- 1165 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
SOYUN !
Geçen yazılarımdan birinde bahsetmiştim sırasıyla göz, cildiye ve ortopediden randevu aldığımı. Yani bu yaz kendimi tam anlamıyla bir onarım ve tadilattan geçirmeyi düşünüyordum.
Göz maceramı anlatmıştım. Cildiyeye de bu ayın ikisinde gitmiştim. Hani daha önceki bir yazımda yazmıştım ya doktor hanım soruyor ‘’ Rahatsızlık hangi bölgede’’ Ben de ‘’ Bu rahatsızlığınız hangi coğrafi bölgemizde başladı ‘’ anlayıp salak salak ‘’Akdeniz Bölgemizde’’ Demiştim ya..Hah yine o bayan doktor vardı cildiyede. Artık tecrübeli olduğum için bu sefer ‘’ Bakayım bakayım’’ Dediğinde pantolonun ve donun tamamını değil, görünmesi gereken kısmın az birazını göstermiştim. Meğer o kadarcığını görmek yetiyormuş. Ama ilk gittiğimde nereden bileyim? Kadın ‘’ Bakayım’’ dediğinde ne var ne yok komple ortaya koymuştum büyük bir mahcubiyetle elbette. Doktor hanım içinden ‘’ Ohaaa ayıııı’’ dese de o kadar can-ı gönülden demişti ki sanki dışından demiş gibi duymuştum o ilk seferde.
Yani anlayacağınız 2 Haziranda karşımda daha önceki doktorumu görünce cildiyede öyle önemli bir şey yaşanmadı.
Bu gün sıra Ortopedideydi. Ben artık çoktandır hastane randevularını bilgisayardan kendim alsam da günlerdir uğraştığım halde çevremizdeki üç hasteneden de bir türlü randevu alamıyordum. Öyle anlaşılıyordu ki İstanbul halkının tamamı ortopedik rahatsızlık geçiriyordu. Çünkü tüm doktorlar doluydu.
Sonunda baba oğul karar verdik her gün birlikte arıyoruz… Derken 2 No lu Kangal Haydarpaşa Numune Hastanesinden bir randevu yakaladı. Randevu günü bu gün ( 24.06.2016) saat 10 40a idi.
Yok yok bu sefer belediye otobüsü ile başlamayacağım anlatmaya. Hayatımda belki de ilk kez vukuatsız bir şekilde Haydarpaşa Numune Hastanesine geldim.
Bu hastaneye vaktiyle çok gelip gitmiştim ama ilk kez hasta olarak geliydorum.
Giriş kapısından girdim. Yürü Allah’ım yürü poliklinikler yok piyasada. Kime soruyorsam ‘’ Abi aşağıda’’ diyor. Aşağı ine ine Hastanenin arka tarafından giden caddeye indim lakin ortada poliklinikler yok.
Aslında var tabii ki ama ben yıllar yıllar önce ( belki kırk yıl önce) hatırladığım kadarıyla poliklinikler giriş kapısına oldukça yakındı. Şimdi ne cehennemin dibinde idi bunlar?
İnanmayacaksınız 8.40 da binmiştim otobüse. Hastane dış kapısına gelişim 9.40 dı. Hastane bahçesi içinde Ortopedi polikliğini buldum, yorgunluktan gebermiş bir şekilde kıçımı dışarıdaki banka koydum ki içeriden ‘’Sami Biberoğulları’’ Diye bir ses geldi. Saat 10.40. Yani ben tam bir saat ortopedi polikiliniği aramışım.
Hatta güleceksiniz biliyorum ama ortopedi polikliniğini ararken ‘’Siyami Ersek Kalp ve Göğüs Hastalıkları Hastanesine bile girmişim.
Efendim bizim Türkiye’de tüm hastaneler modernleşti ama bu Haydarpaşa Numune Hastanesi Hâla 1900 lü yıllarda ne ise şimdi de o. İnanın hastanenin içinde kendimi zaman tünelinde 30 sene geriye gitmiş gibi hissettim.
