- 891 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YUMURTANI NASIL İSTERSİN CANIM ? RAFADAN MI, KAFADAN MI?
"İnsanlarla yüz yüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin". -P. Neruda-
İki saat süren etütlerimizde mutlak bir öğretmen bulunurdu. Yatılı ve burslu okuyan Lise son sınıfı öğrencileriydik. O gün de edebiyat hocamız nöbetçiydi. “Cebimden para çıkar, ama kalemimden not zor çıkar” sözlerinin ciddiyetini, sınav sonuçlarından anlamıştık. Benim notum 30’u geçmezdi, ama edebiyat hocamızın sempatisini bir şekilde kazanmış olmalıyım ki, sözlülerden 50-60 puan alırdım. Etüt saatlerimiz sıkıcı olduğu gibi akrep ve yelkovan sanki kör topal ilerler, zaman bir türlü geçmek bilmezdi.
Nedense o gün yarım saat geçtiği halde edebiyat hocamız gelmemişti. Can sıkıntısından gruplar halinde hep bir ağızdan şarkılar söyler, fasıl yapardık. “Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamıştaaaannn, Ah Kalamış’tan!” Koro halindeki sesimiz sınıfın dışına çıkmış olmalı ki, bir Amerikalı olan okul müdürümüz sınıfımıza hızla girmiş ve yarım yumalak Türkçesiyle şu sözleri söylemişti: “Ayıp size, biyde genç olacayksınız, göyzüm üyserinizde, please be quiet, ok mi? “
Dedi ve tam sınıftan çıkarken arkalardan bir hışırtı ve müdürümüzün tam sırtına isabet eden yumurta, krem rengi elbisesini sarıya çalmıştı. Tüm sınıf aniden sessizleşmişti; bazılarımızın arkalara doğru radar gibi çevrilen başları adeta bir suçlu arar gibiydi. Bizler müdürün kızacağını beklerken o hafiften tebessüm edip az önceki sözlerini yinelemişti: “Please keep your voice down and I trust you.”
Yıllar sonra anılara usul usul yürüyüş yaptığımızda yüzümüzde birkaç duygu çizgisi oluşuyor. Ya hüzün, ya buruk bir sızı, ya da neşeli bir çizgiyle dudaklarımız kulaklara doğru geriliyor. O gün okul müdürümüz, sessiz gidişiyle aslında bir yaşam dersi vermişti bizlere.
Yumurtanın her pişme şeklini severek yerim. Hala da aynı damak lezzetini alırım. İşten evime her gelişimde doğru mutfağa koşar, cezveye yumurta koyar, ya da tereyağında pişirir yerdim yumurtamı. Bıkmadan yediğim tek yiyecektir.
Amerikan okulunda yaşadığım o anımı hiç unutamam. O etüt akşamında Ellen Schuman müdürümüze atılan yumurta hemen hemen tüm bakışlar benim üzerimde noktalanmıştı. O an bir suçlu gibi yüzüm kızarmış ve çok şaşırmıştım. Çünkü o yumurtayı ben atmamıştım. Ama gözlerdeki ifadelerden okuduğum kadarıyla yüzlere muzip ifadeler yayılmıştı: “Sensin… Sensin… Sakın bize değilim demee!” der gibiydi ortak suçlayıcı bakışlar.
Yumurta sevdiğimi bütün sınıf bilirdi. Özellikle sabah kahvaltılarımızda Nazmiye adında Pakistanlı bir arkadaşımın yanına otururdum. Nedeni çok basitti, çünkü o arkadaşım yumurtayı hiç mi hiç sevmez, yemezdi: Nazmiye hemen eline yumurtayı alır, “Yumurta isteyen var mı?” diye bir iki saniye pişmiş yumurtayı üç parmağı arasında tutardı. Tabi ben -an be an o gösteriye- bir kedinin faresine atladığı gibi atlar, “Ben,” derdim. Süreyi geçirdiğim anda yumurta başka bir ele geçerdi.
Yumurta okulumuzda günaşırı sabah kahvaltılarında verilirdi. Bende o günlerin sabahını hiç kaçırmam, her seferinde o kısa koşu maratonunda, Pakistanlının yanına oturur ipi ben göğüslerdim. Çayını tuzlu içen Pakistanlı arkadaşım Nazmiye’nin yumurtayı sevdiğimi bildiği halde yumurtanın olduğu sabahlarda o teatral sunumu yapmasını hiç çözememiştim. Ama o gün yumurtayı bana vermemişti. Üç parmağında tuttuğu pişmiş yumurtayı avuç içine hapsedip; “Hayır, bu kez sana vermeyeceğim, başkası da yemeli,” dediğinde suskun bakışlarımı öne eğip kahvaltımı yemeye başlamıştım.
