- 737 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR TAVUK GİBİ !
İstanbul’un kenar mahallelerinden topladığı çöpleri, çöp alanına boşaltmakta olan kamyondan önce bir insan gövdesi düştü, daha sonra da o gövdeye ait olduğu belli olan bir erkek başı. Polise, savcıya haber verildi. Bütün basın, yayın kuruluşlarının muhabirleri bir anda oraya doluştu. Kısa sürede radyolarda, televizyonlarda, haber sitelerinde geniş yankı uyandırmaya başladı bu hunharca cinayet.
Savcılık soruşturması ile maktülün kimliği teşhis edildi : Altmış yaşlarında, Almanya’dan emekli, çifte vatandaş, Faik Dündar.
Anadolu’nun geri kalmış köylerinden birinde , yoksul, çok çocuklu bir ailenin erkek çocuklarından biri olarak dünyaya gelmiş, içinde bulunduğu yoksulluktan kurtuluş çaresi olarak, o zamanlar çok kişinin yaptığı gibi Almanya’ya işçi olarak gitmiş. Çok çalışmış Almanya’da. Kazandığının kıymetini bilmiş, saçıp savurmamış. Kısa zamanda önemli bir birikim sahibi bile olmuş. Üstelik, ailesine de azımsanmayacak kadar yardımda bulunmayı da ihmal etmemiş. Bir süre sonra, başka kardeşlerinin de orada iş bulmasını, oraya yerleşmelerini sağlamış.
Yoksulluğunu asla unutmayıp, özellikle Müslüman yardım kuruluşlarına ilgi duyup, fitresini, zekâtını fazla fazla hep oralara aktarmış. O zamanların en tanınmış Müslüman yardım kuruluşunun adının ’ Asrın yolsuzluğu ’ olarak anılmasından çok etkilenmiş. Alman makamlarının derin soruşturmalar sonunda bu kuruluşun yöneticilerini mahkûm edip, Türkiye’deki uzantılarının da cezalandırılması için yaptıkları uyarılar Türk makamlarınca ciddiye alınmayıp, soruşturmanın üstünün kapatılmasından oldukça rahatsızlık duyan Faik Dündar, yine Almanya’da faaliyet gösteren Müslüman bir yatırım şirketinin iflâs bahanesiyle insanları dolandırdığının ortaya çıkması, vekâleten kurban kesme vaadiyle para toplayan bir kuruluşun da aslında kurbanların çok azını göstermelik olarak kesip, insanları kandırdığı ortaya çıkınca, adeta bunalıma girmiş, bir daha gözünle görmediği, gerçek sahibine ulaşmadığı hiç bir kuruluşa yardım etmemeye karar vermişti.
Artık fitre ve zekât zamanlarında çevresinde derin araştırmalar yapıp gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşıyor ve yardımını bizzat onlara yapıyordu.
Gün gelip de emekli olunca, çifte vatandaşlığın da verdiği avantajı kullanıp, uzun süre kalmak için Türkiye’ye dönen Faik bey, zamanında doğup büyüdüğü Anadolu köyüne önemli miktarlarda yardım yapmış fakat kendisi İstanbul’da yaşamaya başlamıştı.
Bir Ramazan günüydü. Fitre ve zekâtların verilme zamanıydı. Yine bir sürü yardım kuruluşu - hatta zamanında Almanya’da adı ’ Asrın yolsuzluğu ’ olarak anılan sözde yardım kuruluşu bile - Müslümanların fitre ve zekât paralarına talip oluyorlardı. Buna ve yine Almanya’da Müslüman yatırım şirketi adı altında insanlardan yüklü miktarda paralar toplayıp, iflâs bahanesiyle onları dolandıran şirketin genel müdürünün Türkiye’de çok önemli bir mevkiye getirilmiş olmasına inanmakta zorluk çekiyordu.
Sokaklarda dolaşıp, ihtiyaç sahibi insanlar aramaya başladı. Cuma namazı çıkışında kapıda adeta çığırtkanlar gibi dilenen bir sürü insandan sonra, az ileride, kucağında çocukla bekleyen, sessizce insanlardan yardım dileyen üstü başı yoksulluk kokan , genç bir kadın dikkatini çekti. Birlikte kadının yaşadığı eve kadar gitti. Bir köşede, sakat intibasını bırakan, saçı sakalı birbirine karışmış kocası yatıyor, kızlı erkekli, dört küçük çocuğu da evin içinde, dışında oyun oynuyorlardı. Üzerleri yırtık pırtıktı çocukların. Hemen hepsi de hastalıklı gibi zayıftı. Bir kulübeyi andıran eski evin duvarları, tavanı, hiç bir yeri sağlam değil, yıkık dökük ve kirliydi.
