Saat 04-06 09.08.2008
Keşke” dedi “ dalgaların sesini, deniz üzerinde yıldızların göz kırpmalarını, vücudu okşayan meltemin şefkatini yazmak mümkün olsaydı.”
Fransızca tadına doyulmaz şarkılar eşliğinde öyle güzel anlardı ki, biryandan gözlerini kapatma isteği, bir yandan bir şeyler kaçırma korkusuyla hiç görmeden yazmaya çalışıyordu. Belki de üst üste geliyordu yazılar hepsi küçücük bir not defteri idi yazma alanı. Belki de okunamayan karalamadan öteye geçemeyecekti fakat olsundu… Yaşam da zaten bu değil miydi? “ üst üste karalamalar, okuduklarımız, okumadıklarımız, okumak istemediklerimiz ve okuyamadıklarımız.”
Olağanüstü güzel anlardı,yıldız batımı başlamıştı.. Bir yandan batmakta olan yıldızları birer birer uğurlarken bir yandan kapkara ve ürkütücü görünen dalgaların beyaz köpüklere dönüşmesini izliyor, hiçbir anı bir soluğu kaçırmamak için deli oluyordu. En çok da güneşin ilk bakışını ilk nefesini görmeyi istiyordu. İnsanın -tüm yetenekleriyle birlikte de olsa- doğada olup biten her şeyi aynı anda görme konusunda ne kadar da umarsız kaldığını düşündü. Bu işi hiç kaçırmadan gözleyebilmek için kaç insan gerekirdi acaba?
Bu sırada plajın bitiminde sınır çizen ağaçlar da yavaş yavaş seçilmeye başlamıştı. Zaman daralıyordu, ha doğdu ha doğacak… Karar vermek ne kadar da zordu: Yazarak mı yoksa yüzerek mi karşılamalıydı güneşi… Daha fazla dayanamadı işte dalgaların kollarındaydı bedeni ve anlatılması olanaksız bir duygu selinde sürükleniyordu ruhu da. Koskoca sahil kimsecikler yoktu, ne kıyıda ne suda, adeta Akdeniz onundu. Güneş ona doğuyordu. Yazarın dediği gibi” erken kalkardı, güneş doğmadan dünyaya hakim olurdu”
Bir süre denizde kaldı, güneş inatla doğmuyordu.Geleceği yollara güller dökülmüştü , kızarmış güllerle bezeli, onu bekliyordu bütün dünya,uyuyan,uyanan, uyuyamayan,uyanamayanıyla..
Uzun gece yolculuklarından sonra kavuşup uzanıp yattığı kendi yatağı kendi yatağı kadar cazip ve rahattı su. Güçlükle ayrıldı, sahili bir baştan bir başa Fransızca şarkılar eşliğinde yürüdü birkaç kez. Severdi Fransızca şiirleri şarkıları, belki de anadilinden sonra en iyi anladığı dil olmasındandı.
Güneşe kızamadı, severdi isyanı, başkaldırıyı, inadı. Kendisi de öyleydi, öğrencilik yıllarındaki kadar olmasa da, fazla eğilip bükülmüşlüğü yoktu. Belki de kızının özgür kararlarına ve zaman zaman asiliğine hoşgörüyle bakabilmesi, bir yandan anne olmanın kaygıları, bir yandan kendisi gibi olanın özgürlük tutkusu arasında kaldığında da içten içe sevinmesi de ondandı.
Kaldırıp başını çok değil daha iki saat öncesinin yıldızlarla ışıl ışıl parlayan göğüne baktı. Yıldızsız beğenmedi sanki… Neler oluyordu, “Güneş”e aşık kadın, geceyi mi sevmişti, -oysa eğer bir bitki olsa “günebakan” ,kuş olsa “turna” olmak isterdi. Olacak şey değildi. Şaşkındı, gülümsedi. “Oh olsundu çıkamayan bekleten beklenen güneşe:)
Bunları henüz aklından geçiriyordu ki, başını denizin üzerine çevirmesi ile güneşin gizlice gülümsediğini görmesi bir oldu.Ne zekiydi şu güneş,hissetmişti sanki kadının yıldızlara kaymak üzere oluşunu..
İşte iyice göstermişti kendisini… Hem de geceden kalan ve sarılmak üzere olan iki insanı andıran bulutların arasından… Ve öylesine hızla kurulmuştu ki kendisini gittikçe artan kızıllığı ile bekleyen muhteşem tahtına.
Ne kadar da güveniyordu kendisine, ne kadar uzak, ne kadar ulaşılmaz, erişilmez olduğunun farkındaydı. Tadını çıkarıyordu… “yakışır…” dedi kadın. Gözlerini ondan ayırmadan, şarkının yükselen “reste encore- kal daha” sözleri kulağında ağır ağır ilerledi. Gece yıldızlar ve “ay “ın, gündüz güneşin konuk olduğu gökyüzü hepsinden daha muhteşem değil miydi?”Gerçekten” dedi “ özgürlüğün rengi var ‘mavi’ ve hatta kokusu ‘ deniz’ deniz kokar özgürlük “…
aylin-K
YORUMLAR
Edebi anlatım dili ve kullanılan uslûp çok güzel yaşanmışılıkla yaşamaya devam edinilen yasak tadların sırları var vurgu vurgu denizin hayat güneşin cana sebep olmasının ifadesi var yarı içe dönmüşlük ve sorgulama kendiyle yaşamın eleştirisinde kalınıp içinden mutlulukların çıkarılabilindiği bir anlatım.
Severek ve düşünerek okudum Kutlarım düşündüren satırların sahibi kalemin edeb'ini
Bir süre denizde kaldı, güneş inatla doğmuyordu.Geleceği yollara güller dökülmüştü , kızarmış güllerle bezeli, onu bekliyordu bütün dünya,uyuyan,uyanan, uyuyamayan,uyanamayanıyla..
Uzun gece yolculuklarından sonra kavuşup uzanıp yattığı kendi yatağı kendi yatağı kadar cazip ve rahattı su. Güçlükle ayrıldı, sahili bir baştan bir başa Fransızca şarkılar eşliğinde yürüdü birkaç kez. Severdi Fransızca şiirleri şarkıları, belki de anadilinden sonra en iyi anladığı dil olmasındandı.
Güneşe kızamadı, severdi isyanı, başkaldırıyı, inadı. Kendisi de öyleydi, öğrencilik yıllarındaki kadar olmasa da, fazla eğilip bükülmüşlüğü yoktu. Belki de kızının özgür kararlarına ve zaman zaman asiliğine hoşgörüyle bakabilmesi, bir yandan anne olmanın kaygıları, bir yandan kendisi gibi olanın özgürlük tutkusu arasında kaldığında da içten içe sevinmesi de ondandı.
denizi, denizin doğallığını bu kadar güzel sorgulamak ve anltmak ustalık sayılabilir....
tebrikler....
Okuduktan sonra kendimi düşündüm ve dedim ki
Sen hayattan zevk almasını bilmiyorsun artık
Göm bakalım başını deve kuşu gibi kuma
gömde bir daha cıkarma o kumdan kafanı
Hayatı tekrar yaşaya bilmek için nasihatllar yeterli degil sana müsibet lazım kızım müsibet
Kendime öz eleştiride bulunduran yaşamın rengini ve kalitesini sorgulayan çok çok güzel bir yazı olmuş
Tebrik ediyorum ve sizleri alkışlıyorum Saygılarımla...
Kendinize ve kalbinize iyi bakın...