- 1236 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sevgili Sanat-3
Kelebeklerin aşka uçtuğu gün…
Saat: 00.00
Sevgili Sanat
Geçen gün, Cuma günüydü galiba, (hangi cuma mı, bilmiyorum. Biliyorum da bilmiyorum) yazmam gereken bir yazı vardı. Ama canım yazı yazmak istemiyordu. Bu nedenle hem çabuk hem kötü yazıyordum. ( sanki diğer zamanlar güzel yazıyorum da) kötü yazı yazdığımı görünce benim durumuma üzülmüş olmalısın ki, kendin yazmak istedin. Ben de kabul ettim. Önce kendi kalemini çıkardın ( demek ki benim kalemimi beğenmedin, neyse bunu daha sonra konuşuruz.), sonra yazmaya başladın. Baktım, senin kalem sıradan bir kalem değil; Scrikss marka dolma kalem. Benimki ise tükenmez kalem. Sonra yazı yazışına baktım; el yazısıyla yazıyordun. ( bizim buralarda el yazısıyla yazı yazmak pek yok da) El yazın çok güzel, harfleri bitişik yazıyorsun ve de harfler belirgin. Bu arada ben, yazı stillerinden en çok Comic Sans MS’yi seviyorum. (komik kelimesinden dolayı sevdiğimi düşünme, harfler dik yazılmadığı için seviyorum, biraz da sanatsal bulduğum için.) Bu kez sana baktım. Yazarken keyif alıyordun. Güzel yazmayı seviyorsun ve güzel yazmaya önem veriyorsun. Bu nedenle sen “hat” sanatını iyi yaparsın; (benimki de laf yani. Tabi ki güzel yazacaksın, çünkü sanatsın sen) sülüs ve talik yazı şeklini iyi kullanırsın.
Sonra bir ara Scrikss dolma kalemini ben aldım, yazmaya başladım. Rahatsız oldum. Ben, tükenmez kaleme alışkın olan ben, tükenmez kalemi bastıra bastıra sert bir şekilde yazan ben, senin kalemin ucunu kıracağım diyerek korkarak yazan da ben. Neyse, yazım çok geçmeden bitti de kalemin ucu kırılmaktan kurtuldu. Ya kalemin ucu kırılsaydı senin yüzüne nasıl bakardım o zaman. (Aaa! Lafı mı olur diyeceksin, ama olsun) Doğrusu bakamazdım. Bunu biliyorum. (Ama sen yine her zamanki gibi yavaş ve tatlı bir ses tonuyla adımı söyleyince, mecburen yüzüne bakacaktım.) Bu kalem bana göre değil, sana göre. Çünkü sen sert yazmıyorsun; hatta kalemi nazikçe tutuyorsun. Bir ara sana çaktırmamaya çalışarak parmaklarına dikkatle baktım; parmakların uzundu ve ellerin narindi. Bir de benimkilere baktım: Bir şey söylemesem olmaz mı? (Olur, olur! Söylemeyeceğim. Ama sen anlamışsındır) Bu arada ben sana teşekkür etmiş miydim. Etmediysem eğer, şimdi ediyorum. (ettiğimi hatırlıyorum, ama bir kez daha etmiş olayım)
Bu arada, haki yeşil kıyafetin de çok güzel yakışmış sana, ten rengini daha bir güzelleştirmiş. Bir de boynuna bir fular nasıl olurdu. (Sonra bunu tekrar soracağım.)
Sevgili Sanat, ben ( ben yok!), pardon, biz insanlar birer kukla mıyız? ( ne alaka) Bir an bana öyle geldi de. (Şimdi diyeceksin ki, daldan dala atlıyorsun.) Yine aynı soruyu soracağım: “Ben birinin kuklası mıyım?”; yalan söylediğimde burnu uzayan Pinokyo muyum ya da ne olursa olsun hiç devrilmeyen hacıyatmaz mı? Yanlış anlama, kuklacılık da bir sanattır. Üstelik sen sanatlar arasında ayrım da yapmazsın. Hacıyatmaza bir görev verilmiş, yani kuklalaştırılmış. Biz insanlar da öyle değil miyiz? Ama sen sanat olarak değilsin/ ya da ben (Bilmiyorum.) Üzerine dilek için çaput bağlanan ağaçtan yapılan bir kuklaysam ben, o zaman ben kutsal bir kuklayım. ( Bu nasıl şey, ben de anlamıyorum) Aşk acısında sicim gibi yağmur yağsa, kuklalar ağlamaz, ama kutsal bir kukla olarak ben, ağlarım.
Ama ben de dahil, insanların büyük çoğunluğu birilerinin kuklasıysa, işte o zaman durum farklı. Ben böyle bir kukla olmak istemiyorum! (Olur, isteme. Sanki böyle söyleyince kukla olmayacak mısın) "Bu yılın modası bu!" denilince kukla olunmuyor mu? Ben başkalarının kuklası olamam, olmamalıyım.
