- 442 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
-ÇILGINLIĞIN DORUKLARINDA BİR FUTBOL GÖSTERİSİ-
Sportif turnuvaların her zaman günlük güneşlik bir atmosferde cereyan etmesini beklemek zihinleri aldatacaktır. Kimi zaman parçalı bulutlu ve hatta gök gürültülü sağnak yağışlı bir devreyi bizlere gösterebilir de. Kastettiğim hususun klimatolojik hadiseler olmadığını fark etmiş olmalısınız. Siyasi tarihin kırılma evreleri karşımızdadır. Sözgelimi, 1990’ların başları misali soğuk savaş döneminin sona ermesidir. Komünizm Kapitalizm zıddiyetinin yerini radikal milliyetçi-ırkçı dalgalanmalar alacaktır artık. Balkanlarda bizi de yakından ilgilendiren katliam ne kelime soykırım tablosu yaşanacaktır. Eski Yugoslavya parçalanmaktadır. İç savaş öncesinde işleyen süreç Sırpların Boşnaklara karşı Avrupa devletlerininde nezareti altında yürüttükleri kıyımla beraber doruk noktasına ulaşacaktır.
Bu açıdan aldığımızda 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası siyasi boyutta önemli bir kırılma noktasının gölgesinde gerçekleşmektedir. Üstte de belirttiğimiz gibi bir yandan Doğu bloğunun çöküşünü takip eden bir turnuvadan söz ediyoruz. Bu durumun doğurduğu netice kupaya da yansır. Şampiyonada eski Sovyetler Birliğinin yerini Bağımsız Devletler Topluluğu alır. Yine, iki Almanya’nın birleşmesinin karşılığı olarak turnuvada yer alan takım Almanya olarak geçmektedir. Diğer yandan Avrupa Şampiyonası öncesinde Yugoslavya’nın çöküşü ve bölgenin iç savaşa sürüklenmesi de turnuva üzerinde hatırı sayılır sonuç doğuracaktır. Şampiyonaya katılma hakkını elde eden Yugoslavya’nın ihracıyla birlikte son anda gruptan çıkamayan Danimarka finallere davet edilecektir.
Gerçekten de siyasi karışıklık ve iç savaş eski Yugoslavya’yı her alanda olduğu gibi futbolda da derinden etkiler. Burada, şu örneği vermek isterim. Kızılyıldız 1991’de Avrupa ve Dünya şampiyonluğu kazanan bir kulüptür. İç savaşla beraber yıldız oyuncular Avrupa kulüplerine dağılır. Bir bakıma bu önde gelen kulübün mirasını Avrupa kulüpleri yiyecektir. Şüphe yok ki, minimal bir durum olarak gözüksede Sırp mezaliminin kendi kulüplerinin başını yediğini de söyleyebiliriz.
İşte tam da bu dönemde Avrupa Futbol Şampiyonası İsveç’in ev sahipliğinde gerçekleştirilmektedir. Açıkça ev sahipliğinin verdiği güçle ve yıldız oyunculardan kurulu kadrosuyla İsveç turnuvaya hayli renk katacaktır. Öyleki, 1994 Dünya kupasında alınan üçüncülüğün sinyallerini veren bir oyun sergilenir. İsveç’in yıldızlarından Thomas Brolin yeteneklerinin, heleki turnuva esnasında İngiltere’yi verkaçlarla yıkmasının yanı sıra sarışın, bebek yüzlü profiliyle de kolayca hatırlanabilir. Günümüzün Alman yıldızı Götze’nin habercisidir bir bakıma. Ayy yaa! Faşizan damarım tuttu birden. Dilimizdeki ismin -e- halini de ne çok çağrıştırıyor. Vaktiyle Galatasaray’da oynayan Falco Götz’ü bilen bilir. Şimdiki kerata da Götz’den Götze işte neme lazım.
