Ah, o eski günler!
“Ah, o eski günler!” der hep yaşça kendimizden büyüklerimiz. Çoğu zaman kızmışımdır hep bu söze. Sanki ne vardı o günlerde derdim, özellikle de annemle geçen çoğu muhabbetimizde. Şimdi ise ben demeye başladım “ah, o eski günler!” demeye. Demek ki herkes kendi yaşının geçmişini arıyormuş; hızla değişime uğrayan yaşam koşulları içinde.
Nereden geldi şimdi aklıma şu eski gün meselesi?
Nereden geldi, evet?
Postacıdan geldi desem…
Aslında yılların yıllar öncesine gitmeye ne gerek var. Yani annemizin, babamızın gençliğini düşünmeye… Bundan daha on yıl öncesi bile bambaşkaydı yaptıklarımız, yaşam şeklimiz. Şimdi ise her şey göz açıp kapayıncaya kadar değişime uğruyor, her gelen yeni gün, bir önceki günün yerini tutmuyor. İşte buradan takıldı postacı aklıma; her saniye biraz daha ilerleyen teknolojinin gölgesinde var olup, oldukça değerini kaybeden postacı…
Postacıyı gördüğümüzde aklımıza ne geliyor?
“Eyvah!.. Borç faturası, geldi yine!..” demiyor muyuz? Yani postacıyı gördüğünde kim mutlu oluyor? Şahsen ben hiçte mutlu olmuyorum. Ivır zıvır ve borç faturaları dışında hiçbir şey geçmiyor elime. Postacıyı gördüğümde kalbim heyecanla artmıyor artık, gözlerim sevinçle parlamıyor… İşte o zaman yakın geçmişim geliyor gözlerimin önüne.
İçten, ruhunun derinliklerinden süzülerek kendi kaleminden çıkmış, dostça, sevgiyle ve büyük bir özenle yazılmış mektuplarımı arıyorum. Heyecanla ve büyük bir sevinçlerle zarfı açıp bir nefeste okuduğum beyaz sayfada ki bir dizi sözcük kümelerini…
Hele o son klasikleşmiş tekerlemeleri bile özledim desem… “ Sepet sepet yumurta, sakın beni unutma. Unutursan küserim, mektubumu keserim…”
Ya yılbaşı, bayram ve nice özel günlerde hatırlandığını ve unutulmadığını küçücük cümlelerle anlatan, manzara resimleriyle, rengarenk çiçek demetleriyle süslenmiş, mini mini bebeklerin, sevimli hayvanların üzerinde cıvıl cıvıl dans ettiği tebrik kartlarım nerede?.. Var mı, kaldı mı artık bunlar?..
Yok!.. Yok!..
Şimdi ise teknolojinin nimetleri arasında bu gibi şeyler sadece “ Ah, o eski günler!” dediğimiz günlerde kaldı. Saniyesinde alıp verdiğimiz elektronik postalar, mektuplarımızın sihrini, büyüsünü ve heyecanını da yok etti.
Özel günlerin tebrik durumları desen hep almış başını gidiyor. Öyle tembel, öyle üşengeç bir toplum haline geldik ki, tebrik sözcüklerimizi bile internetin sonsuz sayfaları arasındaki hazır mesajlardan kullanıyoruz. Ne kolay değil mi, bir başkasının üretip yazdığı, dizin dizin tebrik mesajlarını bir hamlede tanıdığın herkese anında ulaştırmak. Peki, ne derece doğal ve samimi?.. Bence mecburiyet gibi klişeleşmiş bir davranış hepsi…
Hâlbuki “ … Kutlu Olsun. Sevgilerimle.” Şöyle küçücük, içten ve dostça iki kelime daha anlamlı, daha sıcak gelir bana. Mutlu olurum, sevinirim… Ama asla tekerleme halinde gelen mesajlardan mutlu olmam sadece hatırlandığım için teşekkür ederim…
Bir kâğıt parçasına, birkaç içten yazılan cümleleri sevdiklerimize ulaştırmak çok mu zor?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.