2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
678
Okunma

Transhümanist anlayış insanı daha üst yaşam formlarına ve giderekte kusursuzluğa taşıma düşüncesiyle kendini gösteriyor. Üstün insancı bir perspektifle ister istemez birleştiğini düşünürüm. Kanımca bu tarz bir felsefe uygulamada totaliter rejimleri haklılaştırmaya yarayacaktır.
Sözgelimi, 2’inci dünya savaşı yıllarında Naziler tarafından Alman ırkını baz alarak gerçekleştirilmek istenir. Jacgues Lecomte tarafından kaleme alınmış “Şu İnsan Denen Varlık” adlı bir kitap aklıma gelir. Bir bölümünde yazar Nazi Almanya’sında ki bir uygulamadan söz eder. Bu, üstün bir Alman ırkı imal etme düşüncesidir.
Bu amaçla Henrich Himler’in direktifiyle Alp dağlarında bir merkez oluşturulur. Proje kapsamında üstün vasıflara sahip Alman genç kızları ile delikanlıları çiftleşecektir. Gençlerin herhangi bir genetik kusura sahip olmaması için ırsi bir hastalığın aile köklerinde de olmadığını belgelemeleri gerekmektedir. Nihayet uygun gençler çiftleşir. Bebekler dünyaya geldikten sonra anne babalar görevlerinin başına döner. Tahmin edeceğiniz üzere bebekler Alplerde inşa edilen kuruluşta bakıcılar tarafından büyütülecektir. O zamanki Almanya’nın en iyi teknik imkânları ve gıdalarıyla bakılırlar. Yani anne baba sevgisi ve eğitimi ya da pedagojik faktör dışında her şey tamdır. İlginçtir, bebeklerin büyük kısmı umulduğu yönde gelişme göstermez. Hani yürüme ve konuşma bazında istenen netice alınamaz.
Sonra mı? Hitler’in yakın adamlarından ve aynı zamanda toplama kampları sorumlusu Himler başarısız deneyin ürünlerinin! Gaz odalarında imha edilmesi yönünde emir verecektir. Ne mutlu ki, o günlerde savaşın sona ermesi üzerine bebekler kurtulacaktır.
Şimdi bana, benim Nazi rejimiyle ne işim var yahu diyebilirsiniz. Ancak dünya üzerinde her türlü sosyal ve siyasi uygulamayı gerçekleştiren insandır. Açıkçası totaliter ve despotik rejimleri de Marjinal ve dahi özel durumlar olarak düşünmüyorum. İnsana ait sapmalar olduğu o kadar açık ki.
Yine, Kapitalizm 18’inci yüzyılda tam rekabeti formüle eder. Bütün iktisat kitapları “Homo Ekonomicus” kavramını ortaya koyar. Nedir bu? İnsanın doğal durumu iktisadi düşünmektir, kendi haline bırakıldığında sistemin rutin işleyişi budur der. Halbuki uygulama tekelci kapitalist gelişimi hazırlayacaktır. Yani başkasının hukukunu kabul etmez. Güçlü daha az güçlüyü ezer, rekabetten hoşlanmaz. Ekonomiyi amoral yani ahlakla ilgisiz bir disiplin olarak aldığınızda kaçınılmaz olarak “kuvvet haktır” nosyonu devreye girecektir.
Komünizme baktığımızda da diyalektik materyalizm düşüncesini önümüze koyar. Yani doğanın ve tarihin kanunları diyalektik maddeci gözle ele alınır. Mutlak olan hiçbir şey yok der. Değişmeyen tek şey değişmedir denir. Komünizm toplumların gelişiminin belirli bir tarihsel şemaya uyduğunu söyler. İlkel, Köleci, Feodal, Kapitalist, Sosyalist ve Komünist aşama.
Sosyalist aşama zorunlu olarak diktatorya olarak tanımlanır. Kapitalist sistemin egemen güçlerini bir kez devirmek yetmeyecektir. Bilakis sömürü düzeninin tüm kalıntıları temizlenene kadar diktatörlüğün şart olduğu var sayılır. Ta ki sınıfsızlık gerçekleşinceye kadar bu sürecektir.
Burada şu soru aklıma gelir. Doğa ve evren kanunları diyalektik esaslar yani değişim ve dönüşüm üzerine kurulu olduğuna göre modern komünal-sınıfsız düzene ulaşıldıktan sonra tekrar sınıflı topluma mı dönecektir dünya? Hani ilkel sınıfsız toplumun köleci sisteme dönüşmesi gibi midir? Diğer bir deyişle mutlak sınıfsızlık süreç içerisinde gücü ele geçirecek bir kişi, grup ya da zümrenin diktatörlüğünü peyda etmez mi?
Yoksa doğanın diyalektiği bir siyasi rejim tesis edilinceye kadar mı işleyecektir? İnsanlık ütopik bir aşamaya geldiğinde doğanın ve evrenin ezelden beri var olduğu söylenen kanunlarına baayyy! Mı diyecektir? Başka bir deyişle felsefe ve biyoloji doktriner bir yaklaşımla politize mi edilmektedir? Bilim, sanat ve düşünce totaliter bir sistemde partinin emrine mi verilecektir? Hatta eski Sovyet sisteminde Stalinist uygulamalarda örneği görüldüğü üzere verildiğini söylemek mübalağa olmayacaktır sanırım.
Bütün bunlardan sonra bir hususun altını çizebilir miyiz? İnsanı mekanik düzeyde kavrayan, salt beden ve beyin bazında geliştirmeyi hedefleyen; duygu, inanç ve değerler bazında kavramayan her düşünce biçiminin tatbikatı despotluk getirecektir. Hani derim ki, düşünceyi ve tüm bir hayatı trans halinde kurgulayan anlayış biçimlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlar gün ışığının prizmasından süzülmektedir.
L.T.