- 1753 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
FALAKA
Sevgili Kardeşim Hüseyin Aktaş;
Sen Avdan köyünde, bu evde, bu odada doğdun- (1961). O zaman da odanın tabanında aynı renklerle boyanmış kökboya bir ’Avdan kilimi’ vardı. O kilimi Antalya’daki gecekondu evimizde de uzun yıllar kullandık.
Odamızda gördüğün gibi bir soba var, eski sobamız biraz daha sol önde duruyordu ve teneke ördek soba idi. Babam kış aylarında kestane getirirdi, Korkuteli’ye maaşını almaya gidince. Çerez olarak en çok yediğimiz meyve iğde idi. Çok kar yağardı, kışın iğdeleri sıcak sobanın üstüne elimle bastırdım mı, iğdenin kabuğu yanar, hafif yanıksı tadıyla ağzımda, un helvasını andıran çok değişik, unutulmaz bir damak tadı kalırdı.
Senin doğumunda köy ebesi yardımcı oldu. Bu, bir küçük oda ve bir küçük mutfaktan oluşan, aradaki daracık holün sonunda da çok küçük bir banyosu ve tuvaleti olan evde üç yıl yaşadık.
O zaman Turhan ağabeyim, ben, ablan Birsen, bir de sen dört kardeş ve annem babamla toplam altı nüfuslu idik.
Sen daha iki aylıkken tarhana çorbasını yemeye başlamıştın.
Hiç unutmam, bir kış günü yine sabah erkenden uyanmıştım. Her taraf bembeyaz kar, elimde kuş sapanı ile bahçeyi bir dolandım. Evimize bitişik komşular evin altında yufka ekmek yapıyorlardı.
Yanlarından geçerken bana’ Gelive bakem, bi dürüm sıcacık ekmek ye!’ deyip beni çağırdılar, ben ’ Olmaz, babam döver, bize kimseden ekmek almayın diye tenbih ettti!’ dedim.
Fakat ısrar üstüne ısrarla adeta zoraki biçimde elime bir sıcak yufka dürümü tutuşturdular, ’Sen şurada saklıca ye, kimse görmez seni!’ dediler, başladım dürümün ucundan ısırmaya, o karlı kış soğuğunda ellerim ısındı birazcık.Yufkanın kokusu burnumda tütüyor, sıcaklığı da ellerimde hâlâ...
Fakat tam o esnada bir ses bağırarak ’ Şaaaaabaaan!’; ağabeyimin sesi idi, iki üç defa üstüste bağırınca ortaya çıktım, fakat elimde dürüm ekmek vardı ve ağabeyim o an gördü beni elimde ekmek ile, bana ’ Gel haaydi, tarana pişti, çorba içeceğiz, sofra kuruldu!’ dedi.
Ben elimdeki ekmeği yarı ısırılmış halde, hemen önümdeki keven dikeninin içine saklarken ağabeyim benden evvel gidip, babama
’ Şaban komşudan ekmek almış!’ diye şikayet etmiş. Ben odaya girince babam beni ayakta karşıladı, ’ Neredeydin sen?!’ diye sordu. ’Kuş avlıyordum!’ dedim. ’ Elindeki ekmeği ne yaptın?!’ dedi.
O zaman bir kızarıp bir bozardım, başladı yüreğim güp güp atmaya! Önce sussam da, sonra açıkladım ekmeği kevenin içine sakladığımı... Bana ’Git, al da gel sakladığın ekmeği!’ dedi, gittim getirdim.
Fakat babam o sinirle, ’ Ben size kimseden ekmek almayacaksınız!’ demedim mi, deyip odada bulunan dört ayaklı tahta sandalyeyi yere yatırdı, bana da ’ Yat bakayım yere!’ dedi.
Annem, ’Yapma ageş(*), çorbasını içsin bi çocuk, yemeğini yesin!’ dediyse de babam dinlemedi!
Babamın emri gereği, yere uzanarak yüzü yukarı yatınca ’Sok bakayım ayaklarını sandalyenin altına!. ’ deyip, ayaklarımı sandalyenin iskeletini ayakta tutan, tellerin arasına geçirip, eline geçirdiği bir sopa ile beni tam bir falakadan geçirdi!
Ayaklarımın altına kaç kez sopa vurdu tam saymadım, ama en az elli- altmış sopa yemişimdir, vurdukça canım yanıyor, bağırıyordum, bağırdıkça ’ Sus!’ deyip daha öfkeli vuruyordu.