Konumuza dönersek; kimbilir, İngiliz futbolcularda bu bebek yüzlü Brolin’in masalsı çağrışımlarına kapılır ve dahi nârına yanarlar belki de. Diğer yandan Kenneth Anderson’da aklımıza gelir değil mi? Nereden mi, tabii ki Mustafa Denizli’nin çalıştırdığı dönemin Fenerbahçesinden söz ediyorum. Şampiyonanın öne çıkan maçları arasında İsveç’in maçları daima vardır. Cidden en zevklisi de yarı finalde İsveç-Almanya mücadelesidir. Almanya 3-2lik galibiyetle finale yükselir. Alman takımında Thomas Hassler ve Riddle gibi yıldızlar öne çıkar. Birde Utanç duvarının yıkılmasının nişanesi olarak Doğu Alman Mathias Zammer yeni Almanya takımının yıldızları arasında yer almaktadır.
Diğer yarı final mücadelesi de son derece zevklidir. Danimarka-Hollanda karşılaşması 120 dakikanın sonunda 2-2lik bir netice verir. Penaltılarda Hollanda Van Bastenle bir vuruştan yararlanamaz. Ya da ünlü file bekçisi Schmeichel’i aşamaz. Oysa Danimarka beşte beş yapar. Bu durumda Hollanda adına Ronald Koeman’ın müthiş penaltısı da kâr etmez.
Final mi? Bir sürprize sahne olur ve Danimarka, Almanyayı yenerek Avrupa şampiyonu olur. Artık sürprizi mi kalmış, adamlar finale gelmişler demeyin. Başta da belirttiğim gibi Yugoslavyanın elimine edilmesi üzerine Danimarka son anda kupaya çağrılır. Futbolcuların tatillerini yarıda bırakıp geldiklerini söyleyebiliriz. Açıkçası plajdan geldiler şampiyon oldular repliği o zamandan kalmadır. Bu durum Danimarkanın başarısını belirlemiş olabilir mi? Yani plajdan gelmek diyorum. Düşünsenize kimse sizden bir şey beklemiyor. Gruptan çıkamasanızda eleştirilmezsiniz. Ya da tenkit yapılsa bile hafif geçer, gıdınıza dokunur. Başka bir deyişle bir futbol takımının ender yakalayacağı fırsatlardan biri 1992’de Danimarka’nın elindedir. Marka olma fırsatı. Sessiz, sedasız ve çaktırmadan hem de. Neredeyse gülüp eğlenmek, iki lafın belini kırmak için geldiğinizden söz ediliyor. Oysa siz şampiyon oluyorsunuz. Ne diyeyim Motivasyonun da böylesi.
Efendim! Gelelim 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine. Ülkemiz açısından da öne çıkan bir değere sahiptir. O sene ilk defa Türkiye’de finallere katılmaktadır. Bunda elbette daha önceki finallerin aksine yenilenen statü gereği sekiz yerine on altı takıma finallere katılma hakkı tanınması bir etkendir. Ancak 1990’dan itibaren Sepp Piontek ve Fatih Terimle alınan yolun önemine de işaret etmeliyiz.
Açıkçası 1990 öncesi Milli takımımızın eleme gruplarında aldığı sonuçlar tutarlı değildir. Genellikle F.Almanya’lı gruplarda daha başarılı, buna karşın İngiltere ve Sovyet Rusya’lı gruplarda ise daha başarısız olmak gibi med-cezirler yaşardık. Hani, İngilizcede ki ‘more’ ve ‘most’ kalıpları bizde çok işlemektedir o yıllar. 1980’li yıllarda İngiltere karşısında aldığımız ağır sonuçlar hatırımızdadır. O dönemin Fenerbahçe’li savunma oyuncusu Abdülkerim’in çok yıllar sonra bir spor programında söylediği sözler gerçekte bir dönemki durumumuzu ortaya koyabilir. 1986 Dünya kupası elemelerinde Milli takımımızın İngiltere karşısında aldığı 8-0lık yenilgi elbette hazin bir durumdur. 5-0 kaybettiğimiz rövanş maçı Wembley’dedir. İlk maçta forma giymeyen Abdülkerim’e yakın dönemlerde bir spor programında Wembley’de oynamak ve 5-0 kaybetmek nasıl bir duygu idi şeklinde sorulduğunda ünlü futbolcumuzun ilk maçta ben yoktum 8-0 yenildik, ikinci maçta oynadım ve 5-0 mağlup olduk. İşte aradaki bu üç gollük fark benim kalitem, benim farkım demesi ilginçtir. Açıktır ki, Abdülkerim’in yaklaşımı ironik bir duruş sergilemektedir. Bir bakıma ağlanacak halimize gülmek anlamı da verebilir mi? Şüphesiz o dönemlerin geride kaldığını da simgelemektedir.
