İnönü’nün damadı Metin Toker’in, sahibi olduğu Akis Dergisi’nde: - kedi olmayınca fareler cirit atar - başlığı ile yayınlanan haberi yüzünden, bir daha düzelmemek üzere bozulmuştur. Menderes’i eleştiren bu yazı, Menderes’in ABD gezisi sırasında kaleme alınmıştır. Bu gezi sırasında kendi parti gurubu da, Adnan Menderes’i eleştiren sözler sarfetmiştir. 1955 yılında CHP taraftarı muhalif gazeteler, DP aleyhinde yayınlarını sıklaştırmışlardır. Bu yayınlar genellikle, DP’li bakanlar hakkındaki yolsuzluk haberlerinden oluşuyordu.
Bu arada DP’nin kendi içerisinde de muhalif bir kanat doğmuştur. Başını Sabri Çelikbaş’ın çektiği ve çoğunluğunun 1954 seçimleriyle meclise girdiği bu 11 kişilik milletvekilinin parti genel kurulundan istekleri; DP’li bakanlar hakkında yolsuzluk haberi çıkaran gazetelere, suçlamalarını ispat etme hakkı verilmesidir. Parti genel kurulu ise, muhalif kanattan bu yönergelerini çekmelerini istemiştir. Ancak muhalif kanat bu yönergesini çekmedi. Sonuçta, DP içerisinde muhalefet bayrağını açan bu 11 muhalif milletvekili DP’den ihraç edildi. Bu 11 milletvekiline destek amacı ile 8 milletvekili de DP’den istifa etmişlerdir. DP’den ayrılan bu 19 milletvekili daha sonra, Hürriyet Partisi’ni kurmuşlardır. Parti içerisindeki bu muhalefet, DP’ye ağır bir darbe vurmuştur.
DP iktidarının ilk dört yılındaki büyük başarısının sebepleri arasında, 1950-1954 yılları arasında, iklim koşullarının elverişliliği büyük rol oynamıştır. Bu durum sa ekonomisi büyük ölçüde tarım sektörüne dayanan ülkede bolluk görülmesini sağlamıştır. Ancak 1954 yılında yaşanan kuraklık nedeniyle, ülkede tarım sektörü büyük zarara uğramıştır. Daha bir yıl öncesine kadar, birçok ürünün üretiminde dünya sıralamasında girilmişken 1955 yılında ABD’den buğday ithal eder hale gelinmiştir. Türkiye’nin sanayisi büyük ölçüde ABD’den alınan kredilere dayanıyordu. Ancak ekonomik dengenin bozulması yüzünden, Türkiye’nin ABD’den aldığı krediler de kesilmiştir. Türkiye’de sanayi durma noktasına gelmiş, ülkede döviz sıkıntısı ve kıtlık meydana gelmiştir. Karaborsa ortamının ülkeye hakim olması vb. sıkıntılar neticesinde, dört yılda ülke geneline hakim olan refah, istihdam, ve huzur ortamı, ülke genelinde birden yok olma noktasına gelmiştir.
1-) 6 – 7 Eylül Olayları
Türkiye’de 1955 yılı ile beraber, ekonomik ve siyasal alanlarda baş gösteren huzursuzluk ortamı devam ederken. Türkiye Cumhuriyeti’ne, içte ve dışta saygınlığını kaybettirecek bir olay meydana gelmiştir. Türk ve Yunan hükümetleri arasında ihtilafa neden olan Kıbrıs meselesi Londra’da bir konferansta görüşülmektedir. Türk tarafını bu konferansta, Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun başkanlığını yaptığı heyet temsil etmiştir. Londra’daki görüşmelerin devam ettiği sırada, 6 eylül sabahı Ekspres Gazetesi’nde çıkan asılsız bir haber her şeyi alt üst etti. Bu habere göre, Atatürk’ün Selanik’teki evine Yunanlılarca bomba atılmıştı. Bu haber doğruluğu bile araştırılmadan, Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu tarafından, Londra’daki kongrede koz olarak kullanılmaya çalışılmıştır.
Bu haberin Türkiye’de yayılması ile birlikte, provokatörlerin de etkisiyle, İstanbul’daki üniversite öğrencileri: ‘Kıbrıs Türk’tür Türk kalacak’ sloganları ile eylem yapmışlardır. Aynı günün akşamında ise, İstanbul’un muhtelif yerlerinden İstiklal Caddesi’ne akan binlerce insan, Beyoğlu’ndaki azınlık vatandaşların evlerini ve işyerlerini yağmalamış ve kiliselerini tahrip etmişlerdir.
Provokatörlerin kışkırtmaları ile çığırından çıkan olaylar önlenemez bir hal almıştır. Hükümet olaylara karşı önlem alabilmek için, İstanbul’da sıkıyönetim ilan etmiş ve örfi idare yönetimi kurmuştur. 6-7 Eylül olaylarında ihmalleri olduğu düşünülen; İç İşleri Bakanı Namık Gedik ve İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay görevden alınmıştır. 6-7 Eylül olayları Türkiye’ye içte ve dışta kötü bir imaj vermiştir. Bu olay DP içerisinde varolan huzursuzluk ortamını iyice arttırmıştır. Partinin kurucularından olan Fuat Köprülü, bile Adnan Menderes hükümetine karşı muhalefete girişmiştir.
1955 yılı itibari ile DP meclis grubu, Menderes’e ve hükümetine karşı ağırlığını koymaya başlıyordu. Parti grubu artık Menderes’ten korkmuyordu ve hükümete karşı sert bir muhalefete girişiyordu. DP grubu; haklarında yolsuzluk iddiaları bulunan, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu istifa ettirdiler. Parti içerisindeki bu kargaşa neticesinde bütün bakanlar Adnan Menderes’e istifa dilekçesi vermiştir. Bu olaylar üzerine, Adnan Menderes, istifasını Celal Bayar’a vermeye hazırlandığı sırada, DP milletvekili Mükerrem Sarol, - Sarol formülü - olarak siyasi tarihe geçecek teklifi ile Menderes hükümetini ipten almıştır. Sarol’un formülüne göre, Menderes kürsüye çıkacak ve gruptan kendisi için güvenoyu isteyecekti. DP grubu, kürsüde ateşli bir konuşma yapan Menderes’e güvenoyu verdi. Celal Bayar da hükümeti kurma görevini yeniden Adnan Menderes’e verdi.
Bir süre sonra Fuat Köprülü, kurucusu olduğu partiden istifa etti ve DP’ye karşı muhalefet hareketine girişti. Bulduğu formül ile Menderes’i kurtaran Mükerrer Sarol ise, hizipçilik yaptığı gerekçesiyle partisinden ihraç edildi. Bu gelişmeler Menderes’i ve DP’yi zor günler beklediğinin habercisiydi. Adnan Menderes artık siyaset arenasında yalnız kalmıştı. DP’li bakanlar parti grubundan güvenoyu alamamış, yalnız kendisi alabilmiştir. Menderes kabinesini yitirmiştir, parti grubuyla da arası açılmıştır. Ordu ise siyasi arenadaki bu son olaylardan son derece tedirgindir. Menderes tüm bu olumsuzlukların ortasında yalnız başına kalmıştır.
Siyasetteki olumsuz gelişmeler neticesinde Adnan Menderes, hükümetine karşı yapılacak darbe girişiminden iyice şüphelenmeye başlamıştır. Menderes ana muhalefet partisi CHP’yi de ihtilalci metotlar kullanmakla suçluyordu. Bu düşüncelerini 10 Nisan 1956 tarihli Antep mitinginde açıklayan Menderes; kendisini ve hükümetini savunmak amacıyla yeni kanunlar çıkaracağını açıklamıştır. Menderes, hükümetine karşı girişilecek darbe hareketinden korunmak için bir dizi tedbire girişti, bu doğrultuda DP hükümetinin ilk hedefi yargıçlar oldu. Adalet Bakanlığı aldığı bir kararla on altı yargıcı emekliye sevk etti. Bu yargıçların arasında, Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay başkanı da vardı.
