- 604 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
-ANILARDA İZ BIRAKANLAR-
Bazen rüzgarların, değişimi hangi yönde ve nasıl etkileyeceği öngörülemez. Bir yerde olumsuzluk arz eden durumlar bir başka doğrultuda müspet değişikliklere sebep olabilir. Mümbit rüzgarların meydana getirdiği tozlaşma öyle bir tohum atar bu son derece verimli sonuçlar doğurabilir de.
1984 Avrupa Şampiyonası finalleri de Türk futbolunu etkileyen böylesi neticeler doğurur. Nasıl mı? Az sonra!
Öncelikle turnuva, dünya futbolu açısından önemli bir yenilik getirir. Ne mi? 3-5-2 bizler için ne kadar da bildik değil mi? Oysa önemli ölçüde 1984’de Sepp Piontek ve Danimarka tarafından takdim edilecektir. Lerby, Michael Laudrup, Elkjaer Larsen ve Arnesen gibi yıldızlarıyla Danimarka yarı final oynarken göze hoş gelen bir futbolunda ilk sinyallerini vermektedir. Hatta bu durum, Danimarka takımının 1986 Meksika’da dünya şampiyonluğunun gizli favorisi olarak gösterilmesine de yol açacaktır.
1984 Avrupa futbol şampiyonasında ev sahibi Fransa favoridir. İspanya 82’den geniş bir kadroyla gelen Fransa ekibini bir futbol virtüözü Michel Platini yönetmektedir. Üstelik Platini Juventüs’de futbolunun doruğuna çıkar. Yani sahalarda kemale eren bir Platini vardır. Açıkça turnuva esnasında Platini futbol oynamaktan öteye bir resital verir. Tabi Giresse ve Tigana gibi yıldızları da unutmamalıyız. Fransa tüm maçlarını kazanır ve dokuz golle turnuvanın gol krallığını da elde eden Platininin öncülüğünde şampiyon olur.
Şüphesiz turnuvanın ın’leri kadar out’ları da vardır. Her zamanki gibi iddialı gelen Almanlar Rummenigge’den umduklarını bulamazlar. Bende de hayal kırıklığı uyandıran bir durumdur bu. Düşünüyorum da, çocukluğumuzun futbol yıldızı dahası idolüdür o. Billy Idol’den “Sweet Sixteen” dinlemek sanmam ki daha hoş olsun. Mahalle arası maçlarda hemen herkesin ismi üzerinden kendisine elbise biçtiğini hatırlarım. Şüphe yok ki, büyük bir yetenektir. Müthiş bir hırsı da vardır. Takımı zor anlarda ateşleyen bir lider kişiliğe de sahiptir. Ancak 1982’den sonra sakatlıklardan yakasını kurtaramaz.
1984’de ise yeni bir çehre Rudi Voeller ve kalede Schumacher gibi önemli isimlerin gayretleri yeterli olmayacaktır. Batı Almanya-İspanya karşılaşması gruptan yarı finale çıkacak takımlar açısından öne çıkar. Schumacher’in bir de penaltı kurtardığı karşılaşmada Almanlar son saniyelerde gelen karambol golüne engel olamazlar ve İspanya yarı finalist olur. Diğer yandan Simovic’in kaleyi koruduğu Yugoslavya çöküntülü bir dönem geçirmektedir ve grubunda son sırada yer alır.
Şampiyonada beklemediği bir durumla karşılaşan bu iki takımdan Federal Almanya’nın hocası Jupp Derwall’in istifası ve Yugoslav kaleci Simovic’in ön planda olduğu bir dönemde yediği goller sebebiyle günah keçisi ilan edilmesi bu iki ismin Galatasaray’a transferlerini gündeme getirecektir. Ve hiç şüphe yok ki, bu durum hem Galatasaray hem de Türk futbolu açısından önemli kazanımlara dönüşecektir. Düşünsenize, Galatasaray’ın gerek on dört yıl aradan sonra kazandığı lig şampiyonluğu bağlamında gerekse Avrupa’da yarı finale kadar yükseldiği süreçte bu iki isim ne kadar önemli katkı sağlayacaktır. Bu durumun gerçekleşmesinin arka planında ülkemizin dışında gelişen Avrupa Şampiyonası süreçlerinin tetikleyici olması gerçekten enteresandır.
1988 Avrupa şampiyonasını hatırladığımızda ise öne çıkan takımların Hollanda ve dönemin Sovyetler Birliği olduğunu söyleyebiliriz. Elbette İtalya, F.Almanya, Serbest İrlanda gibi ekiplerden de bir şekilde söz edebiliriz. Bu ekipler arasında İrlanda’nın 1988’in yanı sıra İtalya 90 dünya kupasında da fizik gücü yüksek ve defansif boyutta kolay gol yemez yapısıyla dikkat çektiğini belirtmeliyim. Gerçekten de o yıllar İrlanda göze hoş gelen bir futbol oynamasa bile rakibi bozan oyun yapısıyla, kazanamadığı zamanlarda da kaybetmeyen bir ekip olarak turnuva sisteminde çekinilen bir ekip olmaktadır.
