- 1784 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ADI SEVGİYDİ
İşsiz kalmıştı adam İstanbul gibi yerde. Aile babasıydı, ev geçindirmek zorundaydı. Üstelik biri üniversitede diğeri ilköğretimde okuyan iki kızı vardı…
Cebinde kalan son parası 10 YTL idi ve her zaman eşine bolca para vermeyi seven adam bu kez mahcuptu O’na karşı..
Ama “Olsun”, dedi adam. O, yirmi yıllık hayat arkadaşıydı kendisinin ve ne zor günleri beraber atlatmışlardı. Bu günler de geçecekti elbet. Yine güzel günlere kavuşacaklardı Allah’ın izni ile. Önemli olan sevgilerini kaybetmemeleriydi. Önemli olan yine birbirlerine tutunup güç bulmalarıydı, yeniden başlamaktı her şeye, sıfırdan..
Yürüye yürüye Çamlıca’ya çıktılar bir ikindi vaktinde. Namazlarını kılıp dua ettikten sonra, ceplerinde kalan paranın bir kısmıyla çay içtiler birbirlerinin gözlerine sevdayla bakarak. El ele tutuşarak, çocuklar gibi, dertleşip ağlaştılar. Tesellî ettiler birbirlerini yüreklerindeki sevgiden güç alarak..
Eşi dedi ki adama “Biz seninle beraber olduktan sonra dünyaya meydan okuruz, üzülme bu da geçer Allah’ın yardımıyla”..
Adamın daralan yüreğine taze bir nefes oldu eşinin sözleri. Yeniden baktı güzel gözlerine aşık olduğu kadının. Yıllar hiçbir şey kaybettirmemişti bu sevgiden. Aksine daha çok bağlanmışlardı birbirlerine, zor günlerde dayanıştıkları sürece. Bu zamanda nadir bulunan türdendi sevgileri. Menfaatler bitince ayrılan, zor günlerde terk eden olmayacaktı ikisi de, söz vermişlerdi Rableri’ne çünkü evlenirken.
Konuştular ordan burdan.. Öylesine huzur buluyorlardı bu sohbetlerinde. Muhabbet gizliydi çünkü içinde. Bazen aynı sözler ikisinin de dudaklarından dökülüveriyordu aynı anda ve gülüşüyorlardı bu duruma…
Gelinler, damatlar gelip gidiyordu Çamlıca Tepesi’ne. Bu bir adetti oralarda, evlenen çiftler ya Çamlıca Tepesi’ne çıkıyordu ya da Eyüp Sultan Türbesi’ne..
Hatırladılar, Onlar da çıkmıştı düğün günlerinde buraya, yirmi yıl kadar önce..
Ne kadar da güzel olmuştu eşi beyaz gelinlikler içinde. İlk gözlerine vurulmuştu adam kadının, peşinden masumiyetine ve Allah’a olan itaatine. Peygamber tavsiyesine uyarak evlenmişlerdi. O günden sonra daha iyi anlamıştı, bir kadının en güzel süsünün haya olduğunu. İdare etmeyi bilen iktisatlı biriydi eşi. Bu yüzden de pek sıkıntı çekmemişlerdi hayatlarında. Çok fazla lükse düşkün değildi ve nereye nasıl harcama yapacağını iyi hesap ederdi. Har vurup harman savurmazdı eşinin kazancını, ama yoksulu garibi de ihmal etmezdi elinden geldiğince. Bunların elbet bugün mükafatını göreceklerdi, bunu hissetti yüreğinin en gizli köşelerinde.
Evliliklerinin ilk yıllarında genelde olduğu gibi Onları da ailevî sorunlar rahat bırakmadı bir süre. Eşinin babası ayırmağa bile uğraştı bir zaman ve tercih etmek durumunda bırakmıştı kadını. Ama düşmediler bu tuzaklara ve sarıldılar birbirlerine daha da sıkıca..
Bütün bunları hatırlamak daha bir güç verdi adamın yüreğine. Öylesine zorlu günleri sevgileri ile aşmış olan bir aileye maddî sıkıntı da neymiş ki? Elbette bu da atlatılacaktı böyle yüreği güçlü bir kadının desteği ile. Bir kez daha şükretti Rabbine, kendisine böyle bir eş nasib etti diye ve dua etti içinden O’ndan ölene dek ayrılmamak, cennette de ebedîyyen beraber olabilmek için...
Hatırladıkça eski günlerini göz göze bakışıp gülüştüler yine. Yaptıkları çocukluklar, ilk mutfak deneyimleri, beraber yaktıkları yemekler, tarifini tutturamadıkları kekler geldi akıllarına. İlk çocuklarının doğumu, ilk annelik ve babalık heyecan .. Şimdi 18 yaşında kocaman bir kız olmuştu...