Devleti oluşturan bütün kurumları karşısına alan Adnan Menderes, kendisini ve hükümetini korumak amacı ile, bu kurumlara yönelik sert tedbirler almıştır. Bu tedbirlerin en önemlisi basına yönelik olanıdır. Basın; kuruluşundan, muhalefetine ve iktidarının ilk yıllarına kadar DP’nin yanında yer almıştır. Ancak 1954 seçimleriyle birlikte basın, muhalefet tarafına geçmiştir. Muhalif gazeteler ve dergiler DP hükümetini yoğun bir şekilde eleştirmiştir. Hükümet, basını susturabilmek amacı ile, 1954 yılında çıkardığı basın kanununa iki madde daha ekleyerek, basını kendi aleyhinde yayın yapmaktan men etmek istemiştir. Bu kanun ile beraber Metin Toker, Ülkü Arman, Beyhan Cenkçi vb. gazeteciler Ankara Cezaevine girmişlerdir. DP’ye muhalefet yapan bir diğer kurum da üniversitelerdi. DP hükümeti tarafından üniversitelerde siyaset yapılmasını engellemek için tedbirler alındı. Siyasete alet edilen bir diğer kurum olan işçi sendikaları da hükümet tarafından birçok ilde 1957 Nisanında kapatılmıştır.
Hükümetin karşısındaki en büyük güç olan CHP, DP hükümeti tarafından, bütün kurumları iktidara karşı kışkırtmakla suçlanıyordu. DP hükümeti, CHP’ye ve diğer muhalefet partilerini susturabilmek amacı ile, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu çıkardı. Bu yasaya göre; bundan sonra siyasi partiler hükümeti protesto amaçlı gösteri yapamayacaktı. Böylece meydanlar muhalefet partilerine kapatılmış oluyordu. Bu kanundan ilk zarar gören siyasetçi, CHP genel sekreteri Kasım Gülek’tir. Kasım Gülek, Karadeniz gezisi sırasında tutuklanıp altı ay hapse mahkûm edildi, daha sonra, Cumhuriyetçi Millet Partisi’nin başkanı Osman Bölükbaşı’nın, meclise hakaret ettiği gerekçesiyle, dokunulmazlığı elinden alınmıştı ve altı ay hapse mahkum edilmişti.
C. 1957 – 1960 DÖNEMİ
1957 seçimlerine yaklaşılan dönemde, Türkiye’de muhalefet üç partiden oluşuyordu. Bu muhalefet partileri; İnönü’nün CHP’si, Osman Bölükbaşı’nın başkanlığını yaptığı Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’nun başkanlığındaki Hürriyet Partisidir. Bu üç parti 1957 seçimlerinde DP’ye karşı birleşme kararı almıştır. Ancak DP Hükümeti kendisine karşı hazırlanan bu ittifak hareketini engellemek için, mevcut seçim yasasını değiştirerek yeni bir seçim yasası çıkarmıştır. Ayrıca muhalif partilerin birbirleriyle anlaşamaması da bu adımları sonuçsuz bırakmıştır. DP’nin çıkardığı yeni seçim yasasına göre; bir siyasi partiden ayrılan milletvekili, altı ay süre geçmeden başka bir siyasi partiye geçemiyordu. Bu madde ile amaçlanan şey; Fuat Köprülü’nün seçimlerde DP’ye rakip olmasını engellemekti.
1957 seçimlerinin kampanyaları, bu siyasi ortamında yapılmıştır. Cumhuriyet tarihinin en sert seçimlerinden birisi 1957 seçimleri olmuştur. Ayrıca 1957 seçimi Türk siyasi yaşamındaki ilk erken seçimdir.
27 Ekim 1957’deki seçimi DP kazanmıştır. DP bu seçimde ciddi bir oy kaybına uğrayarak ilk kez yüzde ellinin altına düşmüştür. DP oyların; % 47.3’ünü (4.372.621) alarak 424 milletvekili çıkarmıştır. CHP ise oyların % 40.6’sını (3.753.196) alarak meclise 178 kişili bir grup sokuyordu. CMP %7 (652.054) ile dört milletvekili, HP’de % 3.8 (350.597) oy ile dört milletvekili çıkarmıştır.”
1957 seçimlerine, tıpkı 1946 seçimlerinde olduğu gibi muhalif kesimlerin büyük tepkisi ve itirazları olmuştur. Ancak bu kez itiraz eden DP’liler değil, CHP’lilerdir. 1957 seçim kampanyalarının sertliği, seçimlerin sonucunda da sertlik ortamına neden oldu. Kayseri, Antep, Giresun, Samsun ve Çanakkale’de seçim sonuçlarını protesto eden muhalif halk kitleleri sokaklara döküldü ve olaylar çıkardı. Hükümet olayları yatıştırmak için sert tedbirlere başvurdu. 1957 seçimlerini protesto eden muhalif kesimler, tıpkı DP’nin 1946 seçimlerinde yaptığı gibi seçimlerde usulsüzlük, şiddet ve baskı uygulandığını iddaa etmişlerdir.
1-) 9 Subay Olayı
DP hükümetine karşı planlanan darbenin gerçekleştirilebilmesi için TSK bünyesi içerisinde birçok örgüt kurulmuştur. Bu örgütler küçük rütbeli subaylardan oluşuyordu. Ordu içerisindeki bu örgütler girişecekleri hareket için kendilerine hatırı sayılır bir lider bulma gereksinimi hissetmişlerdir. Cuntacılar ilk olarak İsmet İnönü ile görüşmüşler, ancak olumsuz cevap almışlardır.
Cuntacıların liderlerinden Faruk Güventürk, orduya yakınlığı ile bilinen, Milli Savunma Bakanı Semi Ergin’e, yapacakları darbenin liderliğini teklif etmiştir. Semi Ergin bu teklifi kabul etmemiştir, ancak Ergin cuntacıları şikayet de etmeyerek safını belli etmiştir. Bu sırada Samet Kuşçu adlı bir binbaşı, Adnan Menderes’e, darbe hazırlığında bulunan 9 subayın ismini ihbar etmiştir. Bu isimler arasında, Faruk Güventürk ile beraber üç albay dört binbaşı ve bir de yüzbaşının da ismi vardı. Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin’in cuntacıları hükümete şikayet etmemesi, DP Hükümeti içerisinde kopukluk ve fikir ayrılıkları olduğunu göstermektedir.
Darbe ihbarı alındıktan sonra Celal Bayar başkanlığında bir kriz masası kurulmuştur. Darbeci olmakla suçlanan 9 subay, altı aylık bir yargılama sonucunda suçsuz bulunmuş ve beraat etmiştir. İhbarı yapan Samet Kuşçu ise 2 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Cumhurbaşkanı Celal Bayar hareketlerini şüpheli bulduğu Şemi Ergin’i istifaya zorlamıştır ve Milli Savunma Bakanlığı’na Adnan Menderes’in çocukluk arkadaşı olan Ethem Menderes getirilmiştir.
9 subay olayı ile, yaklaşan hükümet darbesinin ayak sesleri duyulmaya başlamıştır. DP hükümetinin kendisine karşı girişilmek istenen hareketten habersiz olduğu düşünülemezdi, ancak ordunun üst düzey komutanlarının DP’li yöneticilere olan bağlılık sözlerinin de etkisiyle, kendilerine karşı böyle bir hareketin yapılamayacağını düşünmüşlerdir. Adnan Menderes’te bütün ısrarlara rağmen ordunun üzerine gitme teklifini reddetmiştir.
2-) Irak Devrimi
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurucusu olduğu Bağdat Paktı’nın 15 Temmuz 1958 tarihli toplantısına ev sahipliği yapacaktı. Pakt üyesi ülke temsilcileri Türkiye’ye çağrılmıştı. Irak kralı Faysal ile başbakanı Nuri Sait, Türkiye’ye gelmek üzere hazırlandıkları sırada darbeye maruz kalmışlardır, Irak Karalı ve Başbakanı ihtilalciler ve halk tarafından feci bir şekilde öldürülmüştür. Bu ihtilal sonucunda Irak’ta cumhuriyet rejimi ilan edilmiştir. 90
Irak Devrimi’nin Türkiye’ye etkisi iki yönde olmuştur. Devrim sonucunda DP’nin ortadoğu politikası sekteye uğramıştır. Diğer etkisi ise bu ihtilal DP’lileri ve Menderes’i psikolojik yönden derinden etkilemiştir. Irak’taki ihtilalden sonra Türkiye’de ihtilal ve darağacı sözleri DP muhalifi kesimlerce çok söylenir olmuştur.
3-) İlk Hedefler Beyannamesi
CHP yönetimi, 9 Eylül 1957 tarihinde yapılan 13. kurultayında aldığı kararla; diğer muhalif partilerle işbirliği yapma kararı almıştır. Cumhuriyetçi Millet Partisi Hürriyet Partisi’nin yöneticileri, 4 Eylül 1957 tarihinde bir bildiri yayınlayarak CHP ile ortak hareket edileceğini bildirmiştir. CHP’nin 13. kurultayına, CMP ve HP’nin temsilcileri de katılmıştır. DP ise muhalefetteki bu güç birliğine engel olmak amacı ile; 11 Eylül 1957 tarihinde seçim yasasını değiştirmiştir.