1988 Avrupa Şampiyonasının en önemli maçları arasında F.Almanya ile Hollanda karşılaşmasından söz edebiliriz. 1974 Dünya kupasının rövanşı olarak da gösterilen bu yarı final karşılaşmasını portakallar kazanacaktır. Hollanda grupta ilk maçında 1-0 kaybettiği Sovyetler Birliği ile finalde tekrar karşılaşır. Bu kez gerekli dersi çıkaran Hollanda Lobanovski’nin öğrencilerini 2-0’la geçer. Özellikle Van Basten’in çaprazdan gelişine bir vuruşla o yıl Avrupa’da yılın kalecisi seçilecek olan Dassaev’i avlaması unutulmazdır ve yıllarca spor programlarımızın jeneriğini süsler. Gerçekten spektaküler hareketlerin adamıdır Van Basten. Hollanda takımında bir futbolcudan da özellikle söz etmek gerektiğini düşünürüm. Kim mi? Elbette Ruud Gullit. Surinam kökenli bu sempatik futbolcu aynı zamanda güçlü fiziği, üstün atletik yapısı, hücum presini kusursuz düzeyde uygulaması ve mükemmel tekniğiyle dikkat çeker. Açıkçası fiziğe dayalı futbolda, 1980’li yıllardan bu yana izlediğim dünyanın en iyi futbolcularından biri hatta başta geleni olarak da düşünürüm.
Bu arada 1988 Avrupa Şampiyonası bana futbol anlayışları ile iktisadi ve siyasi sistem mukayesesinde ilginç ipuçları da vermektedir. Nasıl mı? Hollanda ve devrin Sovyet Rusyası üzerinden bir değerlendirmeye var mısınız? Hatırlayanlarımız vardır. Soğuk savaş döneminde Sovyet Rusya’nın ve kulüpler bazında da Dinamo Kiev’in futbol anlayışı 2000’lerin futbolu olarak tanımlanırdı. Bu futbol anlayışının geliştirilip dünya futbol piyasasına sunulmasında ise uluslar arası alanda profesör olarak nam salan Valeriy Lobanovski’nin hatırı sayılır bir şöhreti olacaktır.
Peki, nasıl bir futbol tarzı idi bu? Fizik gücün öne çıktığı, bireysel yeteneklerin takım oyunu içerisinde eridiği, sistem içi yıldız kavramının geliştirildiği, hiçbir futbolcunun öne çıkmadığı, bireysel üretkenliğe neredeyse hiç yer vermeyen bir futbol kurgusu dersem acep mübalağa mı ederim. 1988’de Sovyet Rusya takımında bireysel yıldız var mıdır şeklinde sorarsak, kanımca biraz Mihailiçenko, biraz Zavarov biraz da Protassov derim. Fakat dikkat edelim, biraz! Oysa Hollanda hem takım oyununu mükemmel uygularken Rijkaard, Koeman, Gullit ve Van Basten gibi kelimenin tam anlamıyla gerçek yıldızlara sahiptir. 1988 finali şüphesiz güçlü bir kadroya sahip olan ancak göze hitap etmeyen mekanik bir futbol anlayışının hem ekip olmayı başaran hem de tribünlere hitap etmesini bilen bir futbol anlayışı karşısında mağlubiyetini de gösterebilir.
Hani derim ki, Sovyet sisteminin çöküşünde katı merkeziyetçi anlayışın ağırlıklı yerini düşünüyorum da futbol alanında da zaman zaman rakiplerini ezen ama kesin neticeye bir türlü ulaşamayan Sovyetler Birliği Milli takımının da aynı hastalıktan muzdarip olduğunu düşünmüşümdür hep.
L.T.
YORUMLAR
levent taner
Katılımınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Merhaba Levent Bey, Futbol üzerine düşünce belirtmek bana göre gereksiz; neden derseniz? Evet futbol bir spor faaliyeti olarak ortaya çıkmıştır. Ancak diğer alanlarda olduğu gibi, gözü doymaz egoist devlet yöneticileri ve cambaz sermaye sahipleri bunu da satın almışlardır.Ve Futbolun içerisine mafya ve sokak çetelerini sokarak, toplumu uyutma ve uyuşturma aracına dönüşmüştür. Toplumda bunun ne olduğunu anlamadan arkasından sürüklenip gitmektedir. Selamlar.
levent taner
Ben bir kesit sundum
Ancak sizin sözettiğiniz boyut olmaksızın okumak ve anlamına varmak mümkün değil
Sporlar içerisinde özellikle de futbolun kapitalist sistem içerisinde bir yan şube olarak toplumları edilgenliğe sevk ettiği söylenebilir
Geçtiğimiz günlerde bu hususa değinen bir naçizane paylaşımım oldu aslında
Anlayacağınız az yanar döner değilimdir
Farklı boyutlar arasında med-cezir manzaraları aradığımı söyleyebilirim
Futbol ve Kapitalizm, Futbol ve Fanatizm başlıkları kadar Futbol ve Kültürü başlığı da önemlidir bence
Siz ve ben ne kadar futbol dışı tutsakta zihnimizi, boşluk doldurulur boyutu da göz ardı edilemez diye düşünüyorum, Fanatizmin doldurduğu boşluklar çok daha vahimdir bence
Nihayet
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duyduğumu söylemeliyim
Saygı ve selamlarımla...
kadiryeter
Bu yorumu yazana ve yazdırana teşekkür borcumdur...
Selâmımla...
kadiryeter Kadir Yeter.
2016 TRABZON.