Önce kadını alıp markete götürdü. Tıka basa alışveriş yapıp eve birlikte döndüler. Bir miktar para bırakıp, tekrar geleceğini söyleyerek ayrıldı yanlarından. Yataktaki adam da, karısı da dua yağmuruna tuttular adamı. Çok mutlu olmuştu Faik bey.
Ertesi gün kadını çocuklarıyla birlikte pazara götürdü, hepsine de yetecek kadar bolca kıyafet aldı. Kadının kendisini de kocasını da unutmadı. Yaklaşan bayramda güzel güzel giyineceklerdi şimdi hepsi de. Okullar kapanmıştı. Açıldığında hepsini de okula göndermeye, tahsil hayatları boyunca da hepsine destek olacağına söz verdi.
Tekrar gelişinde, bu ailenin aslında bir işe, düzenli bir gelire ihtiyacı olduğunu, o yüzden de kadına bir pazar tezgâhı kurmak istediğini anlattı. Kısa zamanda bunu da gerçekleştirdi.
Bu eve sık sık uğramaya, her uğradığında da bir miktar para bırakmaya devam ediyor, kendini bu durumda dünyanın en mutlu insanı hissediyordu.
Cenaze günü oldukça kalabılıktı. Kimse bu kadar iyi kalpli, yardımsever bir insanın bu şekilde öldürülmüş olmasına bir anlam veremiyordu. Kimseyle kavgası, husumeti olmayan, yardımsever, iyilik meleği denebilecek kadar müstesna bir adamdı Faik Dündar.
Şimşekler olanca gücüyle çakmaya, yağmur,kapağı açılan baraj suları gibi yağmaya başladı. Gökyüzünde isyan verdi. Azrail, Tanrı’ya yalvarıyordu :
’ Ne olursun, al artık tüm iyi insanları yanına, ben de tüm kötülerin tepesine yıkayım şu dünyayı ! ’
Tanrı, dünyaya daha önce gönderdiği tüm peygamberlerinden hesap soruyordu :
’ Hiç mi faydanız olmadı şu insanlığa ? Nedir bu iyi insanlarımın başına gelenler ? Şeytan,şeytan ; halâ mı galip geliyor tüm iyiliklere ? ’ Başları yerde, üzgün ve mahçuptu tüm elçiler. Verilecek hiç bir yanıt ikna edemezdi Tanrı’yı. Göğün bir yerlerinde, çok çirkin zafer nidaları tüm arşı utandırıyordu. Şeytan’ın zafer naralarıydı bunlar. Bu kadar elçiye, bu kadar kitaba, mucizelere, derslere rağmen, insanoğlu halâ içindeki şeytana yenik düşmekten bir türlü kurtulamamış, halâ iyilere karşı kötüler, şeytanlar galip gelmeye devam ediyordu. O yüzden, aslında insanlığa düpedüz bir cennet olarak bahşedilmiş bu güzelim dünya, cehennemi andırıyordu.
Tüm peygamberlerin, meleklerin, evliyaların gözyaşlarının gökten boşandığı, tüm dünyayı sele boğduğu anlarda, toprağa verildi Faik Dündar’ın cenazesi.
Savcılıktaki ifadesinde çok pişman olduğunu söylüyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu kadın :
’ Vallahi de kocam zorladı savcı bey ! Yoksa o beni öldürecekti. Yine hatırımızı sormak için gelmiş, para vermek için cüzdanını çıkarmıştı. Cüzdanın şişkinliği kocamın aklını başından almış. Aslında onu öldürmekle çok büyük hata ettik biz. O bizim için altın yumurtlayan bir tavuk gibiydi. Hiç altın yumurtlayan tavuk kesilir mi, savcı bey ? ’
Fikret TÜRKER
YORUMLAR
Sevgili hocam, harika bir yazıydı. İyiliğin kötülüğe zemin hazırladığı bir ilişkiler yumağı halindeki yaşamımızdaki günahlar uhrevi dünyada bile ahiret gününü beklemeden yankı bulabilir duruma gelmiş... Hani bir anekdot vardır. Adama, falanca kişinin kendisine kötülük yapacağı haber verildiğinde, "ben ona hiç iyilik yapmadım ki, niye kötülük yapacakmış," der... Saygıyla
Fikret bey,
Tanri diye neyi kasdediyorsunuz bilmiyorum ama Allah'i kasdediyorsunuz Allah'in Tanri diye bir ismi yok. Allah c.c. gorev suresi bitmis yani aramizdan ayrilip gitmis olan peygamberlerine neden hesap sorsun?
Sizi uzmek, kirmak istemem ama kas yaparken fena halde goz cikarmissiniz... Itikati konularda hassas olmak lazim diye bilirim, ne espriye gelir, ne asagilamaya gelir, ne de gelisi guzel edebiyat malzeme olmaya gelir... yine de siz bilirsiniz...