Yok, alet edevat filan yeni, binanın eskiliğini, köhneliğini kast ediyorum. İnsanın ruhu sıkılır o hastanede. İyi olacağı varsa da kötü olur.
Neyse…’’Sami Biberoğulları’’ diye ünlenildiğini duyunca ( Yani anlayın. Monitorler var ama çalışmıyor. Öyle olunca da eskiden olduğu gibi sesli çağırmaya devam) hemen kapıya yöneldim ki Aman Allah’ım olamaz. Daha doktorun huzuruna varmadan dakka bir gol bir.
Doktorun kapısında yazan isim gerim gerim gerdi beni resmen. Ama çaresizim. Ya muyanemi olup varsa bir derdim çaresini arayacağım ( Ki derdim çok) ya da ‘’ Yok..Ben gidiyorum’’ deyip hastaneden ayrılacağım ve kim bilir bir daha ne zaman bir başka doktordan randevu alabileceğim.
Çaresizim. Boynumu bükerek girdim içeri.
Kırk yaşlarında ve Doçent ünvanlı karayağız doktor tebessümle baktı yüzüme. Kapıda doktorun ismi dışında ‘’ Doktora saygı, Hastaya tebessüm’’ yazıyordu zaten.
O bana tebessüm ettiğine göre ben de ona saygıda kusur etmemeliydim ama. Saygıda kusur etmeyeceğiz derken ?? Of Ya Rabbim yaaa. Şu içine düştüğüm duruma bak.
Doktor baktı ki o ne kadar tebessüm ederse etsin ben salak salak suratına bakıyorum, derdimin ne olduğunu söylemiyorum, merakla sordu:
-Probleminiz neydi?
-Valla doktorum ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
-Beyefendi olur mu hiç öyle şey? Ben soracağım, siz söyleyeceksiniz ki sıkıntınız neyse halledeleim.
-Aaaahh aaahh. Fena halde belim ve dizlerim ağrıyor ama şimdi ondan daha büyük bir sıkıntım var.
- Hımm. Neyse madem beliniz ve dizleriniz ağrıyor o halde oradan başlayalım. SOYUNUN !
Aha da işte korktuğum buydu.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘’ Hocam ! Kadın doktorun karşısında bile soyunmaktan utanmadın, korkmadın da hemcinsin doktordan mı korkuyorsun, utanıyorsun?’’
Arkadaşlar ! Mesele bildiğiniz gibi değil. Ben öyle bayan ya da erkek doktorun karşısında soyunmaktan çekinmem ama bu bambaşka.
Doktor duraksadığımı görünce tekrar etti.
-Beyefendi soyunsanıza.
-Şeyyy. Soyunmasam olmaz mı?
-Beyefendi soyunmadan nasıl olcak? Söyler misiniz bana.
Eyvah eyvah. İsmiyle müsemma derler ya adam aynen öyle. Vaziyet kel.
Benim hallerim hâla Kutup ayısı görmüş bahtsız bedevi halleri…
-Beyefendi anlamıyorum sizi. Yaşınızı başınızı almış adamsınız. İlk defa doktora geliyor olamazsınız. Bu tedirginliğiniz nedir böyle?
Artık ‘’ Battı balık yan gider’’ durumundaydım. Çeresiz tedirginliğimin sebebini söylemeliydim. Aslında kendisi de bilmeliydi ama benim ağzımdan duyarak işi eğlenceli bir hale getirmek istiyordu anlaşılan. Yok hani yani sanat için filan olsa neyse. Öyle kırmızı çizgilerim yoktur. Sanat için soyunurum da böyle bir vaziyette soyunmak oldukça tehlikeli.
-Beyefendi bana sakın doktordan korktuğunuzu söylemeyin.