CHP’nin DP İktidarına karşı uyguladığı sert muhalefet, 1960 Darbesi’ne doğru şiddetini arttırarak devam ediyordu. CHP, 12-15 Ocak 1959 tarihinde yapılan on dördüncü kurultayında, muhalif siyasetine bir yön vermiştir. Bu kurultay sonunda CHP yönetimi, DP’ye karşı yürüteceği siyaseti artık savunma yaparak değil, tüm şiddetiyle saldırarak yürütme kararı almıştır.
İlk hedefler beyannamesi, bu kurultayda kabul edilmiştir. Muhalefet hükümetten istediklerini on madde olarak, ilk hedefler beyannamesinde sıralamıştır. Bu istekler; Partizanlığın kaldırılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden başka ikinci bir meclisin kurulması, seçimlerin adaletli yapılması, yargı alanında, bir yüksek yargıçlar kurulu oluşturulması, devlet memurlarına mahkemeye başvurma hakkı verilmesi, basın hürriyeti ve üniversite özerkliğinin sağlanması, sosyal adaletin temin edilmesi ve yüksek iktisat şurasının oluşturulmasıdır. CHP kurultayında, ilk hedefler beyannamesinin kabul edilmesinden sonra, muhalefet partileri bileşmiştir ve İsmet İnönü’nün söylemleri daha da sertleşmiştir. DP’liler bu sert söylemlere aynı şekilde karşılık verince, muhalefet ile iktidar arasındaki ilişki iyice gerginleşmiştir.
DP hükümeti, muhalefetin güçler birliği ve ilk hedefler beyannamesini kabul etmesi üzerine, buna misilleme olarak ilk başta İstanbul’da, daha sonra da yurdun dört bir yanında vatan cephelerini meydana getirmiştir. Böylelikle ülke çapında bir tarafta güç birliği ocakları bir tarafta da vatan cephesi ocakları kurulmuş oldu. Böylelikle halk iki kutba ayrılmış oldu ve birbirine ölesiye husumet besleyen iki ayrı halk kitlesi oluştu. Bu durum kardeşkanı dökmeye adaydı.
4-) Menderes’in Uçak Kazası
16 Şubat 1959 tarihinde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile ilgili anlaşmayı imzalamak için İngiltere’ye giden Adnan Menderes’in uçağı düşmüştür. Kazayı hafif yaralarla atlatan Menderes, yurda dönüşünde müthiş bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. Bu kalabalığın içerisinde ana muhalefet lideri İsmet İnönü’nün de bulunması gergin olan siyasi ortamı yumuşatmıştır.
Adnan Menderes’te gördüğü bu ilgiden dolayı, içerisinde bulunduğu huzursuzluktan geçici olarak kurtulmuştur. CHP ile ilişkilerin yumuşaması Adnan Menderes’i çok mutlu etmişti ve İnönü’ye nezaket ziyareti yapmaya karar verdi. Ancak, DP ile CHP arasındaki ılıman havadan rahatsız olan Celal Bayar, bu ziyaretin yapılmasına engel olmuştur. Böylelikle siyasetteki ılıman havanın devam etmesi şansı ortadan kaybolmuş, İnönü yeniden sertlik politikasına girişmiş ve ülkede geri dönülmez bir yola girilmiştir.
D. İHTİLAL SÜRECİ
1-) Uşak Olayları
Adnan Menderes’in uçak kazası geçirmesinin ardından, ülke siyasetinde oluşan ılıman hava kısa bir sürede dağılmıştır. CHP’liler, büyük taarruz adını verdikleri bir propaganda faaliyetini iktidar aleyhine başlatmışlardır. Bu amaç doğrultusunda yurt genelinde büyük bir propaganda gezisi düzenlemeye karar vermişlerdir. CHP kafilesinin yapacağı yurt gezileri, İsmet İnönü’nün isteğiyle; İnönü Savaşları’ndaki güzergâhtan başlatılmıştır. Bunda amaç halkın ilgisini uyandırmaktır. CHP kafilesi 46 milletvekili, partililer ve gazetecilerden oluşuyordu. Kafile, ilk durağı olan Uşak’a hareket etmeden daha Ankara’da olaylar başlamıştır. 29 Nisan 1959 tarihinde gidilen Uşak’ta, CHP’liler ile DP’liler arasında şiddetli çatışmalar olmuştur.
Ertesi gün Manisa’ya hareket için istasyona hareket eden CHP kafilesinin yolu DP’lilerce kesilmiştir ve iki grup arasında tartışma başlamıştır. Tartışma sırasında, İsmet İnönü’nün kafasına bir taş isabet etmiştir. İnönü, kalabalığı yararak CHP kafilesine yol açabilmiştir. İsmet İnönü Manisa’da hükümet aleyhine çok sert bir konuşma yapmıştır. Bir sonraki durak olan İzmir’de bir konuşma yapmayı planlıyordu. Ancak İzmir valisi, İç İşleri Bakanlığı’ndan aldığı emirle, İzmir’de siyasi parti propagandası yapmayı yasaklayan bir karar almıştır. Bu nedenle İnönü, İzmir’de konuşma yapamamıştır.
CHP kafilesi İstanbul’a geldikten sonra Topkapı civarından geçerken, bir gurup DP’li İnönü’nün arabasına tacizde bulunmuştur. Bu tacizciler, orada tesadüfen bulunan bir binbaşı tarafından dağıtılmıştır.
2-) Kayseri Olayları
İsmet İnönü’nün olaylı gezilerinin en önemlisi, Kayseri gezisidir. Bu gezinin bir ay öncesinde, Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesinin Tarım Kredi Kooperatifi’nde yapılan seçimi CHP’lilerin kazanmasıyla olaylar başlamıştır. CHP ilçe başkanı ile DP’li belediye başkanı arasındaki tartışma birbirlerine silah çekmeleriyle sonuçlanmıştır ve iki taraf mahkemelik olmuştur. CHP yönetimi, Yeşilhisar olaylarını bir de kendisi sorgulamak istemiştir. Kayseri valisinin kentte havanın gergin olması gerekçesiyle kente gelinmemesini bildirmesine karşılık, CHP heyeti Kayseri’ye gitmiştir.
Kayseri’ye 32 km mesafedeki Himmet dede İstasyonuna gelindiğinde İnönü’nün treni durdurulmuştur. Kayseri vali yardımcısı, il jandarma komutanı ile birlikte, İnönü’nün yanına gelmişler ve geri dönmesini istemişlerdir. İnönü bu teklifi kabul etmemiştir. Bu arada olay yerinde görevli subaylar, İnönü’ye saygı göstermişlerdir, bir üsteğmen İnönü’nün elini öpmüş ve diğer subaylar da bunu takip etmişlerdir. Bu operasyonu düzenleyen milli emniyet müfettişi askeri birliğin komutanına güvenmeyerek yeni bir komutan gönderilmesini istemiştir. Askerlerin İnönü’ye gösterdiği ilginin de etkisiyle, CHP kafilesinin şehre giriş izni verilmiştir
İsmet İnönü, Kayseri il kongresinde konuşma yaptıktan sonra dönüşte Yeşilhisar’a uğramayı düşünmüş, Yeşilhisar yolunun barikatlarla çevrili olduğunu görünce buraya uğramaktan vazgeçmiştir ve yanında bulunan heyeti buraya yollamıştır. Kayseri olayları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarafını göstermesi bakımından önemlidir. Kayseri olayları gerek Cumhurbaşkanı Bayar’ı, gerekse de hükümeti telaşa düşürmüştür.
Menderes, Bayar’a olaylarla ilgili 28 Mart 1960’ta yazdığı mektupta; Kayseri olaylarının ve meydana gelen diğer olayların tamamen CHP’lilerin başının altından çıktığını belirtmiştir. Menderes mektubunda, CHP’lileri ihtilal çığırtkanlığı yapmakla suçlamıştır. Olayların boşuna büyütüldüğünü belirten Menderes aslında olayların küçük çaplı olduğunu belirtmiştir.
