- 709 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OSMAN GAZİ
OSMAN GAZİ
Osmanlı Devleti’nin kurucusu, devlete ismini vermiş, muhterem ve mütevazi bir insan…
Osman Gazi.
Babası Kayı Aşireti’ni Söğüt’e kadar getirip yerleştirmiş büyük Türk Beylerinden olan Ertuğrul Gazi’dir.
Ertuğrul Gazi’nin 1281 yılında vefatı üzerine Beyliği devralmış ve bir “Devlet”e dönüştürerek kendi ismi ile anılmasına sebep olmuştur..
Osman Gazi’yi ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasını birazcık anlayabilmemiz için, o günün şartlarını kısaca hatırlamamız gerekiyor.
ANADOLUDAKİ ŞARTLAR
Anadolu Selçuklu Devleti artık son yıllarını yaşamaktadır. İlhanlı, Moğol ve Tatarların baskısıyle Anadolu toprakları süratle bölünmekte, her köşesinde yeni beylikler kurulmaktadır.
Bu siyasi parçalanmaya rağmen Müslüman Türk’ün ruhu dipdiridir. Horasan Erenleri denilen manevi kutuplar, Anadolu’nun dört bir yanında irşad faaliyetlerini sürdürmektedir. Tarikat şeyhleri veya mürşid diye de anılan; Tapduk Emre, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin Rumi, Şeyh Edebali, Hacı Bektaş-ı Veli gibi, bu gün bile nesilleri aydınlatmaya devam eden mümtaz şahsiyetler, faaliyetlerine devam etmektedirler.
Anadolu’ya göç ederek gelmiş olan insanlar da adeta susamışçasına bu ilim ve irfan ziyafetinden nasiplerini almaktadırlar.
İşte bu irşad faaliyetlerinde işlenen Cihad Ruhu, Anadolu topraklarında etkisini göstermeye başlamıştı.
Hakk’ın rızası ve cennet, halkın benimsediği ve yaşadığı en önemli kavramlar arasına girmişti.
Bir yanda parçalanan coğrafya, diğer yanda dirilen, cihad ruhu, aydınlanan insanlar…
İlay-ı Kelimetullah’ın ne olduğu, bundan sonra bu konuda neler yapılması gerektiği, bilhassa Eskişehir civarında faaliyet gösteren Şeyh Edebali, Dursun Fakıh gibi mürşitler tam da bu kuruluş yıllarında çevrelerini aydınlatmaktadırlar.
KAYI AŞİRETİNİN ÖZEL KONUMU
Söğüt civarına yerleşmiş olan ve bu manevi ışıkla ışımış bulunan Kayı Aşireti, konum olarak devrin süper gücü kabul edilebilecek Bizans İmparatorluğuna sınırdaş bulunuyordu.
Böylece Cihad ve İlay-ı Kelimetullah kavramalarının hayata geçirilmesi, yönünde özel bir konum oluşmuş oluyordu.
Gerek Ertuğrul Bey, gerek Osman Bey ve sonra gelen bey ve padişahlar, daima yüzlerini Bizans gibi küffar yönüne çevirmişler, arkalarındaki dindaş ve soydaşları ile mecbur kalmadıkça ve onlar saldırmadıkça mücadeleye girişmemişlerdir.
İşte bu özel konumdur ki, Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve gelişmesinde kamçılayıcı rol oynamıştır.
OSMAN BEYİN YETİŞMESİ
Küçük yaşından itibaren, çok güzel bir aile terbiyesi görmüş bulunan Osman Bey, Mürşid Şeyh Edebali tarafından talebe olarak yetiştirilmiştir.
Son derece cesur, atak, ahlaki yönden temayüz etmiş, asker sevk ve idare edecek kabiliyet ve becerilerini kazanmıştır.
Ailedeki diğer ağabeyine göre daha lider yaratılışlı olduğundan yetiştirilmesi de ona göre yapılmıştır.
Gençliğinde bir ziyafete davet edilmiş, burada tuzağa düşürülmüştü. İnönü kasabasında meydana gelen bu olayda, çok az sayıda arkadaşıyla çok kalabalık ve güçlü olan karşı tarafın kuşatmasını, büyük bir cesaret ile yarıp kendini kurtarması cesaret ve bilgisiyle ünlenmesine sebep olmuştu.
Yanında misafirken bir gece rüyasında, şeyhi Edebali’nin koynundan çıkan bir hilalin, kendi kalbine girdiğini ve vücudundan bir çınar ağacı çıkarak dallarının yeryüzünü kapladığını görmüştü.
Bu rüyayı tabir eden Şeyh Edebali kendi kızı Malhun Hatun’la evleneceğini ve dünyayı kaplayacak kadar büyük bir devletin kurucusu olacağını kendisine müjdelemiş ve kızıyla evlenmelerine muvafakat etmişti.
Osmanlı tarihinde bu tür, sonradan gerçekleşen rüyalar çok görülmüştür.
Nitekim babası Ertuğrul Bey’de benzer bazı rüyalar görmüştü.
Bunlardan, misafirliğe gittiği bir evde duvarda asılı bulunan Kuranı Kerim’e hürmeten yatmadığı, ancak sabaha karşı uyuyakaldığı ve rüyasında kendisine “Madem sen bizim Kuranımıza hürmeten uyumadın, bizde senin soyundan bu kuranın hükümlerini yeryüzüne yayacak nesiller yaratacağız.” denmiş olması meşhurdur.
Benzeri başka rüyalar da vardır. Bu rüyaların tabirinden, Osmanlı sülalesinin Kuran ahkamını yaymak ve cihad etmekle adeta görevli olduğu neticesi çıkarılabilir.