-Yok doktordan korkmam. Hatta öğretmenlik yaptığım yıllarda aşıdan korkan çocukları cesaretlendirmek için ilk önce ben aşı olurdum hiç de gerek yokken. Sırf bu yüzden herkes hayatında bir kez çiçek aşısı olmuşken ben beş kez olmuşumdur. Kızamık, karma aşı vesairenin ise haddi hesabı yok. Resmen kevgir olmuşumdur.
Doktor hayretle baktı yüzüme.
-Bu kadar çok aşı olduğunuz halde hâla hayatta olduğunuza göre sizde bir anormallik olmalı.
-Haklısınız. Pek normal olduğum söylenemez.
-Neyse…Dışarıda başka hastalar var bekleyen. Şimdi soyunun da işimize bakalım.
Yok arkadaş ! Adam kafaya koydu.
-Bakın doktor bey, ben erkek değilim.
Adamın gözleri fal taşı gibi açıldı.
-Anlamadım. Siz erkek değil misiniz.
Hay ben bu heyecanımın içine e mi?
-Pardon doktor bey. ‘’ Ben sizin bildiğiniz erkeklerden değilim’’ Demek istemiştim.
-Yine bir şey anlamadım. Şimdi siz soynacak mısınız yoksa soyunmayacak mısınız? Giyinik halde olmaz. Onu peşin peşin söyleyeyim.
-Hımmm giyinik olmuyor demek ki?
-Olmuyor maalesef. Haydi çekinmeyin. Burada erkek erkeğeyiz. Korkacak, utanacak bir şey yok. Doktora ayıp olmaz. Değil mi?
- Evet doktora ayıp olmaz ama siz???
-Ben mi? Ne varmış bende?
-Doktor bey ! Hem soyadınız POMPACI, hem de bana ‘’ SOYUN!’’ diyorsunuz. Ben tedirgin olmayayım da kim tedirgin olsun?
Doktor önce bir kaç saniye heykel gibi kaskatı oldu. Daha sonra bir kahkaha saldı ki sormayın.
-Hay ömrüne bereket beyefendi. Öldüm gülmekten yahu. Ama boşuna tedirgin olmuşsun. Eğer iyi okusaydın o soyadının ‘’Pompacı’’ değil ‘’ Bombacı’’ olduğunu görürdün.
Resmen dışarı çıkıp yazıyı bir daha okudum. Evet adamın soyadı Bombacı idi.
Derin bir ‘’Ohhh’’ Çektim. Ama hemen toparlandım. İyi de Bombacı, Pompacıdan daha mı iyiyidi yani? Yok yok ,iyiydi elbette. Olayı namus açısından düşünecek olursanız elbette daha iyiydi.
Uzatmayalım efendim. Değerli hekim Hasan Bombacı beni rontgen’e gönderdi.
Rongende odasında ise uzmanı deli ettim adeta.
Kadıncağız bana ‘’ Buraya gel’’ Diye işaret ettikçe ben kendi eksenim etrafında dönüyorum. Meğer film çeken aygıtın önünde değil arkasında duruyormuşum.
Kadın bana nerede durmam gerektiğini anlatana kadar, benim ise anlayana kadar karşılıklı analarımız ağlasa da bayağı fazla bel ve diz filmim çekildi. Hatta yan duruş, kaburga kemiklerimin ya da omuriliğimin rontgeni de çekildi.
Eskiden rongen filmlerimizi almak için saatlerce beklerdik. Şimdi öyle değil. Ronrgenci ( yav bir bayana rontgenci denmez ama işi bu ben naapıyım) ‘’ Doğruca doktorunuza gidin. Filmeler onun bilgisayarında ‘’ Deyince doğruca koştum Bombacı hocaya.
Bombacı hoca yoktu ama diğer doktorlar da bakıyorlardı. Benim filme bakan genç doktor. ‘’ Fizik tedaviye yolluyorum sizi ‘’ dedi.
Saat 14.10 çin Fizik tedaviden randevu aldım ve Cuma namazını müteakip Fizik tedavinin bayan doktorununun huzuruna çıktım. O da filme baktı bilgisayarından. Bir iki de hareket yaptırıp ‘’ Böyle yapınca ağrı oldu mu?’’ diye sordu.