Kayseri olaylarında ordu ilk kez tavrını ortaya koymuştur. TSK mensupları kendilerine verilen görevi yerine getirmeyerek, İsmet İnönü tarafında olduklarını hal ve hareketleri ile belli etmişlerdir. Ordu mensuplarının bu hareketleri, DP yöneticilerini tedirgin etmiştir ve İnönü’nün ordu ile ortaklaşa bir ihtilal hazırladığı içerisinde olduğunu düşünmeye başlamışlardır. DP’lileri bu fikre yönelten diğer bir olaysa, İnönü’nün evinin o sıralarda bazı komutanlar tarafından ziyaret edilmesidir. DP meclis grubu CHP’nin seçim dışı yollarla iktidara gelmek arzusunda olduğunu düşünüyor. CHP’yi, silahlı hücre örgütleri kurmak, orduyu hükümet aleyhine kışkırtmak ve bir ihtilal hazırlığı içerisinde olmakla suçluyorlardı.
3-) Meclis Tahkikat Komisyonunun Kurulması
DP, ülke yönetiminde kaybettiği otoritesini yeniden kazanmak ve kendisine karşı olan bütün muhalif unsurları susturmak amacı ile DP meclis grubunda 12-15 Nisan 1960 tarihinde yaptığı iki toplantıyla, Tahkikat Komisyonu kurulmasına karar vermişlerdir. Bu komisyonun kurulması yönündeki önergeyi, DP Denizli milletvekili Baha Akşit ve Bursa milletvekili Mazlum Kayalar hazırlamıştır. Bu iki milletvekilinin önergesinde, 15 kişilik bir meclis tahkikat komisyonunun kurulması isteniyordu. Bu tasarıda; DP’nin iktidara halk tarafından getirildiğini ve iki seçimdir de onu iktidarda tuttuğunu ve artık halkın tek parti dönemindeki baskıyı yaşamak istemediğinden dolayı, DP’ye büyük ilgi gösterdiği belirtilmiştir. CHP ise, halkın kendisini tasfiye ettiğini kabul etmek istememektedir. Seçimle başa gelemeyeceğini anlayan CHP’liler ülkeyi karışıklık ve gayri meşru yollara sokarak iktidarı yeniden elde etmeye çalışmaktadırlar. Mevcut hükümetin tüm ihtarlarına rağmen, CHP’liler bu yanlış yoldan dönmemişlerdir. CHP’nin bu kanun dışı eylemleri ve yıkıcı faaliyetleri, bir kısım basın tarafından da destek görmektedir. Muhalefet ve basın, orduyu ve ülkeyi oluşturan diğer kurumları DP hükümeti aleyhine kışkırtmaktadır. 106 Görüldüğü gibi meclis Tahkikat Komisyonu’nun kurulma amacı; DP yönetimine karşı olan kurumları susturmak ve bu kurumların faaliyetlerini kontrol altına almaktır. Göreve başlayan meclis tahkikat komisyonu derhal üç yasak çıkardı. Buna göre; siyasi partilerin, yeni örgüt kurmaları, siyasi faaliyete girişmeleri ve basının Tahkikat Komisyonu’nun faaliyetleri ile ilgili bütün olumsuz yayınları yasaklanıyordu. İsmet İnönü’nün meclis kürsüsünden yaptığı konuşmaya yayın yasağı getirilmiştir. Bu konuşmada İnönü: DP hükümeti baskı rejimine devam eder ve insan haklarını tanımazsa, ihtilalin kaçınılmaz olacağını, ihtilali ordunun gerçekleştireceğini belirtmiştir ve hükümetin baskıya devam etmesi halinde onları kendisinin bile kurtaramayacağını belirtmiştir. İnönü bu konuşmasını ‘şartlar tamam olduğunda ihtilal kaçınılmaz olur’ diyerek bitirmiştir.
İsmet İnönü, meclis kürsüsünden yaptığı bu sert konuşmayla, beklenen hükümet darbesi için gereken şartların olgunlaştığını, darbeyi ordunun yapacağını ve bunun meşru bir hak olduğunu belirtmiştir.
Meclis Tahkikat Komisyonu kurulduktan sonra, bu komisyonun rahat çalışabilmesi için görev ve yetkilerini belirleyen kanun çıkarılmıştır. Bu kanununa göre; Tahkikat Komisyonu üyeleri, Cumhuriyet savcısına, sorgu hakimine, sulh hakimine ve askeri hakimlere tanınan bütün hak ve yetkilere sahip olacaktır. Tahkikat Komisyonu’nun çalışmalarını engelleyen her türlü yayın yasaklanacak, bu yasaklara uymayan gazeteciler cezaya tabi tutulacaktır. Komisyon gerekli gördüğü her türlü evrak ve vesikaya el koyabilecek, aleyhteki bütün siyasi faaliyetleri yasaklayabilecekti. Tahkikat Komisyonu’nun kararlarına itiraz edenler, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılacaklardır. Ayrıca komisyonun çalışmaları gizli tutularak komisyon üyeleri faaliyetlerinden dolayı sorgulanamayacaklardır.
İsmet İnönü, meclis konuşmasında bu kanunu; anayasaya aykırı olduğu, hükümetin orduya, polise, memura, üniversiteye açıkça baskı uyguladığını, bunu da çıkardığı kanunlarla meşru göstermeye çalıştığını belirterek eleştirmiştir. İsmet İnönü meclis kürsüsünden yaptığı bu konuşmasında; Türkiye’de yapılması planlanan darbeye Kore Darbesi’ni örnek göstermiştir. Bir anlamda darbe girişimine yeşil ışık yakmıştır.
Bu konuşmasının ardından İsmet İnönü, meclisten on iki gün uzaklaştırma cezasına çarptırılmıştır. İnönü bu olayı, tüm il ve ilçe teşkilatlarına bildirmiş, CHP teşkilatlarını meclisteki durumdan haberdar etmiştir. Bundan sonra, meclis içerisindeki muhalefet iktidar çatışması sokaklara taşmış ve ihtilale giden süreç başlamıştır.
4-) Üniversite Olayları
Tahkikat Komisyonu hakkındaki kanun kabul edildikten sonraki gün, sokaklarda olaylar patlak vermeye başlamıştır. İlk olaylar İstanbul Üniversitesi’nde başlamıştır.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde görevli olan, Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı, Prof. Dr. Tarık Zafer Tuna’ya, Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ve Doç. Dr. İsmet Giritli gibi hocalar derslerde öğrencilere hükümeti karalayan söylemlerde bulunmaları, öğrencilere eylem yapmaları yönünde cesaret vermiştir
Üniversitelerdeki öğrenci eylemleri, CHP gençlik kollarının üniversite öğrencilerini tahrik etmesi neticesinde alevlenmiştir. CHP genel merkezinden emir alan gençlik kolları üyelerinin üniversitelere gelmesiyle, zaten hükümetin politikalarından memnun olmayan DP muhalifi öğrenciler; ‘kahrolsun diktatörler, hürriyet isteriz’ gibi sloganlarla sokaklara dökülmüşlerdir.
Hükümet üniversitedeki olaylar üzerine, İstanbul’da sıkıyönetim ilan etti. Üniversite olayları, aşırı bir sertlik uygulanarak bastırılma yoluna gidildi. Polisin göstericilerin üzerine ateş açması sonucunda bir kişi ölmüş ve bunun sonucunda olaylar, içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Öğrenci olaylarına müdahale amacı ile bölgeye sevk edilen askeri birlikler, göstericilerin, Türk Ordusu çok yaşa, gibi tezahüratlarının eşliğinde saf değiştirip eylemcilerin tarafına geçmişlerdir. İsyancı öğrencileri Davut paşa Kışlasına götürmekle görevli askeri birlikler, kırk kişi dışındaki öğrenci grubunu yolda serbest bırakmıştır. Bu hareket askerin safını tamamen belli etmiştir. DP, artık orduyu tamamen kaybetmiştir. 28 Nisan üniversite olayları, tarihe Kanlı Perşembe olarak geçmiştir.
Olaylar ertesi gün Ankara’ya sıçramıştır. Hükümet İstanbul’da yaşanan olayların yurt geneline yayılmasını engellemek için, olaylara yayın yasağı koymuştur ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan etmiştir. Hükümetin koyduğu yayın yasağı sonucunda, olaylarla ilgili haberlerin gazete ve dergilerde yayınlanması engellenmiştir. Ancak bu daha olumsuz bir netice doğurmuş, fısıltı gazetesi devreye girmiştir. İstanbul’daki olaylar abartılarak kulaktan kulağa yayılmıştır, bu da halkı galeyana getirmiştir.
