- 805 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KIRILMA NOKTASI -4
“Gülün tam ortasında ağlıyorum,
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum,
Azaldığını duyup duyup karanlıkta,
Beni ayakta tutan gözlerinin…
Ellerini alıyorum,
Sabaha kadar seviyorum.
Ellerin beyaz,tekrar beyaz,tekrar beyaz…
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum.
İstasyonda tren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım…”
(Cemal SÜREYA)
Gülce, sabaha Ozan’ın yolladığı şiir mesajıyla uyandı.Kahvaltıyı hazırlarken de, giyinip aynaya bakarken de, bindiği metronun camına başını yaslayıp dışarı bakarken de aklında hep aynı şey vardı.Değdiği her yere şiirselliği taşıyan bir gücü vardı aşkın.Gördüğü her nesne, kalbinin gündemiyle örtüşüyorsa dikkate değiyordu artık.Bahar güneşi kadar kendiliğinden ve sade, öylece çıkıp geliyordu ansızın.Bu duygu, insanın kontrolünü en az sağlayabildiği şeydi, kendi yolunu çiziyordu çünkü.
Karmakarışık duygular içindeydi.Alışık olmadığı bir hayat temposuna ayak uydurmaya çalışıyordu.”Hiçbir yeniden kolay değildir” biliyordu elbet, ama göze aldıklarıyla birer birer karşılaşmak yoruyordu.Çalışmak zorunda oluşu, hep kıyısında durduğu dünyanın içine çekiyordu onu.Aslında hem zorlanıyor , hem de özgüven kazanıyordu.
Yusuf’u, düşünmek içini burkuyordu.İnsanın kendi seçimlerinin bedelini ödemesi mümkündü de, kendinden öte birinin çaresizliğine dayanması kolay olmuyordu.Kendi kuyusundan çıkıp, Yusuf’un kuyusuna düşüyordu.
İneceği durağa geldiğinde, bir sis bulutundan çıkar gibi sıyrıldı düşüncelerinden.Nedense hep zor zamanlarda kapısını çaldığı Kevser Hoca’nın evine giden yolda buldu kendini. Yerde sonbaharın bütün renklerini kuşanmış yaprakların hışırtısı rüzgarın sesine karışıyordu, soğuktu.
Kapıyı açan genç kız,ona yukarı çıkan merdivenleri gösterdi.Girer girmez insana içerdiği huzuru taşıyan genişçe bir salonda Kevser Hanım’ı beklemeye başladı.Ev,lüks döşenmemişti ama eşyalar sade ve uyumluydu.Odadaki hiçbir ayrıntıya dünya bulaşmamıştı sanki;Yanan şömine ateşinin çıtırtısı, yerde el dokuması kilim, basit ahşap bir kütüphane, sehpada büyük bir mum, dumanı hala tüten tütsüden sayılan sedir ağacı kokusu,hafif bir volümde çalan Sufi müziği ;Mercan Dede’nin “Meçhul”ü…
Sehpada , kimi açık, kimi kapalı duran kitaplara ilişti gözü.Kevser Hoca’nın bu aralar ne okuduğunu merak ediyordu.Noktanın Sonsuzluğu,Şairin Romanı, Simyacı,Muhyiddin Arabi,ve tabi yıllardır içine dalıp yıkandığı deryanın adı Mesnevi…
Açık duran bir kitabın altı çizilmiş cümleleri, tam olarak anlayamasa da içine işleyen yabancı şarkılar gibiydi:
“İnsanın dehşetine nasıl da yeniliyor merhamet!
Kısmet her zaman en güzel ihtimal ve mürşid’tir düşene kuyu…
Ölmek de bir ipucudur ,sızlayıp dururken içimizde Kenan
Bir gömlek neresinden yırtılırsa orası zindandır artık!
Kimsesiziz nasılsa o kuşların kalbinde,
İkimiz de Yusuf…”
“Ve mürşidtir düşene kuyu…”Cümlesini sesli tekrarlarken geldi gülümseyerek Kevser Hanım.
-Beğendiysen sende kalabilir.
-Beni aşar hocam.Ama şu Simyacı’yı alabilirim.
Uzun zamanın biriktirdiği özlemle derin bir sohbete daldılar.Son yılların dökümünü, bilançosunu, elde kalanları, çıkmaz sokakları, çelişkileri, yenilgileri.. Hepsini anlattı zaman zaman sözlerine eşlik eden gözyaşlarıyla.Kevser Hanım Gülce’nin sözlerini bir rüyayı dinler gibi sakin ve yorumsuz, ama dikkatle dinliyordu.