İşin ilginci mesela bulaşık yıkarken oldukça şidedetli ağrılarım olduğu halde geçenlerde koskoca bir kanepeyi tek başına diktim hiç bir ağtı sızı olmadı. Namazda rüku ve secdeye eğilirken hiç bir ağrı olmuyor ama kanepede otururken ağrım var. Bayan doktorun yaptırdığı hareketlerde de herhangi bir ağrım sızım olmadı.
Bütün bunları anlattım bayan doktora.
Sonuç: ‘’ Çok ciddi şekilde yırtılmalar yani fıtığınız var. Sol dizinizde de ilerlemiş bir kireçlenme var ama öncelikli sorununuz fıtık. Pazartesi günü kemik taraması ve kan tahlili için Validebağ Polikliğine müracaatınız önemle arz olunur.’’
**********************
Gelelim hikayenin aslına:
İlk muayenemi yapan doktorun adı gerçekten de Hasan Bombacı idi. Ancak Hasan Bey bana asla ‘’Soyun’’ Demedi, aramızda öyle bir muhabbet geçmedi. O herhangi bir muayene yapmadan direkt rontgene göndedi.
Bana asıl ‘’Soyun !’’ Diyenler ise rontgen mütehassısı bayan ile bayan Fizik tedavi doktoru oldu ki onlar da aslında sadece ‘’ Pantalonunuzu indirin !’’ Demişlerdi. Bu arada Röntgen mütehassısını deli ettiğim de doğrudur.)))))
Haa. Cildiyedeki doktorla aramızdaki muhabbet de doğru ))))))))
Hani hep sorarsınız ya ‘’ Hocam ! Bu acayiplikler hep senin başına mı gelir?’’ Diye. Aslında başıma gelen fazla bir acayiplik yok. Sadece basit bir durumu alıp allayıp pullayarak, biraz da ballandırarak bir hikaye haline getiriyorum. Bu günkü öykümüz de sadece va sadece bana ilginç gelen bir soyadından yola çıkarak kurguladığım bir şeydi.
YORUMLAR
Değerli hocam, edebiyatla bir ilgisi olmayan da okusa, yaşayıp gittiği birçok durumu bir edebiyatçı gözüyle sıradanlıktan kurtarırken, sahip olduğu dilin imkanlarıyla, hayata tutunmanın, ümitvar olmanın, muhabbetle paylaşımın zenginliği olduğunu yine ustalıkla örneklemişsiniz...
Değil mi ya, ne de olsa 'tuzu kuru' birisiniz!... :)))
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
sadece tuzu kuru biri değilim. Aynı zamanda her tarafımdan sğlık fışkırıyor )))))))))
Selam ve sevgilerimle.
Yetenekli olmak böyle birşey olsa gerek . yaşadığınız sıkıntıları bile tatlı bir uslupla okura yansıtırken zeka ve kabiliyet bu dedim,; pompacı:))
Soyun ! kelimesini severiz biz toplum olarak..
Sevgiler ; Mutlu hafta sonları Sayın Biberoğulları..
sami biberoğulları
Maalesef çocuklarımızı ( Özellikle erkek çocuklarımızı ) çok küçük yaştan emir vermeye alıştırıyoruz ''Ali Ata bak, Oya okula koş, İpek ip atla gibi.
Dikkat ederseniz hiç ''Ricas ederim'' yok. O yüzden de büyüyünce kibarca '' Soyunur musunuz lütfen'' yerine kabaca ''Soyun'' Diyorlar hep.
Selam ve sevgilerimle.