O zaman da çıkarlardı sık sık bu tepeye. O zaman da seyrederlerdi bu manzaraları keyifle…
Güneşin batışını seyrederken birer çay daha içtiler. Bir başkaydı gün batımı bu tepelerde, bir başkaydı Boğaz’ın manzarası, köprüler…
Karşıda ışıklar yandı birer birer, işte yine akşam oldu tüm esrikliği ile..Hüzünlerini bırakarak battı gün karşı tepeden..
Sabaha ekmek alacak paraları yoktu belki, belki yürekleri buruktu ama huzurluydular, mutluydular.. Çünkü elleri birbirine kenetliydi yaa. Yürekleri beraber atıyordu eskiden de olduğu gibi yine…
O günkü gibi bu gün de sazlar çalınıyordu yine Çamlıca’nın bahçelerinde..
Bu bir hikaye değil, yaşanmış ve hâlâ yaşanmakta olan bir hayat.. Yaşayanlardan ve yakınlarından dinlediğim ve beni çok etkileyen bir sevda.. Asrın maddeci düşünen, mutluluğu tüketim ve harcamaya endeksleyen zihniyetine ibretlik bir misal..
Yazmak istedim…
YORUMLAR
Sevgili Dilek
hikayeyi okurken nasıl duygulandığımı ifade edemeyeceğim.
Zaten şu son günler bana böyle bir konuda hayatımın en önemli tecrübelerini yaşatırken
zaten imtihanım diyerek her şeye susup şükürlerle teselli buluyorken, ve zaten hep özlenilen
bir hayata tesir eden imrenilen duyguları sadece böyle hikayelerde görüyorken...
İnsanız diyoruz ya . Acaba gerçekten insan mıyız?
Dün gece beni çok ağlatan bir hadiseyle karşılaştım.
Geceleri refakatçi olarak kaldığım hastanede bir kadından bahsediliyordu. Bizim yattığımız odanın karşısındaki koridorda hasta bir kadın vardı. Artık ilerleyen hastalığının son reddesine gelmiş ama bir türlü ölemeyen bir kadın.... Ölmek kolay değil işte. Beklemekle de olmuyor. Dün gece bütün cesaretimi toplayıp ben de bir göreyim dedim. Ve odasının kapısından şöyle bir baktım... Koskoca yatakta kaybolmuş yaşayan ceset sanki. Avuç içi kadar kalmış bir vücut ve inlemekten harap olmuş bir sima. Bütün vücudunda açılmış göz göz yaraları ile beraber Kanser denen o illetin son günlerini yaşıyor yaşamasına da, bu nasıl yaşamaksa.
Sordum kimi kimsesi yok mu diye.
Var dediler.
Hem kocası hem de evlatları varmış. Ama gelin görün ki, yakınları artık daha fazla çekemedikleri için getirip bu hastane köşesine bırakmışlar..Ne arayıp ne de sormazlarmış... Dünya onlara kalacak ya... Kalsın bakalım... Ve o kadın ölümü bekleyedursun. Onkoloji kliniğinde her gece sırasız birisi ölüp gidiyor. Ama o ceset hala nefes almakta ve birileri gelecek gibi umuda aralanan gözleri sürekli açık duran kapıya bakmakta. Nasıl ölsün, ölünür mü gözler hep gelmeyen birini beklerken. O beklenti bütün varlığa hükmetmişken ölünmüyor işte.
Daha fazla kalamadım, ve dışarı çıktım , koridorun sonundaki cam kenarına ilişip sessizce ağladım.
Neden biliyor musunuz?
Önce o kadının dünyaya getirdiği evlatlarını nasıl doğurduğunu düşündüm bir anne olarak. Zira hayata canından bir can armağan etmek hiç ama hiç kolay değildir. O kadın da önce bir anneydi….
Ve bir eş olarak yılların hesabını düşündüm, hesapsızcasına. Yıllarca bir eşe verilenleri düşündüm, karşılıksız, hani hayat müşterek misali… ve alınamayanları düşündüm..Bundan sonra alınamayacakları…ve sürekli açık duran kapılara odaklanan inatçı gözbebeklerini.
Bir insan ne kadar kötü olursa olsun, o pozisyonda hayvana bile merhamet gelir sanırım.
Ama işte insan denilen o mükemmel yaratığa gelmemiş ki o kadın öylesine bir başına, yapayalnız ölüme terk edilmişti.
Kainattaki en zalim canlının yine insan olduğunu düşündüğümden ağladım sesssiz sessiz.
Ve O Sahipsizlerin sahibine yalvardım
Allah’ım ne olur kulun yüreğinden sevgiyi eksik etme. Madem kainatın mayasını sevgi çamurunda yarattın, işte sevgisiz kaldığında insanoğlunun hali bu diyerek.. Bizleri bu hallere düşürme diyerek..
Şuan da aynı duygularla niyaz ediyorum.
Ey büyük Allah’ım herkese sevgiye dair muhabbet nasip et.
Zira sevgisiz olmuyor.
Sevgisiz hiçleşiyoruz. sevgisiz kişiliksizleşiyoruz
sevgisiz basiteşiyoruz biz..
Bize bol bol sevgi ver
Yoksa halimiz perişan olacak ..