Kıpırtısız, berrak bir göl kadar mavi ve
berraktı bakışları.Gülce’nin hüznünü paylaşıyor ama içine sürüklenmiyordu.Onu yargılamadan dinleyen tek insandı.Gülce, Bu derya deniz kadının içinde köklenen kaleye hayrandı.
Asla onun gibi güçlü olamayacağını düşünüyordu.
Kevser Hanım,içine kahve koyduğu bakır cezveyi yanan ateşe bıraktı.Gülce, yüzü ateşin kızıl ışığıyla nurlanan Kadına baktı:
-Yalnız hissediyorum, yolun yarısına geldim ama topladığım ne varsa elimden düşüp kırıldı.Bundan sonra nasıl yaşayacağımı, ne yapacağımı bilmiyorum.İnandıklarımla da çelişiyorum artık.Bu yüzden hiçbir limana sığınacak yüzüm kalmadı.Sığınsam da beni Allah’ın bile duymadığını düşünüyorum bazen.
Kevser hanım, ateşte cızırdayan kahveyi ağır ağır karıştırarak mırıldanır gibi konuştu:
-O, seninle her yerde, sen neredesin? Kendi zihninin içinde kaybolan,kimseyi duyamaz.
Geçmişi öfkeyle, geleceği kaygıyla yaşamaktan şimdiye ayıracak dikkat ve gücün kalmıyor.Geçmiş ve gelecek gerçekle arandaki en kalın perdedir.
“İnsanoğlunun yaşamında en son keşfettiği şey,şimdiki zamandır”diyor şair.Sakinleş…
Bütün tavırlarıyla sıradanlığın ötesine geçmiş bu bilge kadın, marjinal bir modern zaman dervişiydi sanki.Onu şaşırtmayı hep başarmıştı.Evrene, dünyaya, insana bakışı öyle bütünleyiciydi ki, hangi dünya görüşünde olursa olsun,kapısını çalıp da eli boş dönecek biri yoktu.
Akşama kadar,sufiyane bir sohbet havasında onu dinledi Gülce, tütsü buğusu, ateş yalazı ve huzur içinde…
Kahvesini yudumlarken devam etti Kevser Hanım:
-Tüm kainatı var eden, sana her yerden seslenir,duymasını bilirsen.Tecellisi cümle varlıklardan yansır; bazen Mevlana’dan, bazen Yunus’tan,bazen Nietzsche’den, bazen pencerene konan serçeden, ama en çok da ansızın kapına dayanan acıdan…
Yaşanan acının da bir işlevi vardır çünkü.Denizin dalgaları gibi insanı varlık sahiline ulaştıran itici güçtür acı.Şerrin altındaki hayrı görebilirsen eğer, köşe bucak kaçtığın sorunlar,sana kanat olur,hayatındaki en radikal kırılmayı ve dönüşümü yaratabilir.
Sonra, yıllardır okuyup anlattığı Mesnevi’yi açtı telaşsızca.Gülce de kendini yenilmiş hissettiği zamanlarda, yaralarını her defasında zamanın ötesinden mucizevi bir elle onaran Mevlana’ya koşardı.Bu arif zatın zamansız mekansız aleminden ona ulaşan eşsiz kelamında, insanda açığa çıkan bütün esmaları seyrederdi.
Kevser Hanım, kitabı açarken Gülce’ye baktı:
-İnsanı yaratan, ona sonsuz ruhundan üfledi.İşte o zamandan beri parça bütünü arar durur ,her yerde, her şeyde, herkeste…İnsan sonsuz olanı arar., geçici olan her şey işlevini bitirince çekip gidecek hayatından elbette,arayışına, tekamülüne yönelmen için.Ama aradığın öyle çok uzakta değildir aslında.Ait olduğunla bütünlenmediğin sürece neye ulaşsan susuzluğun geçmez kızım.
Bak, şu bölümü dinle:
-“Irmağın kıyısında uyuyorsun.Dalgalar ona aldırmadan vursa da, uyuyan ıssız bucaksız çöllerde koşar.
Su, ona şah damarından daha yakındır ama o, susuzluğun şiddetinden kıvranır durur.”
Niceler, yerinden ayrılıp yola çıkarlar.Asıl gitmek istedikleri yer, ayrıldıkları yerdir…”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.