:)) hocam sahur vakti gülümsettiniz beni...Allah sağlık huzur versin size sevdiklerinize ..saygılarımla
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Sami Hocam yazının başlığını okuyunca bir an yüreğim ağzıma geldi ve o an saniyeler içerisinde neler geçti kafamdan bilemezsiniz kendi kendime eyvah hocamıza edebiyat defterindeki meşhurluğu yeterli gelmedi galiba heyecan verici sanat filmleri ile şöhret basamaklarını birden çıkmaya niyetlendi. Vah vah gitti hocamız sanat aşkına gitti diye hayıflanırken o kısacık an da yok artık hocam ve soyunmak?!’’ hayır olmaz öyle şey, ya olursa, hayır olamaz diye kendimle çatışma halindeydim ki, neyse ki, yazıyı okumaya başlayınca yaşananlar mizahi bir kurgu olduğunu anladım ilahi hocam korkuttunuz bizi.
Lütfen böyle başlıklar kullanmayın yazınızda az kalsın kalpten gidecektik neyse her zamanki gibi tebessüm ettirdiniz.
Ha! bu arada Bedri Abime katılıyorum sakın soyunmayın hocam en azından kendi adıma söylüyorum psikolojim böyle bir sürprize hiç hazır değil.
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı ve sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL tarafından 6/25/2016 2:38:35 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
''Allah'ım ! Şu benim tarlaya biraz yağmur yağdır. Ama bak. Tam şuraya, yanılıp da başka tarlaya yağdırmayasın. Tam benim tarlaya'' Diyerek tarlasını bir güzel tarif etmiş.
Az sonra bir yağmur yağmış ki sorma. Derken yağmur sel olmuş, tarlayı aldığı gibi sürüklemiş, denize gitmiş nice ürün varsa.
Bektaşi bakmış gök yüzüne ve hayıfla söylenmiş.
-Sana tarlanın yerini gösterende kabahat.
Sana, Bedri abiye ve Kemal'e böyle ciddi hikayeler okutanda kabahat. Hemen başlarsınız fanteziler ))))))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL
Dilek Hanımın yorumuna verdiğiniz cevabı okuyunca gülme kırizleri yaşadım.)))))))))
Ne yapalım be hocam, bizlerin her türlü muzurluğunu, hınzırlığını hoş görüyle karşılayacak nazımızdan gidecek bir tanecik abimizsiniz idare edin artık sizi çok seviyoruz.
Saygı ve sevgilerimizle.
Sami bey çok yaşayın emii.. o kadar hoş ve muzip bir tarzla anlatmışsınız ki hastane günlüğünüzü gülmeden okumamak mümkün değil.. Maalesef ülkemizde ki acı gerçekler ..Bazı hastanelerimiz gerçekten labirent gibi ..İnanın aynı noktaya kaç defa gelip, tekrar döne döne muayene olacağım polikliniği aradığım olmuştur benimde.. Selam ve saygılarımla dost kalem... Gülümsettiniz Rabbim de sizi güldürsün ve tez zamanda ağrılarınızdan kurtulun.
sami biberoğulları
Çok önemli bir yarama daha parmak bastınız.
Dünyada benim üstüme bir tane daha yoktur sanırım tersi dönme konusunda üstad-ı âzam olan.
Ben iki odalı bir evde bile kaybolabilirim inanın.
Geçenlerde mesela. Ümraniye'de her gün önünden geçtiğim b,ir cadde üzerinde bir etkinliğe katıldım. Etkinlikten çıktım. Otobüs durağına vardım. İki tane bizim mahalleye giden otobüs önümden geçti ki bu aslında bir mucizedir. Çünkü çok azdır bizim oraya giden belediye otobüsü.
İki ot0obüse de binmedim ve hatta hayıflandım da '' Ulan Kadıköy'e gidecek olsam böyle ard arda gelmezsiniz'' Diye.
Sonra jeton düştü ama otobüslerin ikisini de göz göre göre kaçırmıştım.
Yani o konuda elime su dökecek bir Allah'ın kulunu tanımıyorum.
Şimdi bir de labirent gibi olan hastanelerde benim halimi düşünün artık.
En iyisi siz hiç düşünmeyin. Resmen acınacak haldeyim )))))
Selam ve sevgilerimle.