Çok canım yandı... Nihayet falaka bitti. Ayaklarımı sandalyeden çıkardı, ’Git şu betonun üstünde dikel!’ diyerek, beni, o daracık holdeki beton zemine gönderdi. Çıplak ayakla soğuk betonun üstünde ben en az onbeş dakika kadar dikilirken, onlar sofraya oturup, sıcacık çorbayı içtiler bir güzel!
Babam işte bazen böylesine katı bir köy öğretmeni idi, benim de ilk öğretmenimdi...Birinci sınıfı, İkinci sınıfı ve daha sonra göçüp gittiğimiz, Döşemealtı Killik köyü’nde Beşinci sınıfı babam okuttu bana.
Çocukluğumu yaşadığım o evde daha ne çok anılarım oldu,
gece rüyalarımda, evin, toprak damına çıkardım, sık sık hep aynı rüyayı görürdüm; rüyamda evin önünden geçen yoldan jandarmalar geçer, ben damın üstünden o jandarmaların üstüne tiğdirirdim (*), sabah kalkınca ne göreyim, yine altımı ıslatmışım, o daracık oda sidik kokardı, o öfkeyle annem de bazen, ’Çıkar şunu, soyun!’ deyip, arada bir tenime bir çimdik atar, canımı yakar, öfkesini benden alırdı.
Yaşadığım ruhsal travmalar, bilinçaltımı nasıl etkiledi kim bilir, ortaokul 3.sınıfa kadar, arasıra çok fazla koşmaktan, top oynamaktan belim açılır, aynı rüyayı görürdüm hep...
Birkaç gün önce babam için dua ettim, çünkü hastanede solunum yetmezliğinden yatıyor,’ Allahım bu adam doğru dürüst hayatını yaşamadı, gün görmedi, yedi çocuğunu okutup adam etmek için ne sıkıntılar çekti. Benim ömrümden al biraz da ona ver, ben yeterince her şeyi yaşadım, acısıyla, sevinciyle, coşkusuyla dolu dolu hayatım oldu, hiçbir şeyde gözüm kalmadı!’ diye...
Hayat işte böyle bir şey, bir ileri bir geri, gelgitlerin çalkantısında sallanıp duruyoruz.
Bir gün apansız depremle tam SAL’lanıp, MUSALLA’ dan MASALLARA hep...
Şaban AKTAŞ
16.06.2016 - 13.57
(*) Ageş; Antalya yöresine özgü, ’Agacığım ya da ağabeyciğim’ anlamında, kadınların kocasına ya da ağabeylere hitap biçimi...
(**)Tiğdirmek: Bir sıvının basınçla şorlayarak akması, kesilen kurbanın boynundan, damardan kan tiğdirmek’ gibi.
Erkek çocuklar için ’çiş yapmak!’ anlamında.
Fotoğraf: Şaban AKTAŞ
YORUMLAR
Başlık Falaka,
( Ömer Seyfettin'in Falaka öyküsünü anımsadım,
Annem, ’Yapma ageş(*), çorbasını içsin bi çocuk, yemeğini yesin!’ dediyse de babam dinlemedi!
(Sayın Aktaş, acıttı içimi o falaka.
Kurgu diye düşünemedim çok gerçekçi detaylar olunca,keşke kurgu olsaydı.Ben bir anne olarak çocukların gerçek veya öykülerde dahi ağlamasına içim dayanmaz.
Babam kış aylarında kestane getirirdi, Korkuteli’ye maaşını almaya gidince. Çerez olarak en çok yediğimiz meyve iğde idi. Çok kar yağardı, kışın iğdeleri sıcak sobanın üstüne elimle bastırdım mı, iğdenin kabuğu yanar, hafif yanıksı tadıyla ağzımda, un helvasını andıran çok değişik, unutulmaz bir damak tadı kalırdı.(Kestane sobada közlenirde ,iğdeyi bilmiyordum ,bu kış kısmetse deniyeceğim. Fakat her iğdede bu sayfanı da unutmayacağım...
Birkaç gün önce babam için dua ettim, çünkü hastanede solunum yetmezliğinden yatıyor,’ Allah'ım bu adam doğru dürüst hayatını yaşamadı, gün görmedi, yedi çocuğunu okutup adam etmek için ne sıkıntılar çekti. Benim ömrümden al biraz da ona ver, ben yeterince her şeyi yaşadım, acısıyla, sevinciyle, coşkusuyla dolu dolu hayatım oldu, hiçbir şeyde gözüm kalmadı!’ diye...
(Kutluyorum sizi, babanıza gösterdiğiniz sevgi ve saygıya. Ne güzel bir kalbiniz olduğunu ,son noktayla koymuşsunuz...
Selam ve Saygılarımla...