10
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1408
Okunma
-Bu sefer ölümü yazacağım, hatta ölümü özledim
-İzin vermiyorum ölümü yazmana; hatta yasaklıyorum!
-Ben de kelebekleri yazarım o halde.
-Tamam!
Aslında biliyordu; kelebeklerin ömrü bir gündü.
Kısacık bir güne koskoca bir ömrü sığdırabilir miydim ki? Emin değildim.
Gözünü açtığında, evdeki seslerden sabah olduğunu anladı. Acele edip hazırlanması gerekiyordu. Bugün yeni iş yerinde ilk iş günüydü çünkü. Evdekilere çok da aldırış etmeden hazırlandı. Demlenmiş çaydan birkaç yudum aldı. Bir lokmacık ekmeğin arasına koyduğu peynir parçası da midesine çok iyi gelmişti.
Evden çıkarken hem kendi gülümsüyordu, hem de onu uğurlayanlar…
Uzun bir süreden sonra ilk defa gidiyordu otobüs durağına. Okul bitiminden bu yana, sabahın o saatinde hiç gitmemişti otobüsle bir yerlere.
Taze günün o mis gibi serinliğini, durakta beklerken çekti içine. İşte tam o esnada, kendine doğru bakan gözleri fark etti. Bir anda kanının çekildiğini hissetti. Görmemiş gibi yapamazdı; çünkü gördüğünü görmüştü ona bakan göz. Gözleriyle de sorguluyordu sanki. Bir an kaçmayı düşündü. Yeniden evine, sığınağına dönmeyi yani… Yapamazdı; kaç gündür bu sevinci yaşıyordu evdekiler. Onları yüz üstü bırakamazdı.
Kendini sakinleştirmeye çalıştı. İçinden sürekli, “İyi olacak her şey” diye tekrarlıyordu. Kaç senedir bugünü bekliyordu oysa. Şimdi her şeyi bir anda bırakmak olur muydu? “Bu otobüs de nerede kaldı” der gibi bakındı otobüsün geleceği yöne.
Şu an için onu rahatlatan tek şey, durakta ikisinden başka bir anne ve çocuğu diye düşündüğü başka birilerinin de olmasıydı.
Tekrar otobüsün geliş yönüne baktı. Hala görünürde bir şey yoktu.
Geçmişi yaşamaya başladı. Ne çok severlerdi, bu durakta buluşup beraber okula gitmeyi. Onlar için kutsal bir mekândı sanki orada buluşmak. Çok seviyorlardı birbirlerini, evlenecekler, içinde çocuklarının koşturacakları minicik bir evleri olacaktı. Ahh ah! O saçma sapan kıskançlık krizleri ve arkasından gelen dayaklar olmasaydı…
Çok dayanmış çok sabretmişti sevgisi uğruna. Hem kıskançlık yapıp hem de önüne gelenle aldatan hep o olmuştu. Nişanları bile, onun bir kıskançlık krizi anında bozulmuştu. Tehdit ediyordu durmadan. Bildiğimiz klasik türden tehdit… “Bana yar olmazsan, kimselere yar etmem seni!” diyordu. Uzun bir süre korkusundan evden çıkmamıştı. Komşusu olan psikiyatrist Hatice Hanım olmasaydı, her halde şimdi de çıkamazdı dışarıya. “Korkularınla yüzleş” demişti o.
Tekrar derin bir nefes aldı. “İşte tam bu an, o an sanırım. Yüzleşiyorum korkularımla” diye düşündü.
Otobüsün gelme yönünde kalmıştı kafası. Diğer tarafa döndüğü anda onun soluğunu boynunda hissetti.
“Seni kimseye yar etmem” demiştim. Ben sözümü böyle tutarım işte diye fısıldadı o korkunç gözlerin sahibi. Önce bacaklarında hissetti o derin acıyı. Eğilip, yavaşça baktı bacaklarına. Akan kan, pantolonunun rengini değiştirmişti bir anda.
Sonra da boğazında bir acı ve yere düşüş…
Tüm yaşamı, film izler gibi geçiyordu gözlerinin önünden.
Arnavut asıllıydı babası. Doğduğunda, kendi dillerinde “Kelebek” anlamına gelen Flutur ismini koymuştu. Fulujyam diye severdi.
Babası da mı bilmiyordu ki; kelebeklerin ömrünün bir gün olduğunu?
Gözlerini kapattığında, alnının ortasına mavi, minik bir kelebek konmuştu.
Gülhun ERTİLAV