Sevgili Sanat, şimdi birden içimden son günlerde hep mırıldandığım Comandante Che Guevara’yı söylemek geçti. Söyleyebilir miyim? Bu sende nasıl bir etki yapıyor bilmiyorum, ama bende bir şeyler yapma isteği uyandırıyor. Ya Joan Baez’ın seslendirdiği “Biko” şarkısı.
Sevgili Sanat, kimi zaman “bir şeyi” söylemek isteyip de, bunu tam olarak karşılayacak sözler bulamamak kadar acı bir durum yoktur. Acaba, o tam olarak ifade edilemeyen şeyi tam olarak söyleyecek sözler hangi lisanda vardır. Sen de bilmezsen, bunu gökyüzünde bulut yokken yağmurların yağdığı ülkedeki insanlara sormak gerekir. Bu sırada ben bunları düşünürken, sen, uçsuz bucaksız denizin ortasında bir deniz kızı (Bakınız Yaşar Yıltan’ın Dilerim Çengi kitabı) misali, havada özgürlüğe doğru uçup gitmekte olan rengarenk kelebeklere bakıyordun. Kelebekler uçup gitti, ama hiçbir ressam özgürlüğe uçup gitmekte olan bu kelebeklerin resimlerini kusursuz çizemedi. Picasso ne yapardı bu durumda acaba, bilmiyorum, ama şunu biliyorum; kırmızının her tonu cehennemdedir. Aşkın kırmızı rengi, cehennemin kırmızı renklerinde gizlidir. Ama hiçbir ressamın bunu çizmeye gücü yetmez. Dante, İlahi Komedya’da her ne kadar bunu yazıyla başarılı anlatsa da, anlatılan her şey resme dökülemez. Resme dökülen her şey de yazıyla anlatılamaz. Aynı şey müzik için de geçerlidir. Love Stori’yi ( Ali MacGraw-Ryan O’Neal) nasıl kusursuz bir şekilde çizeceksiniz, yazıyla nasıl o duygu yoğunluğunu vereceksiniz. (aşkı tam olarak anlatmak mümkün değildir.)
Sevgili Sanat, sen yağmurda ıslanmadan dakikalarca yürüyebilir misin? (Bunun yanıtını şimdilik istemiyorum.)
Sevgili Sanat, sonsuzluk işareti senin işaretin olmalı. Çünkü sanat sonsuzdur. Sanat varlığın da güzelliğidir. Hatta iki karanlıktan ( iki karanlık da ne) da öte bir şeydir. Sevgili sanat, nerede durmam gerektiğini bilmiyorum; senin yanında mı, yoksa aydınlıktan sonraki karanlığın yanında mı? Karanlığa her yöneldiğimde derinlerden gelen yalvaran ve uyaran bir kadın çığlığı ile irkiliyorum. Görünmeyen bu kadın niçin benim için çığlık atıyor. Bu ses aşkın sesi mi; bilmiyorum! Ölümün sesi mi; onu da bilmiyorum. Ya da yokluğun sesi mi; onu zaten hiç bilmiyorum. Ama şu var ki, neden ben, neden çığlık?
Sevgili Sanat, haki yeşil kıyafetin de çok güzel yakışmış sana, ten rengini daha bir güzelleştirmiş. Bir de boynuna bir fular nasıl olurdu. ( Bu kadar…)
Sevgili Sanat, hayatta kimi zaman bir şeyleri değiştirmek gerekir. Ama bunu yaparken dikkat de etmelidir; çünkü elimizdekinden de olabiliriz. Özellikle aşkı bulduğumuz zaman onun değerini bilmeliyiz. Yoksa rengarenk kelebekler gibi elimizden uçup gidebilir.
Sevgili Sanat, dünya sağır olmuşsa, bunda senin suçun ne! Ne kadar çığlık atarsan at, kimse senin özgürlük çığlığını duymayacaktır.
Sevgiyle kal.
Yaşar Yıltan
NOT: Bu yazı Güncel Sanat kültür, sanat, edebiyat dergisinin 67. sayısında (Temmuz-Ağustos 2020) yayınlanmıştır.
YORUMLAR
Evet efendim,
Kalemin yolculuğunda ,sanatın sesleri,sevdaların sesleri vardı. güzel sesler vardı.Gözlerimi sayfanızdan ayırmadan,önce hızla okuyup, yeniden sindire sindire okudum...
Sayın yazarımız ,
seriymiş yazınız,ikinci kez okuyuşumda 3 cü seriden başladığımı gördüm, lakin pişman değilim çok sanatsal bir yazıydı kaleminizin izleri. Diğerlerini de okuyacağım...
Saygılar...