Ne ki, o devrin geride kalmasında Piontek-Fatih Terim döneminin önemli katkısı olduğunu söyleyebiliriz. Peki, nasıl gerçekleşti bu dönüşüm. Elbette Galatasaray’ın Avrupa’da gösterdiği başarıların yüklediği bir özgüven ve büyük düşünebilme gücünden de söz edebiliriz. Ancak Sepp Piontek ve Fatih Terim döneminde Milli takımın yaptığı çalışmalarda önemlidir. Öncelikle 1992 Avrupa şampiyonası elemelerinde üstelik İngiltere ve dönemin zorlu İrlandasından oluşan bir grupta takımımızın daha diri ve mücadeleci bir futbol sergilediğini belirtmeliyiz. Bunun neticesinde özellikle İngiltere karşısında bir dönemin 8-0 larının 1-0’a düşürüldüğü görülebilir. Yani teknik kadro öncelikle tutarsız ve zig zaglı neticeleri ortadan kaldırmak ister. Fatih hocanın birinci adam olduğu dönemde ise gelişmelerin meyvesini yeriz. Karşımızda, daha kolay gol atan hatta maç içerisinde yenilgiden galibiyete geçebilen bir Türkiye vardır. Bu durumun oluşmasında Santrafor mevkiinde Hakan Şükür’ün kazanılması da önemli bir etkendir. Gerçekten de Hakan güçlü fiziği, hava hâkimiyeti ve golleriyle uluslararası ölçülerde aradığımız taze kandır. Tabi Milli takımımızın 1990larla birlikte özel maç trafiğinin yoğunlaştığını da belirtmeliyiz. Bu şekilde takımımızın bir araya gelme periyotlarının arttığı da söylenebilir.
Ancak 1996 finallerinde oraya gidebilmede gösterdiğimiz performansı sergileyebildiğimizi söylemek hayli güçtür. Hırvatistan karşısında, oynadığımız futbolla bağdaşmayan bir netice almamız yanında yaşadığımız acemice bir hatayı da hatırlayabiliriz. Son dakikalarda Alpay’ın gole giden rakip oyuncuyu indirmekten imtina etmesi adeta 1-0 mağlup olmamızı belirler. Açıkçası bu hareketinden dolayı oyuncumuzun o şampiyonanın fair play ödülüne layık görülmesi tam bir kara mizah örneğidir dersem acep mübalağa mı ederim? Ardından Portekiz ve Danimarka yenilgileri yüreklerimizde hicran yarası kabilinden bir duygu uyandıracaktır. Hiç şüphe yok ki, Avrupa şampiyonalarında ilk finallerimiz olması bizi teskin edecektir.
Sözün özü, geleceğe dönük saçtığı umutlar bağlamında; 1996 Avrupa Şampiyonası finalleri, sergilediğimiz performansa bakılmaksızın, yağmur sonrası bulutların arasından süzülen güneş ışınlarını andırmaktadır.
L.T.
YORUMLAR
levent taner
Katılımınız dolayısıyla onur duydum
Saygı ve selamlarımla...
Milli maçları seyreder.yenersek sevinir,
yenilirsek üzülürüm.
Ama ;
Bilenin, bildiğini bildirenin bilgisinden de
yararlanmak lazım.
Ben de öyle yaptım.
Okudum ve yararlandım.
Teşekkürler.