2 Mayıs 1960 tarihinde İstanbul, Nato toplantısına ev sahipliği yapacaktır. Bu toplantı için birçok yabancı devlet adamı ve gazeteciler İstanbul’da olacağı için, hükümet İstanbul’daki olayları yatıştırma zorunluluğu hissetmiştir.
Menderes olayları yatıştırmak için, radyo halka hitaben şöyle konuşmuştur:
“İhtilalden dem vurulmakta, ihtilalin bir hak olduğu felsefesinden bahis açılmakta. Bu bir ihtilal mi sanki? İhtilali kim yapıyor? Hazırlanmış, tertiplenmiş ve içleri kinle doldurulmuşların teşkil ettiği bir zümrecik… Üç dört gündür, köşe kapmaca oynar gibi, sokaktan sokağa, meydandan meydana kaçışıp dağılan, dağılıp tekrar toparlanan sanki bir gerilla teşkilatı ve tıpkı bir iskeleti etin ve adalenin sarıp kaplayarak, vücudun meydana gelmesi gibi, bu gerilla iskeletinin etrafında bir kısım avare insanlar… Bu mu ihtilal? Bu İstanbul sokaklarında dolaştırılan bir yapmacık, bir uydurma göstermelik… Bu düpedüz bir asilik hareketi… Bir ayaklanma teşebbüsü. Bu, düpedüz bir siyasi irtica. Kavgasız, gürültüsüz, sükûnet içinde ve serbest bir seçimde Halk Partisi’nin şansı nerede ise sıfıra düşmüş… Ve dördüncü bir seçimi kaybetmeye ne Halk Partisi’nin ne de onun eski ve hakiki temsilcilerinin tahammülü yok … Parti de onlar da, bir dördüncü seçimi kaybetmeye dayanamazlar. O halde ne olacak? Gerilla teşkilatı, şayet seçim olursa, bu teşkilat ile seçim günlerini bir cehenneme çevirmek, kan ve ateş tufanı içinde seçimleri ve onun neticelerini yakıp yok etmek.”
Adnan Menderes’in radyo konuşmasından, DP hükümeti tarafından olayların ciddiyetinin anlaşılamadığı ve çözüm yolu üretilmekten aciz kalındığı sonucu çıkarılabilir.
Üniversitelerde olaylar tüm şiddeti ile devam ederken, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel tarafından, Milli Savunma Bakanı Etem Menderes’e, ülkenin içerisinde bulunduğu karışıklık ortamından nasıl çıkılacağı ile ilgili bir mektup yollanmıştır. Mektubun tam metni şöyledir:
“Aziz Vekilim,
Dünkü geceki münakaşalarımızın ışığı altında zatıalinize, memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım gelen tedbir ve kararlar hakkında görüşlerimi bildirmeyi, milli, vatani bir vazife bilirim.
Sayın başvekilin açıklamalarını dinledim ve okudum. Bunlarda, benim düşündüklerimin kabulüne müsait bir zemin, henüz mevcut olmadığı, aşikar olarak belliyse de, gene de düşüncelerimin sizlere iblağının zaruretine inanıyorum.
Muhterem Vekilim,
Şu hakikati kabul etmek lazımdır ki, Kayseri hadiseleriyle başlayıp, son karar ve feci olaylara kadar varan sahneler, vatandaş ruhunda derin tesirler ve hükümete karşı telafisi kabil olmayan hoşnutsuzluklar yaratmıştır.
Sayın vekilim,
Bu ahval küçümsenecek, cebir ve şiddetle değiştirilecek şeylerden değildir. Memleket, hükümet ve partinizin düştüğü bu müşkül vaziyeti kurtarmak için, sükunetli, fakat ciddi ve zecri tedbirler almak lazımdır. Bu tedbirler şunlar olmalıdır:
1. Cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Çünkü bütün fenalıkların bu zattan geldiği hakkında umumi bir kanaat vardır.
2. Kabinede iyi kabul edilmeyen ve suihalleri bütün memlekete yayılmış bulunan zevat, çıkarılmalıdır. Ve yeni kabine mutlaka, dürüst, makul, zorcu değil, adalet ve şefkat hissi taşıyan zevattan kurulmalıdır.
3. İstanbul, Ankara valileri ve emniyet müdürleri süratle değiştirilmelidir.
4. Ankara örfi idare kumandanı derhal değiştirilmelidir.
5. Son çıkarılan ve tahkikat komisyonları ihdas eden kanun kaldırılmalıdır.
6. Mevkuf gazeteciler, bir af kanunuyla, kısa zamanda tahliye edilmelidir.
7. Son hadisede tevkif edilen talebeler serbest bırakılmalı, ilim müesseseleri, yeniden faaliyete geçirilmelidir.
8. Şimdiye kadar çıkarılan bütün antidemokratik kanunlar, tedricen kaldırılmalıdır.
9. Vatandaşın hürriyet ve eşit muamele hakkına, mutlak surette riayet edilmelidir.
10.Din simsarlığından vazgeçilmelidir.
11.Suistimaller oluyor mu bilmiyorum. Fakat olduğu hakkında umumi bir kanaat mevcuttur. Bu, milletin hükümete karşı itimatsızlığına sebep olmaktadır. Bu gibi kötülüklerin şiddetle bertaraf edilmeleri lazımdır.
12.Müstesna zamanlar ve günler haricinde hükümet büyüklerinin memleket gezilerinde, suni büyük vatandaş topluluklarıyla karşılanmaları usulü terk edilmelidir.
Muhterem Vekilim,
Bu yazdıklarım, asla bir parti ve politika mülahaza ve tesiriyle yazılmamıştır. Memleketin durumunun bu tedbirlerin alınmasını zaruri kıldığına inandığım için arz edilmiştir. Sizlerin vatanperverlik ve vicdanlarınıza hitap ediyorum. İyi düşününüz iyi hareketler yapınız. Memlekette çok şeyler yapacağınız muhakkaktır. Fakat bu, asla kafi değildir.
Bu yapılan işleri, müstemleke idareleri de yapar, yapıyor ve yapmıştır. Asıl mühim olan, toplumun ruhunda, yaşama şevk ve azminin geliştirilmesi, hak ve hürriyet aşkının kökleştirilmesi ve vatandaş idrakinin, yüksek ve necip hislerle donatılmasıdır.
Olaylar, bu yolda olmadığınızı göstermektedir. Talebelerin, hürriyet duygusuyla yaptıkları masumane tezahürata karşı, kıtalar sevk edilmesi ve onların desteğiyle, emniyet kuvvetlerinin, ilim yuvalarının içine kadar girerek talebeleri, profesörleriyle beraber coplarla ve kurşunlarla tedip etmesi, dünyada görülmemiş feci bir şeydir. O hengamede kız talebelerin yürekler parçalayan çığlıklarının, analar,babalar ve halk ruhunda onulmaz yaralar açacağını ve açtığını anlamamak, memleketin huzuru bakımından büyük bir hata ve hazin bir gaflet olduğuna kaniim. Bizim gençlerimizde hak, adalet ve hürriyet duygularının gelişmesinden ve kemalinden memnun olmamız lazım gelmez mi? İstikbali, hissiz, duygusuz, müstemleke ruhlu, yalnız maddeci bedbaht insanlara mı bırakmak istiyorsunuz?
Sayın Vekilim
Maruzatım muhakkak ki, çok mühim ve hatta çok cüretkaranedir. Fakat memleket için, milletin selameti için, hükümet ve hatta partinizin kurtarılması için, dikkate alınması lazımdır. Ve hatta çok lazımdır. Saygılarımla.”
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, 5 Mayıs 1960 tarihli bu mektubu incelenecek olursa. Gürsel’in DP hükümetine karşı girişilecek ihtilalin hazırlıklarından haberdar olduğu, bu darbe girişimini engellemek için hükümet mensuplarına, yapılacak ihtilali engelleyici nitelikteki öğütler verdiği anlaşılmaktadır.
Etem Menderes, ileride İhtilalcilerin başına geçecek olan Cemal Gürsel’in bu mektubunu aldıktan hemen sonra, Adnan Mendres’e bildirir. Adnan Menderes istifa kararı alır. Ancak bu karar, Celal Bayar tarafından reddedilir, böylece ihtilali engelleyecek son şans da kaybedilir.