Tüm bey, sultan ve padişahlar bu gayeye hizmet emişlerdir.
Gerçekten de Osmanlı sülalesinden cengaverler, dahiler, tembeller, ihmalkarlar vs. çıkmıştır ama, asla Kuran nizamının yeryüzüne yayılması gayesinden uzaklaşmış birisi çıkmamıştır.
AŞİRETE BEY OLMASI
Miladi 1281 yılında babası vefat eden Osman Bey, amcası Dündar Bey’in isteksiz davranmasına rağmen, aşirete “Bey” olmuştur. Oğlu Orhan’ın da o günlerde doğduğu bilinmektedir.
Bilgili, cesaretli, becerikli ve atak idaresiyle kısa sürede kendisini hem kendi aşiretine hem de, komşu aşiretlere kabul ettirmiştir.
Bizans’la sınırdaş olduklarından, zaman zaman çıkan ihtilafların da vesile olması sebebiyle, aşiretin sınırlarını süratle genişletiyordu. Bir yandan da aşireti içinde iyi ve adaletli bir idarenin kurulmasına çaba gösteriyordu. Komşu kasabalarda oturan ve Bizans tekfurlarının zulmünden bıkan ahali, Osman Bey’in gelip kendi kasabalarını da fethetmesi için adeta yolunu gözler olmuşlardı.
Abbasi Devleti’nin yıkılışı ve Anadolu Selçukluları’nın sonu da bu yıllara rastlamaktadır.
Son Selçuklu Sultanı IV.Gıyaseddin’in Osman Beye Mehter takımı ile birlikte bir Sancak ve Menşur denilen Beylik yetkisini içeren bir ferman göndermesiyle, 1299 yılında Osmanlı Beyliği kurulmuş, Osman bey adına hutbe okunmaya başlanmış oluyordu.
Osmanlı Beyliği, Osman Bey önderliğinde, Bizans Tekfurlarınca yapılmak istenen çeşitli tertipleri ve düşmanlıkları bertaraf ederek ve onları defalarca mağlup ederek kısa sürede sınırlarını genişletmiş, civar şehir ve kasabalar bir bir feth edilmiştir. Yarhisar, Bilecik ve İnegöl’ün fethi bunlardan bazılarıdır.
Osman Bey fethettiği bölgelerde, derhal adalet hürriyet ve can-mal güvenliğini sağlar, sonra da bunlar karşılığında münasip miktarda vergi alırdı.
Böylece Beylik, yavaş yavaş bir devlet haline gelirken, gerek sosyal, gerek adli, gerek idari tedbirler de alınıyor, adaletli, güçlü, sosyal bir devlet görüntüsü ortaya çıkıyordu.
VEFATI
Osman Bey 1326 yılında Bursa’nın da fethedildiği haberini aldıktan sonra vefat etmiştir.
Mezarı halen Bursa’dadır.
Enteresan olan bir husus vardır:
Osman Bey’in vefatı üzerine mirası konusunu çözmek için sayım yapıldığında, O’ndan geriye miras olarak sadece şunlar kalmıştı:
Birkaç at, bir kat elbise, bir çift çizme, eyer takımı, tuzluk, kaşıklık ve yüz kadar koyunla birkaç çift de öküz…Hiç parası yoktu. Atlar öküzler ve koyunlar ise beyliğini devam ettirebilmesi için gerekli olan mallardı. Yani şahsi hiçbir malı ve serveti yoktu.
Bu günkü bazı makamlara gelip de, sonra servet hesabı yapanlara bu ne büyük bir ibrettir.
Onun en büyük mirası OSMANLI DEVLETİ dir.
Yediyüz yıla yakın, ismi tüm dünya insanlarınca hergün; dudak, kulak, ferman ve haberlerde dolaşmış, ahlakı, şecaati, adaleti, cesareti, dirayeti hep Osmanlı Devleti ile birlikte anılagelmiştir.
Bu gün bile dünyanın neresinde bir çıban çıksa, çözümünün Osmanlı metodu ile mümkün olduğu ifade edilmektedir.
Bu miras ise dünyalar kadar mal bırakmaktan çok daha önemlidir.
Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın, ruhu şad olsun. Bizlere de ibret almayı Rabb’ım nasip eylesin…
YENİDEN BURSA
Mevlana, Edebali, hamur yoğursa,
Türk anaları Ulu Çınar doğursa,
Erzurum’dan, Konya’dan, gelse işaret,
Kutlu birliğe mekan, olur mu Bursa?
Ertuğrul Kayılara, bir oba kursa,
Davullar çalsa sefer için, kös vursa,
En önde yine Osman, Orhan Beylerim,
Geleceğime ufuk, açar mı Bursa?
Yine yeşil ovalar, yiğit doyursa,
Yine aksakallılar, himmet buyursa,
İkiyüzlü tekfurlar, devrilse bir bir,
Yeni atlama taşı, olur mu Bursa?
Çağdaş zalim bizansım, diye duyursa,
Yıldırımlar Muratlar, köprüyü kursa,
Mehmetlerle son bulsa, zulüm çağları,
Sultan Fatih’e selam, eder mi Bursa?
Şahlansa Türk Milleti, kıyama dursa
Zamanı İlahi bir kuvvet durdursa,
Kudretli buyruklarla, dağılsa bulut,
Bir güneş gibi yine, doğar mı Bursa?
Osman’ın bereketli toprağı Bursa,
Ulu Çınar’ın büyük yaprağı Bursa,
Seni burçlarda tekrar, görecek miyiz?
Türk’ün yeşil örülmüş bayrağı Bursa...
Ekrem Şama
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.