- 1006 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KIYMET BİLENLERE
GÖL BAŞINDA KÜÇÜK YEŞİL BİR KULÜBE
’ Kıymet bilenlere’ Öyküm
Bir adam oturuyordu kulübenin önünde, etrafını küçük yeşil çiçekler sarmış. Önünde alabildiğine büyük bir göl dağlara kadar uzanıyordu. Kıyılarında çam ve servi ağaçları dolanmış. Bir Cenneti andırıyordu.
Nasırlı ellerini çenesine dayadı, ne tilkiler geçiyordu kafasından kim bilir. Gri beyaz ve uzamış olan, kenarları sararmış saçları, yağlı şapkasının yanından dağınık olarak taşıyordu ta omuzlarına kadar. Gölün sis dumanı yayılmış etrafa, bir istasyonda bekleyen yolcu misali, şarap şişesinin beyaz tabanı ve rengi kalınlığındaki gözlükleri burnunun üzerinden öne doğru bir sicim ile Mut köprüsü gibi sarkmış, gözleriyle uzaklara doğru bakıyordu. Bir kez daha içini çekti, sarmış olduğu bir sigarasının başını yemişti bütün dertleri. Çocuklarını öyle özlemiş ki öyle iç çekiyordu.
Emziğini ağzına alır gibi tutuyordu, kibriti bir türlü ateş almıyordu. Hava nemli yağmur yağmıştı gün boyu. Bir kaç kez denedikten sonra...Puf edip etrafına bakındı.
Siyah bir bulut sanki dünyanın üzerine çökmüştü. Bir anda gökyüzü ortadan ikiye bölünmüş, sicim gibi yağmur yağıyordu, birkaç saat devam etti yağmur, şimşekler arasında gök gürlerken, rengarenk gök kuşağı etrafı aydınlattı. O anı görmeliydiniz.
Ayağa kalkmak istedi önce; bir sendeledi öne arkaya sonra tutundu direğe ve kalktı zar zor bir şekilde. Nasıl da üşümüştü titriyordu adeta. Bir iki adım attı kalın tahta kapıyı zorla açtı üzerinde deri kılıf vardı rüzgar girmesin diye özenle tutturulmuş, sonra içeri girdi.
Yalnız yaşamıyordu bu yaşlı adam. Gaz lambasının fitilini açtı. Loş bir odayı andırıyordu. Bir yüklük bir de tahta divan üzerinde bir yatak vardı oldukça eski, yastık yana kaymıştı. Tahta bir yatak daha vardı. Duvarda eski çerçeveli resimler camı çatlamış torunlarının, çocuklarının resimleriydi. Kırık tozlu raflar arasında bir sürü ilaç kutucukları gözü dolduruyordu.
Az önceki tahta yatakta bir yaşlı kadın yatıyordu; Saçları bembeyaz başını yuvarlak olarak bağlanmış inilti geliyordu, sanırım başında ağrılar vardı. Kadın eşine hafifçe seslendi üşüyorum.
Soba sönüktü yakmak gerek, az bir kıvılcım buldu, ateşlemek için etraftan topladığı kağıtları sobaya doldurdu. Bir kaç odun daha attı sobaya. Soba o sıcak gürültüsüyle tutuşmaya başladı. Orta yerde sobanın üzerinde bir kazan ve ibrik vardı. Az sonra çaydanlıktan ses gelmeye başladı cızırdayarak, bu rahatlama sesiydi odanın. Isındığına işaret idi, ceketini çıkardı duvardaki bir askıya astı sonra sırtını yaklaştırdı sobanın önüne oturdu.
Bir sehpası vardı üzerinde bir kurşun kalem ile günlüğü duruyordu.
Kamburumsu bir hal almış, sanki dünyayı taşıyor gibiydi sırtında. Dertler öyle ağırlaştırmıştı yaşamı gitgide daha da zorlaşıyordu. Yaşlı adamın, kazançları kafi gelmiyordu geçimlerine.
Hem yoksulluk hem de yaşın vermiş olduğu eskiyen yılların ağırlığı bir çığ gibi üst üste çökmüştü besbelli.
Neden burada yaşıyordu kimdi ne idi yaşlı adam.
Eşi seslendi. Geldin mi titrek bir sesle...
Geldim diyordu yaşlı adam.
Ona bakıyordu anlaşılan götürecek bir yeri olsaydı gitmez miydi onu da daha güzel bir yerde bakabilirdi, ya da bakanları olurdu. Köydeki yaşamını balık tutarak geçiriyordu, onlar için daha rahattı balıkçı köy.
Bu tabi ki yaşamak değildi hastalık bir yandan kambur bir yandan yaşlılık oldukça zorlandıkları besbelli idi.
Ama gözleri gülümsüyordu yaşlı kadının iyi ki varsın yanımdasın diyordu. Koynundan bir çıkı çıkardı.
Elinde kenarları işlemeli bir mendil vardı onu eşine uzattı.
Yaşlı kadın. Bu gün babalar günü onu sana armağan ediyorum diyordu gözlerinden yaşlar gelmeye başladı adamın. Ellerini tuttu sen de iyi ki hayattasın can yoldaşımsın, sen de olmasaydın canım sıkılırdı, dedi. Gülümseyen gözleriyle, çıkısını açtı, daha kalın bir beze sarılmış tek sarı lira vardı gözleri bir kez daha doldu adamın görünce. Bunlar annemden kalan son hatıram dedi, babalar günü eşine layık görmüştü.
Birkaç gün daha hayatını devam ettirmeye yetecek kadardı ne yazık ki. Çocukları gurbette onların yerine kutlamıştı besbelli.
’Babalar gününün yeri ve zemini neresi olursa olsun vardı işte. Kıymet bilenlere.’
Behçet Bük 2016/886/17.6.2013 14.10’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.