5-) 555 K Gösterileri
1960 İhtilali’nin zeminini hazırlayan olaylardan en planlı ve programlısı 555 K Olayı’dır. 555 K, DP aleyhtarı eylemcilerin geliştirdikleri bir şifreydi. Bu şifrenin açılımı; ‘beşinci ayın beşinci günü saat beşte Kızılay’da bir gösteri yapılacağıdır.’ Bu şifre, kulaktan kulağa büyük bir hızla yayılarak Kızılay’da müthiş bir kalabalığın oluşmasına neden olmuştur. Adnan Menderes, Kızılay’a göstericileri yatıştırmak için gitmiş, göstericilerin arasına girmiştir. Menderes, göstericilerin elinden bir gazetecinin arabasına bindirilerek kurtarılmıştır.
Olaylar üzerine başbakanlık binasında, Celal Bayar liderliğinde kriz toplantısı yapılmıştır. Bayar bu toplantıda İçişleri Bakanı Namık Gedik’e, megafonla dağılmalarını söyleyin, eğer karara uymazlarsa ateş edin demiştir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar bu kaos ortamında artık ipleri tamamen eline almıştır ve Adnan Menderes’i ikinci plana atmıştır.
Ankara’nın kargaşa dolu ortamından uzaklaşmak isteyen Adnan Menderes, 19 Mayıs 1960’ta, istifa etme düşüncesiyle İzmir gezisine çıkmıştır. Ancak İzmir’de iki yüz bin kişilik coşkulu halk kitlesi tarafından karşılanan Menderes, kalabalığa aldanıp istifa etmekten vazgeçmiş, Ankara’da hissettiği darbe korkusundan bu gezi sırasında uzaklaşmıştır. Halkın İzmir’deki sevgi gösterisi, Adnan Menderes’in gözlerini boyamış, Menderes, ihtilali halkın değil de ordu içerisindeki örgütlerin yapacağı gerçeğini görememiştir.
6-) Harbiyelilerin Ayaklanması
Adnan Menderes 21 Mayısta 1960 tarihinde Türkiye’yi ziyaret edecek olan Nehru’yu karşılamak üzere, 20 Mayıs günü Ankara’ya geri dönmüştür. Ankara’ya İzmir gezisinden sonra moralli dönen Adnan Menderes’in moralini bu sefer de harbiyeli öğrencilerin sokaklara dökülmesi bozmuştur. Harbiyeli öğrenciler Zafer Anıtı’na kadar yürümüşler, İstiklal Marşı ve Harbiye Marşlarını okuduktan sonra dağılmışlardır.
Harbiyelilerin ayaklanması, ordunun gerçekleştireceği darbenin çok yakında olduğunu göstermektedir. DP ileri gelenleri, Ankara ve İstanbul’u saran bu karışık ortamı düzeltmek için çare arıyordu. DP genel kurulu tarafından verilen kabine içerisinde revizyon yapılması teklifi, üst düzey DP yöneticileri tarafından, muhalefete taviz verilmesi olarak algılanacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Ayrıca Menderes, 25 Mayıs tarihinde doksan milletvekilinin verdiği; Tahkikat Komisyonu’nun kaldırılması, erken seçime gidilmesi, ve ordu içerisinde meydana gelen kaynamalara önlem alınması için verdikleri önergeyi kabul etmemiştir.
Adnan Menderes’in önlem alması için gelen tekliflere kulak tıkamasının sebebi, kendilerine karşı darbe yapılacağına inanmamasıdır. Çünkü her gittiği yerde halk kendisine büyük sevgi gösterilerinde bulunuyordu ve TSK’nın, başta Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun’un bulunduğu üst düzey komutanları, kendisine olan bağlılıklarını her fırsatta yineliyordu.
27 MAYIS 1960 İHTİLALİ
A. HÜKÜMET DARBESİ
26 Mayıs günü Ankara’da Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, ordu mensuplarına hitaben yaptığı konuşmasında. TSK’nın DP hükümetine bağlılığını bildirmiştir. Ancak orada Erdelhun’un konuşmasını dinleyen ihtilalci subaylar, birkaç saat sonra hükümeti devireceklerdir.
26 Mayıs’ı 27 Mayıs’a bağlayan gece ihtilalcılar Harp Akademisi’nde darbeden önceki son toplantılarını yapmışlardır. Komitacılar sabah saat üç sıralarında harekâta başlamışlardır. İlk hedefleri merkez komutanlığıydı, burayı mukavemetsiz ele geçirmişler ve rahatlamışlardır. Çünkü burada kendilerine karşı direniş olmasından çekiniyorlardı. İhtilalcıların ikinci hedefi, ordu evindeki subayları teslim almaktı. Ancak burada çatışmalar yaşanmıştır ve Ankara halkı gürültülerle uyanmıştır.
İhtilalciler kendilerine mukavemet edebilecek askeri hedefleri bir bir ele geçirdikten sonra DP’lileri, CHP’lilerin de yardımıyla bir bir toplayıp Harp Akademisi’nin binasına toplamışlardır. En önemli hedeflerden birisi olan Celal Bayar’da kısa bir direnmenin sonunda teslim olmak zorunda kalmıştır.
Darbeyi Eskişehir’de haber alan Adnan Menderes hemen Konya’ya hareket etmiştir. Ancak Kütahya’da yakalanan Menderes de Ankara’ya Harp Okulunun binasına getirilmiştir. Aslında Menderes Eskişehir’de yaptığı konuşmasında; darbenin en büyük gerekçesi olan Tahkikat Komisyonu’nun kaldırılacağını ve erken seçime gidileceğini bildirmiştir. Ancak Menderes’e söylediklerini yapma fırsatı verilmemiş, hükümet darbesi ile iktidardan indirilmiştir.
İhtilal başarı ile gerçekleştirildikten sonra sıra, bu olayın tüm yurda duyurulmasına gelmiştir. Bunun için hedef radyo eviydi. Radyoyu ele geçirmek ve halka hitap etmekle görevli olan subay, Kurmay Albay Alparslan Türkeş’ti. İhtilal sabahı Alparslan Türkeş, radyodan şu konuşmayı yapmıştır:
“Burası Türkiye Radyoları Yayın Postası; Türk Silahlı Kuvvetleri Türk Vatandaşlarını radyolarının başına davet eder. Sevgili vatandaşlar: Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek memleketin idaresini almıştır. Bu hareket Silahlı Kuvvetlerimizin müşterek işbirliği sayesinde, kansız başarılmıştır. Sevgili vatandaşlarımızın sükûn içinde bulunmaları, resmi sıfatı ve vazifeleri ne olursa olsun, hiç kimsenin sokağa çıkmamasını rica ederiz.”
27 Mayıs 1960 Hükümet Darbesi’nin asıl lideri ve kurulan gizli örgütleri teşkilatlandıran kişi, Tümgeneral Cemal Madanoğlu’dur. Darbe gerçekleştirildikten sonra Cemal Madanoğlu, bunu Anadolu’ya duyurmak için, Anadolu’daki bütün kuvvet komutanlarına telefonla haber vermiştir.
Cemal Madanoğlu kendi rütbesinin orgeneralden küçük olmasından dolayı, ihtilalcilerin başına Orgeneral Cemal Gürsel’i getirmek istemiştir. 27 Mayıs İhtilali’ni küçük rütbeli subaylar gerçekleştirmiştir. Hal böyle olunca TSK’da emir komuta zincirinin bozulması tehlikesi doğmuştur. Bu yüzden Cemal Gürsel’in Ankara’ya gelip ihtilalin başına geçmesi şarttı. Cemal Gürsel darbe yapıldığında her şeyden habersiz İzmir’deki evinde istirahat ediyordu. 27 Mayıs günü Gürsel askeri bir uçakla Ankara’ya getirilerek ihtilalcilerin başına geçirilmiştir. Böylece, büyük bir sorun olmaya aday olan ihtilalin liderliği meselesi çözüme kavuşmuştur.
İhtilalcıların yaptıkları plana göre, tutuklanacak DP’lilerin sayısı yetmiş üç kişi civarındaydı. Genel olarak tutuklanacak bu kişiler, DP’nin kurduğu vatan cephelerine kayıtlı olan sivri isimlerdi. Ancak DP’lilerin tutuklanması işine CHP’lilerin ve diğer muhaliflerin katılmasıyla birlikte, tutuklanan DP’lilerin sayısı yüzlerce olmuştur. Darbenin gerçekleştiği günün sabahı ihtilale, ihtilali yapanların bile ummadıkları derecede sevinenler olmuştur. Halkın büyük bir çoğunluğu, yapılan ihtilali kutlamış ve TSK’ya sevgi gösterilerinde bulunmuştur. Zaten DP taraftarı olmayan halk kitlesi, muhalefet partileri, ordunun büyük kesimi, muhalif gazeteler ve üniversiteler darbeye sıcak bakıyorlardı. Bu kesimler darbenin gerçekleştirilmesi için üstü kapalı da olsa çalışıyorlardı.