Selamlarımla..
levent taner
Yüce gönüllülük göstermişsiniz
Katılımınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Değerli levent kardeşim bizim Türkiyeli okumuş yazmış ve entelektüel olan, hele de demokrat ve iAydın geçinenleri anlamakta zorluk çekiyorum. Nedeni ne gelince; bir kere Futbol her ne kadar spor amaçlı ortaya çıkmış olsa da, bütün dünya ülkelerinin Bürokratik ve zengin sınıfları, Futbolu satın alarak bu özelliğinden tamamen uzaklaştırmışlardır.
Ve Futbol eskiden beri üç beş havadan zengin olan ve devlete yuvalanmış Aygır Egoist zenginlerin tekelinde en büyük araç olmuştur. Bunu da Mafya, sokak çeteleri ve çakallarla destekleyen bir yapı, asla dostluk ve barış simgesi değildir, olamaz da.
Bu yapıyı sınırsız sermaye desteği ve sınırsız futbolcu fiyatlarıyla toplulukların ağzını sulandırıp, en büyük uyuşturucu olarak halkın bilincine empoze etmektedirler.
Böyle bir gerçekliğin farkına varmadan, futbolu destekleyecek düşünceler belirtmek, ifade etmiş olduğum gibi, Mafya ve Egoistlerden daha büyük hataya düşmektir.
Özellikle bizim ülkemizin aydınlarının büyük çoğunluğu, bir şeyin gerçek ayırdına varmadan, sistemin dediğini tekrarlayarak kendilerini Aydın görmeleri ciddi bir patolojik durumdur.
Sorarım herkese; hangi ülke spor sanayisi ile toplumunu refeha kavuşturmuştur? Sistemlerin bu tür yanlışlarını incelemeden bir Aydının ya da sistemden rahatsız olanların çok fazla söz söyleme hakkı olmadığını düşünmekteyim. Selamlar
levent taner
Spor kavramının ekonomik, siyasi tarihin bir parçası olarak dönemlere göre biçimlendiği, sosyo-kültürel ögeleri yansıtan bir ayna vazifesi gördüğünden söz edebiliriz elbet
Üstteki mükemmel yorumunuzla bana rahmetli siyaset bilimci ve spor araştırmacısı Kurthan Fişek hocayı hatırlattınız
Benim çocukluğumdan beri süregelen bir alışkanlıkla sporsever bir yanım vardır. Ancak sosyolojik değerlendirme ve analitik eleştirileride önemserim kuşkusuz
Önemli ölçüde de futbolun sömürücü işlevleri çok açık. Profesyonel futbol örgütlenmeleri bağlamında dedikleriniz doğru. Kurumsallaşmış futbolun kurum yaptığı açık
Ancak geçen seferde belirttiğim gibi ülkemizde ve dünyada futbol belki de yüz milyonları peşinden sürüklüyor. Salt stat seyirciliğiyle ölçmezsek hani.
Bu bağlamda alırsak hocam; "futbol ve kapitalizm" "futbol ve fanatizm" "futbol ve siyaset" başlıkları ister istemez "futbol ve kültürü" başlığını da devreye sokmalı derim.
Fanatizm öyle bir olgu ki, adamın tuttuğu takımdan başka bir şeyi gözü gördüğü yok, kendi takımı kötüde oynasa destekliyor, diğer takım iyi de oynasa köstekliyor.
Öyleyse Cemal Hocam, futbolu her şekilde incelemek ve irdelemek gerekli bence.
Kaldı ki, dünyada mevzu edilmeyecek konu yoktur diye de düşünüyorum
Ben zig-zag metodu izlemekle med-cezir manzaralarını sunmaktan yanayım
Siz, suların kıyıyı bastığı dönemi baz alıyorsunuz ancak birde aynı denizin çekildiği dönem var derim
Nihayet Hocam
Sizinle bir fazlayız da sizsiz kaç kişi eksik oluruz Allah bilir
Bu anlamda katılım ve katkınızla onur bahşettiğinizi söylemem bile yersiz
Saygı ve selamlarımla...