- 558 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kolye, Küpe
KÜPE
Dudaklarındaki yalnızlık düğümünü kim çözebilirdi ki? Hayat bir med-cezir gibiydi. Nedenini bilemediği bir huzursuzluk… Ne vakit ona benzeyen birini görse; o an duyumsadığı, benzer kişinin bağrına sokulma isteğiydi. Tarifi olmuyordu işte bazı hislerin. ‘‘Kulağımdaki küpeyi sattım; kolye yaptım!’’ demişti o akşam.
Alın terine eş değerdeydi o küpe… Zor bir anında, uymayınca kulağa; kulaktan sökülüp cümle olmazlara inat; bir anda kolye oluvermişti… Şu an boyunda asılı… Ruhunun; hayata asılışının izdüşümüne denk…
Kulağa küpe olsun denilen sözler ve kaderle tutuşulan lades kemiği misali; kolyenin üzerine bir de fiyonk bağlamıştı. Her an; ‘‘Aklımda!’’ demeye yeminli gibi…
Sıcak bir Temmuz akşamında; ‘‘Ahhh, ah’’ diyor, uzaklara dalıyordu.. Bebeğini dünyaya getirmek üzereydi. Bebeğinin doğduğu gece, eşi de annesiyle Avrupa seyahatine çıkmıştı çoktan…
Bir mikser sesi, daldığı onca anıdan, bir anda uyandırdı Füsun’u… Özlemlerine kavuşmak istercesine kolyesine avuçladı. Dünyasında yarattığı vahaya baktı usulca… Gökten, az önce kayıp giden bir yıldızın ışıltısıyla kamaşan gözlerinden, yanaklarına süzülen anılarının; tuzlu, hüzünlü sıcaklığını sildi. Bu gece bambaşkaydı… Yâd ellere kapılıp gitmesi an meselesiyken, o şarkı yine çalmıştı kapısını… Bir ut sesi duydu inceden. Udu çalan sanki mazisine gömmek istediği udiydi. Udinin ellerini hissetti derin. Mırıldanıyordu: ‘‘Turnalar uçun, yayladan geçin, yârimi seçin turnalar…’’
Aradan geçen yirmi yedi yıla; sitem mi etsin, üzülsün mü, üzülmesin mi bilemiyordu ki…
“Bir başka şarkı isteğiniz yoksa?”
“Ne olacak ki, Muzi mu?”
“Hiç derim be, hiç derim; asacağım udumu duvara.”
“Çal vreMuzi mu, çal vre!”
“Çal dersiniz de şarkılara eşlik etmezsiniz.”
“Sen çal vre! Uyarımıza gelirse, ederiz eşlik.”
“Haydi o zaman çalıyorum.”
‘‘Gelmedin bir kereden maada neden? Başka hiçbir şeyle gönlüm dolmuyor…’’
“Ah vre ah!..”
Yağmurun, sesiyle irkildi. Bir an astığı çamaşırları anımsadı… Elindeki yelpazesini, komodine bıraktı. Gece saat birdi. Saate bakınca anladı zamanın nasıl da çabuk geçtiğini… Çamaşırları topladı. Akşam pasta yapmalıydı nasıl da unutmuştu…
Neleri unutmuyordu ki insan? Neredeydi geleceğini yüklediği onca yaşanmamışlıklar?
Yüreğinin buzdağlarını kırabilmesi, öyle zordu ki, ah bir anlatabilseydi her şeyi haykırırcasına… Yıldızları küstürmeden çekebilseydi içini geceleri. Ne imgeler geçerdi içerinden… O ister miydi; umut vagonlarını devirmeyi?
“Vre ne çalmazsın? Sustun gene…”
“Bilir misin Kadiri mu? Bir periye sevdalıydım eskiden. Dinler misin anlatsam vre?”
“Dinlerim be Muzi mu!”
“Adamakıllı sevda denilir ya hani; benimkisi de öyleydi işte. Bir sesi vardı ki, sen diyesin ‘kadife’, ben diyeyim ‘ipek mi ipek’. En çok hangi şarkıyı severdi bak çalayım.”
“Çal vre…”
“E haydi o zaman: ‘‘Gözlerin hayran bakarmış görmeyip ısrarımı…’’
“Ah be! Ne yaptın Yorgo!”
“Sen, dinlemeye tahammül edemezsin. Ya ben ne yapayım Kadiri mu? Hiç demezsin anlat dinleyeyim, diye.”
“Anlat Muzi mu anlat!”
“Yanarım, ateş olurum vre anlatırsam.”
“Ol be Muzi mu ol!”
Yağmurdan ıslanmasın diye toplanan çamaşırların içi saran, okşayan sabun kokusunu, iliklerine dek hissediyordu Füsun. Çatılardaki martılar, çığırtkanlıklarıyla izin vermiyordu ki yüreğine yönelsin. Çamaşırları, özenle katladı, sepete koydu. Aslında ütü için hayli uygun olsalar da yapamayacağını biliyordu. Göğsünde bir yangı hissetti. Soluğu azalır gibi oldu. Odadaki koltuğa, öylece çöküverdi.
Ambulansın sireni, şehri sarmıştı. Kapalı gözlerinden süzülen yaşlar, Füsun’un tüm çilesinin özeti gibiydi. Dünü de onunla birlikteydi:
“Muzi mu! İzin vermiyorlar bize!”
“Bırakmasan elimi kardiya mu?”
“Yükümüz ağır Muzimu. Bak görüyorsun işte, daha bugün kapımıza dayandı komşular: ‘‘Bizim kitabımızda yazmaz böyle bir şey, varamaz bir Türk, bir Yunan’a!’’ demediler mi? Ailem istiyor ancak kime neyi anlatabilirsin? Biz bitmişiz; bu bizim kaçınılmaz depremimizdir bilesin.”
“Alasın o zaman şu küpeleri, takasın kulağına kardiya mu! Hiç çıkarmayasın kulaklarından. Yarın Gülcemal Vapuru’na sen bininceye dek bekleyeceğim. Beni unutmayasın. O zaman işte, ölürüm! Bilesin. Bir çiçek vardı evinizin bahçesinde bilirsin… Selanik Menekşesi… Ona gözüm gibi bakacağım. Söz veresin bana; varınca yurduna, sen de saksılara sardunyalar ekeceksin. Sakız sardunya ama… Söz ver kardiya mu…. Söz ver bana!”
“Söz be Muzi mu, söz sana!”
“İzin ver şimdi, öpeyim bir kez daha nehir gözlerinden, ay yüzünden, oluur?”
Sonbaharın yüreğe işleyen yapraklarının renkleriyle, avucunda tuttuğu kolye, ısınmıştı. Bir an elini kulaklarına götürdü Füsun: ‘‘Küpelerim, Muzimu!’’ diyebildi ürküntüyle. Saçlarında sıcacık dokunuşunu hissetti sevdiğinin. Evin radyosunda işte yine o şarkı: ‘‘Gözlerin hayran bakarmış görmeyip ısrarımı…’’
Suyun diğer yanında bırakmak zorunda kaldığı sevdiğini anımsadı. Hep onaydı çalan şarkılar. Mutsuzluğunun yankılarında, yar başındaymışçasına bıraktı kendini anılara…
‘‘Çamaşırlar!’’ dedi, usulca; ‘‘çamaşırlar ıslanmasın. Hiç olmazsa, gönlümün yağmurlarında toplamalıyım!’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.