Hükümete karşı yapılan darbe hareketi, umulmadık derecede kolay gerçekleştirilmiştir. Ancak ihtilalciler açısından asıl sorun şimdi başlıyordu. İhtilalci askerlerin giriştikleri hareket öncesindeki anlaşmaları, darbeyi gerçekleştirdikten sonra hemen seçim yapmak ve yönetimi yeniden sivillere devretmekti. Onlara göre asker devlet yönetiminden anlamazdı. Ancak darbeyi gerçekleştirdikten sonra ihtilalcılar, bu sözlerini unutacaklar ve yönetimi uzun bir zaman sivillere devretmeyeceklerdir.
Darbe sabahı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, kendisine yönelik istifa tekliflerini; ‘seçimle geldim, ancak seçimle giderim’ diyerek reddetmiştir. Celal Bayar’ın bu çıkışı üzerine Cemal Madanoğlu, yaptıkları ihtilali meşru bir zemine oturtmak için yeni bir planı yürürlüğe koymuştur.
Madanoğlu ihtilali meşrulaştırmak amacı ile İstanbul Üniversitesi’nden, “ Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, Prof. Dr. Naci Şensoy, Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı, Prof Dr. Ragıp Sarıca, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya ve Doç. Dr.
İsmet Girtli’den oluşan heyete geçici bir anayasa hazırlatmıştır. Komisyonun başkanlığını Sıddık Sami Onar yapmıştır
1-) Milli Birlik Komitesi’nin Kurulması ve İcraatları
Anayasa Komisyonunda görevli öğretim üyelerinin telkinleriyle, yasama ve yürütme yetkileri askerin elinde olacaktır. Askerler hemen seçim yaparak yönetimi sivillere devretmeyeceklerine göre, olağanüstü yasama yetkileri ile donatılmış bir yürütme kuruluna ihtiyaç vardı. Cuntacıların en kıdemli sekiz üyesi bir odaya kapanarak, uzun tartışmalar sonucunda, ihtilalci askerlerden 38 kişilik liste hazırlamışlardır. Böylece ülke yönetimini üstlenecek olan Milli Birlik Komitesi kurulmuş oldu. 38 Kişiden oluşan MBK’nın başkanlığına da Cemal Gürsel getirilmiştir.
Milli Birlik Komitesi üyeleri kendi aralarında yaptığı uzun toplantılar neticesinde; askerin ülkeyi yönetemeyeceği fikrine vardılar. Komite üyeleri ülke yönetimine, ne tahsillerinin ne de tecrübelerinin yetmeyeceğini biliyorlardı. Neticede Anayasa komisyonu üyesi profesörlerin de verdiği raporlar doğrultusunda, sivil bir hükümetin kurulmasını kararlaştırdılar.
Sivil hükümetin de kurulmasıyla ülke yönetiminde; MBK, Profesörler Heyeti ve sivil bakanlar söz sahibi olmuşlardır. Bu da yönetim alanında çok başlılığı ortaya çıkarmıştır.
Sivil hükümette başbakanlık görevini üstlenen Cemal Gürsel, İsmet İnönü ile durum değerlendirmesi yapmak amacıyla görüşme tertiplemişlerdir. Gürsel bu görüşmeden sonra düzenlediği basın toplantısında; Hükümet darbesi ile İsmet İnönü’nün hiçbir ilgisi bulunmadığını, DP’li tutukluların hiçbirini yargılatmayacağını ve üç ay sonra seçimlere gidilerek yönetimin sivil idareye devredileceğini bildirmiştir. Ancak bu sözlerinden hiçbirini yerine getirememiştir.
Milli Birlik Komitesi yönetimini bekleyen en büyük sorunlardan birisi, Harp Okulu’nda tutuklu bulunan DP’lilerin sonunun ne olacağıydı. Çünkü Harp Okulu tutuklularla dolup taşmıştır. Hal böyle olunca Cemal Madanoğlu tutukluların bir kısmını serbest bırakmıştır.
MBK içerisinde, tutukluların ne olacağı ile ilgili bir ortak fikir mevcut değildi. MBK’nın, başlarını Alparslan Türkeş’in çektiği bir grubu, DP’li tutukluların ileri gelenlerinin yurt dışına, İsviçre’ye gönderilmesini yeterli görüyordu. Bir grup MBK üyesi ise DP’lilerin yargılanıp, ceza çekmelerinden yanaydı.
Ülke yönetiminde etkinlikleri artırılan profesörler heyeti de, ihtilalin meşru olabilmesi için, suçluların ortaya konması ve yargılanması taraftarıydı. İhtilal sonrasında DP muhalifi olan kesimler ve kurumlar, DP’lileri yargılatmak için aleyhlerinde bir kampanya başlatmışlardır. Anayasa Komisyonu üyesi, Tarık Zafer Tunaya, DP’li tutukluların yargılanmaları, yargılanmamalarından iyidir diyerek MBK üyelerini, yargılama yapmaları yönünde etkilemiştir. İlk önceleri yargılama olmayacağını belirten Cemal Gürsel de, onların suçlu oldukları kanısındayız diyerek, DP’lilerin yargılanma sürecini başlatmıştır.
Sayıları 400’ü bulan DP’li tutuklular, toplu bir şekilde yargılanmak üzere Yassı ada’ya götürülmüştür. MBK’nın ihtilalin ilk iki gününde verdiği, üç ay içinde seçimler yapılacak sözleri unutuldu ve Yassı ada’ya götürülen 400’ü aşkın DP’li tutuklu buradaki hücrelere birer ikişer yerleştirilmiştir. DP’lilerin Yassı ada Mahkemesi’nde bir buçuk yıl sürecek yargılanma dönemleri böylece başladı. Yassı ada’nın kumandanı ise Yarbay Tarık Güryay’dır.
Darbeden kısa bir süre sonra seçim yapılacağının sözünü veren MBK, daha sonraları iktidardan çekilme taraftarı olmamıştır. MBK içerisinde, değişik görüşlere sahip kişiler bulunuyordu. Bu yüzden MBK, kendi içerisinde bir çok konuda fikir ayrılıklarına düşmüştür. Komite içerisinden bir grup, seçimlerin derhal yapılmasını istiyordu. 14’ler adı verilen başka bir grup ise ülke yönetiminden ayrılma taraftarı değildi.
MBK çıkardığı bir numaralı yasa ile, 1924 Anayasa’sını askıya almıştır ve yapmış oldukları hükümet darbesini meşru bir zemine oturtmuştur. MBK’nın çıkarmış olduğu bir numaralı kanunda TSK, Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak, kollamak ve gözetmekle görevlidir ibaresi bulunmaktadır.. Bir numaralı geçici kanunla MBK yasama yetkisini tümüyle ele geçirmiştir. Bu kanun uyarınca Yüksek Adalet Divanı kurulmuştur.
DP’lilere bir darbede, 29 Eylül 1960 tarihinde gelmiştir. DP, beş yıldır kongre yapmadığı gerekçesiyle bu tarihte kapatılmıştır.
Yassı ada Mahkemesi’nde, toplam 592 sanık 19 ayrı davadan yargılanmıştır. Bu mahkeme, DP’lilerin işledikleri suçları; anayasayı ihlal, yolsuzluk ve anayasa ihlalinin maddi vakalarını kapsayan suçlar olmak üzere üç ana başlık altında toplamıştır.
Yassı ada’da kurulan mahkemeyi bir ihtilal makamı olan, Yüksek Adalet Divanı kurmuştur. Yüksek Adalet Divanı; on beş yargıç ve dokuz savcıdan oluşuyordu. Yassı ada
Mahkeme’lerinin başkanı ise, Salim Başol’dur.
Yassı ada Mahkemesi’nde 15 Ekim 1960 tarihinde başlayan davaların önemli kısmını, anayasa ihlalleri ve yolsuzluk suçları oluşturuyordu. Davaları yürüten, Yüksek Soruşturma Kurulu’nun, anayasanın ihlal edilmesi suçlarıyla ilgili raporları geç hazırlaması üzerine yargılamalar; Menderes’in çocuk, Bayar’ın köpek davalarıyla başlamıştır. Bu davaların sonucunda Bayar ve Menderes suçsuz bulunmuştur. İlk davaların sonuçlanmasından sonra, asıl davalar olan; anayasa ihlali, 6-7 Eylül olayları ve yolsuzlukla ilgili davalara geçildi. Yassı ada Mahkemesi’nde bir buçuk yıl süren davaların sonucundaki kararlar, 15 Eylül 1961 tarihinde verilebilmiştir. Yassı ada Mahkemesi’nin kararına göre; Başbakan Menderes ve Cumhurbaşkanı Bayar’ın da içinde bulunduğu on beş DP’li sanık idam cezasına çarptırılmıştır. 43 sanıksa ömür boyu hapse mahkûm edilmiştir.