Pakistanlı arkadaşımın bunu neden yaptığını çok sonra çözebildim. Bu konu uzadıkça uzayacağa benziyor. Ben en iyisi size söz yumurtadan açılmışken bir Cezayirli denizcinin anısını aktarayım.
K. Kolomb’un yeni kıtayı keşfinden sonrasında kendilerini asil sanan İspanyol beyleri, Kardinal Mendoza’nın övgüsü karşısında tenkitlere verdiği yanıt insanlık için önemli bir ders niteliğindedir.
“…Kardinal Mendoza Kolomb’un azmini, direngen ve kararlı oluşu sonrasında yakaladığı üstün başarısına övgüler yağdırırken; bir Cenevizli olan kâşifi kıskanan İspanyol beylerini memnun etmemişti.
- Yenidünya denilen yere gitmek hiç de sanıldığı gibi zor değildir,
- Dünyanın denizi apaçık karşımızda duruyor, hiçbir İspanyol denizci hedefi şaşırmazdı, diye burun kıvırdılar.
Bu sözlere kızan Kolomb onlara yanıt vermek için söz alır:
- Ben kendi adıma bir şeyler kazanma tutkusundan çok uzaktayım” diye başladı konuşmasına ve şöyle devam etti;
- Dünyada birçok zor iş vardır, ama birisi size onun nasıl yapıldığını gösterdikten sonra, ‘ Aaa.. Ne kadar kolaymış, bunu herkes yapar,’ denir.
Kolomb, bu arada hizmetçiden bir yumurta istemişti.
- Şimdi siz soylu beylerden bir ricam olacak; Siz ekselansları şu elimde gördüğünüz yumurtanın, dik olarak masanın üstünde durmasını sağlayabilir misiniz acaba ?”
Ekselans yumurtayı bir tarafından tuttu, öteki tarafını çevirdi, başka türlü denedi ama başaramadı ve elindeki yumurtayı bir başka beye verdi. O da başaramadı ve bir başkasına verdi. Kimse başaramayınca da;
- Bu mümkün değil yapılamaz!” diye hep bir ağızdan bağırdı, beyler.
Kolomb onların başarısızlıkları karşısında yüzüne küçümser bir eda yerleştirip;
- Tabii mümkündür, ben yapacağım ve siz ‘bunu herkes yapar’ diyeceksiniz” diye yanıtladı, beyleri.
Salonda mırıltılar içerisinde Kolomb yumurtayı eline aldı ve hafif bir vuruşla yumurtanın sivri ucunu kırmadan, içeri doğru giden kabuğun üstünde durmasını sağladı.
Bu arada İspanyol beyleri hep bir ağızdan; “Bunu herkes yapar!” diye bağırdılar.
Kolomb, onları şöyle yanıtladı;
- Doğru bunu herkes yapabilir beyler, ama fark, sizin bunu yapabileceğiniz, fakat benim yapmış olmamdır, der."
Sözün özü dünya yumurta biçiminde ya yine de dönüyor değil mi? Kimileri yumurta atıp bir başkasını günah keçisi yerine koyarak, kimileri buldu mu midesine indirerek.
Döndükçe dönüyor dünya; kimilerinin ihanetiyle, kimilerinin sevdasıyla… Ama en çok da zalimin çarkıyla, mazlumun ah’ıyla döndükçe dönüyor dünya.
Bugün benim doğum günüm. 40 yıldır aynı yastığa baş koyduğum sevgili eşim benden önce kalkmış ve kahvaltımızı hazırlamış. Yatakta esnerken ben soruyor:
“ Yumurtanı nasıl istersin canım?”
Hımm, kızsam mı acep ona? Öyle ya 40 yıldır yumurtayı nasıl yiyeceğimi öğrenememiş bir de bana soruyor. Yoo, bugün güler yüzlü olmamın zamanı.
Çünkü bugün, 13 Haziran...Bugün, hayata ilk gülüşüm, ilk ağlayışım ve ilk hayatın bana “hoş geldin” dediği gündür. Sesime en tatlı tonu yerleştirip;
“Kafadan olsun canım!” dedim.
Şiir gibi yaşayın.
Emine Pişiren-Kocaeli
13. 06. 2016
YORUMLAR
Değerli yazarım, harika bir paylaşımdı, yüreğinize sağlık. Yumurtayı bazen katı, bazen sulu, bazen de yağda yiyen biri olduğum için eşim her defasında nasıl pişireyim, diye sorar. Eniştemiz de bu duyguyla sormuş olmasın? En azından biliyordur da, centilmenlik yine de sormayı icap ettirmiştir. Yok, yok, bence, sormadan pişirseydi, "niye sormadın, bugün canım böyle yemek istemeyecekti belki.. Al bunu kendin ye, bana da git yağda yap, gel," demenizin önünü almak için sormuştur...Allah muhabbetinizi bozmasın. Size de sağlıklı, mutlu bir ömür nasip etsin... Saygılar