Yassı ada Mahkemesi’nden çıkan cezaların infazının gerçekleştirilebilmesi için, MBK’nın onayı gerekiyordu. İnfazlar hakkındaki son sözü MBK söyleyecektir. MBK’ya; Başbakan Cemal Gürsel, CHP lideri İsmet İnönü, ABD başkanı Kennedy ve birçok Avrupa ülkesinin liderlerinden, idam cezalarının infaz edilmemesi yönünde birçok telkinler gelmiştir.
Ancak 22 kişiden oluşan MBK, idamların yapılmaması yönündeki telkinlere kulak tıkayarak, kararla ilgili oylama yapmıştır. Oylama sonucunda; 9 ret oyuna karşılık 13 kabul oyu ile, on beş idam cezasının dördü onaylanmıştır. Yassı ada Mahkemesi sonucunda idam cezasına çarptırılan on beş DP’liden on birinin cezası müebbet hapse çevrilmiştir. İdamına karar verilen dört kişi; Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’dur. Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamları gerçekleştirilmiştir. Celal Bayar’ın cezası ise, yaş haddinden dolayı müebbet hapis cezasına çevrilmiştir.
DP’lilerin yargılandıkları mahkemelerde, ihtilale sebep olan iki önemli dava; Kore Savaşı’na meclisten güvenoyu almadan katılma ve ABD ile imzalanan, Cento adı verilen ikili anlaşmaların davaları görüşülmemiştir. Bunun amacı yabancı devletleri yargılama sürecine karıştırmamaktır. Anayasa’ya aykırı olduğu söylenen bu suçlarla ilgili bir davanın Yassı ada Mahkemelerinde görüşülmemesi bu mahkemenin meşruiyetine gölge düşürmüştür.
27 Mayıs 1960 Müdahalesi’nin, hükümet darbesi mi, yoksa ihtilal mi olduğu çok tartışılan bir konudur. MBK, idareyi sivillere devretmeyerek ve yeni kurumlar teşekküle getirerek basit bir hükümet darbesini ihtilal sürecine sokmuştur. İhtilalcıların darbeden sonra kurdukları yeni kurumlar, MBK, Yüksek Adalet Divanı, Yüksek Soruşturma Heyeti ve Profesörler Heyetidir. Bu kurumlar ihtilal kurumlarıdır.
DP’lileri yargılayan Yüksek Adalet Divanı ve Yüksek Soruşturma Kurulu’nun ihtilal organı olup olmadığını anlayabilmek için, ceza mahkemelerin çalışma sistemiyle bu organların çalışma sistemlerini karşılaştırmamız gerekir. Ceza mahkemeleri soruşturma mercilerinden gelen davalara bakar. Bu davalara bakan hâkimler; şahitleri ve avukatları dinleyip karara varırlar. İhtilal mahkemelerinde ise, soruşturma mercii çoğu zaman yoktur, karara varmak içinde şahit ve avukatlar dinlenmeyebilir. İstiklal Mahkemeleri buna örnek verilebilir. Yassı ada Mahkemesi’ni bir ihtilal komitesi olan MBK tayin etmiştir. Ayrıca ölüm cezalarının infaz edilmesi yetkisinin de bu komitede olması, bu mahkemenin ihtilal komitesi olduğu gerçeğini göstermektedir.
Yassı ada Mahkemesi, Anayasa’yı ihlal suçları ile ilgili davaları görüşmek üzere kurulmuştur. Bu suçu işledikleri varsayılan on beş kişi de idam cezasına çarptırılmışlardır.
Ancak Yassıada’da yargılananların sayısı beş yüz kişi civarındaydı. Buradan anlaşılacağı üzere on beş kişi dışındaki tutuklular, normal ceza mahkemelerinde de yargılanabilirlerdi. Burada bir usül hatası yapılmıştır. Yargılamalardaki hatalar yüzünden mahkemelerdeki duruşma sayısı çok fazla olmuştur. Bir buçuk yıl zarfında DP’lilerin aleyhine açılan 52 davadan ancak 18’i karara bağlanabilmiştir.
Yargılama sistemindeki bu hatalar, adaletsizlikler ve DP’lilerin anti demokratik bir şekilde tutukluluk süresi geçirmeleri. 1960 İhtilali’ni gerçekleştirenlerin insan haklarına aykırı davrandıklarını göstermektedir.
SONUÇ
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan, siyasal alandaki demokrasi ve ekonomi alanındaki liberalizm akımı tüm dünya ülkelerini olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni de etkisi altına almıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ülkelerinde diktatörlük yönetimleri devrilmiştir ve bunların yerini demokratik yönetimler almıştır.
Savaş sonrası Türkiye’sinde ise, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 23 yıldır süregelen, tek partili ve baskıcı yönetimi mevcuttu. Devletin her kurumu ve her kesimi CHP’nin bu baskı yönetiminden muzdaripti. Gerek dünya konjonktürü ve gerekse de ülke içi şartlar, Türkiye’de siyasal alanda yeni bir sistemi gerekli kılıyordu.
Çağının düşünce yapısına uygun olarak kurulan Demokrat Parti; toplum her kesimine demokrasi, özgürlük ve refah vaad ederek, kısa bir sürede ülkenin en büyük siyasal partisi olmuştur. Ancak 1950 seçimleriyle iktidara geldikten sonra bu demokrasi ve özgürlük vaatlerini tam anlamıyla uygulayamayan Demokrat Parti hükümetleri; kendisine karşı muhalefet bayrağı açan ordu, basın, üniversite, memur ve sendikalardan oluşan geniş bürokrasi ağını yönetmeyi başaramamıştır.
Devlet yapısını oluşturan en önemli kurumları karşısına alan iktidara karşı, muhalefet partisinin hazırlığını yaptığı ve desteklediği askeri müdahale, idamlar gibi istenmeyen bir sonla neticelenmiştir.
1960 askeri müdahalesini gerçekleştirenler bu hareketin yapılma amacını; tıkanan demokratik sürecin önünü açmak olarak değerlendirmişlerdir.
Farklı siyasi düşünce yapısına sahip insanlar ise 27 Mayıs’ı, değişik şekillerde yorumlamışlardır. 27 Mayıs; kimilerine göre halkın elinden özgürlüklerini almak, kimilerine göre ise çıkmaza giren demokratik sürecin önünü açmak için yapılan bir müdahaledir.
27 Mayıs 1960 askeri darbesi; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde 20 yıl sürecek darbeler dönemini başlatmıştır.
KAYNAKÇA
LEWİS, Bernard: Modern Türkiye’nin doğuşu (çeviri: Metin KIRATLI) TTK Yayın evi, 2. Baskı, ANKARA
EROĞLU Cem: (2003) Demokrat parti tarihi ve ideolojisi, İmge kitap evi, 4. Baskı, ANKARA
BİRAND Mehmet ALİ: (2005) Demir kırat bir demokrasinin doğuşu, Doğan kitapçılık, 10. Baskı, İSTANBUL
ÖZDAĞ Ümit: Menderes döneminde ordu siyaset ilişkileri ve 27 Mayıs ihtilali Boyut yayın evi 2. Baskı İSTANBUL
AĞAOĞLU Samet: Arkadaşı menderes, Rektör kitap servisi; İSTANBUL
DEMİR İshak: Türk demokrasi tarihi yürüyüş dergisi sayı,3 İSTANBUL
BURÇAK Rıfkı Salim: Türkiye’de demokrasiye geçiş, Olgaç yayın evi, ANKARA
AYDEMİR Şevket Süreyya: Menderesin dramı, Remzi kitap evi, 5. Baskı, İSTANBUL
CANDAR Tevfik : (2000) Türkiye’nin demokrasi tarihi, İmge kitap evi 2. Baskı, ANKARA
BOZBAĞI Sabiha: (1974) İhtilaller ve darbeler tarihi, Cem yayın evi, İSTANBUL
ERDOĞAN Mustafa, (1991). “ Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Deneyimi .” Liberal Düşünce Topluluğu, 3
Belge net (2016), “CHP Kurultayları”, www.belgenet.com/parti/ chpkurultay.html (26 05 2016)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.