Parmak Aralarımız
PARMAK ARALARIMIZ
Dinle beni; gücüne gitmesin kuşların, tırtılların, uç uç böceklerinin...
Soyundum, öylece bekliyorum. Nasılda sarıldım rüzgâra, güneş nasılda yaktı içimi...
Yağmur yağsın, şöyle bir değip geçsin tenime, ıslanmak için vakit varken, her damla yüreğime düşsün, ben adını yazayım üzerindeki buğuya.
Titremek istiyorum, tüylerim diken diken olsun bir an, sonra sen gel aklıma.
Parmaklarımı geçirdikçe saçlarıma, fırça olup düş istiyorum her telime... Kirlendikçe yıkanmak istiyorum, sabun köpükleri eşlik etsin yalnızlığıma. Bütün günahlarımdan arınsın ruhum, en giyinik halimden bile daha çıplağım şimdi. Gözlerim kapalı, seni düşlüyorum, açtıkça çıkıyorsun içimden, geri gelmen için tekrar kapatıyorum. Dilime vurulmuşsun, adını telaffuz etmekten unuttum adımı. Her geçen gün çoğalıyorsun, azalmanı isteyen kim.
Kemerimde açılmış yeni bir delik gibisin, şişmanladığımı göstermen hoşuma gidiyor. “Boyum uzun” diye dalga geçmeyişin, yüzümdeki çilleri sevişin, yaşımı dert etmeyişin bağlıyor beni, ne kadar farklı olduğunu anlatmak için zahmet etme, sadece sus, hayat ikimizin yerinede konuşuyor.
Dirseklerini masaya dayayıp, havadan sudan bahsedişinde bile, içinden çıkmadığım bir şeyler var, en kirli halinle bile, o kadar temiz duruyorsun ki, sana anlatmak istediklerim için eskitilmiş geliyor pek çok şey. Hiç bilinmeyenleri toplayıp getirdim sana, öyle şaşkın şaşkın bakacağına, gel ve al...
Aklın yaşanmışlıklarla dolu, seni suçlayamam. Ama yüreğindekileri silip atmamış olsaydın, aklına tahammülüm olmazdı.
Eşsiz falan değiliz elbet, öyle tevazu gösterip boyun büküşümde alışkanlıktan değil, benim doğumum, bir başka ölümün habercisiydi, bizim ölümümüzde yeni doğumların habercisi. Buda gösteriyor ki; mükemmellikten çok uzağız!
Yel değirmenleri, bekle bizi, bindik ak yeleli atlarımıza, şaha kalmış düşlerimizle birazdan yanındayız. Kolla kendini, öyle rüzgârı alıkoyup, bulutlara yükselmek yok...
Samanlık seyran olmuş, pembe panjurlu evler konmuş dibimize, soğanı ekmeğe katık etmekten bahsediyor ruhlarımız.
Bütün bir şehir tanıklık etmeden çıkar ağzındaki baklayı, sevmekten başka kurtuluşun yok, baş ağrında, diz ağrında aşktan sorulur, yat yanıma, bak bakalım dünya ayakta olduğundan daha mı yaşanabilir duruyor? Ben sarhoşum diye ayyaş olamazsın, ayık olman gerekiyorsa, bana rağmen yükselt sesini, yok sen benim yanımda ayık sayılırsın diyorsan, gel biraz daha parlatalım. Dağ bayır dolaşacağız daha, ektiklerimizi biçme vakti geldiğin de, göz göze gelip tebessüm edeceğiz gizliden. Sen “işte bu kadar”diyeceksin, bende “biliyordum”...
Kederlerin derisini yüzdük diye hasetlenmesinler, acıları baş tacı edip aşağılamak bizim seçimimizdi. Kazdıkları kuyulara düşenleri kurtarmak istedik, evet, ama kuyuların bile kendi adaleti olduğunu böyle öğrendik. En pahalısından aldık sevinçleri, bedellerini ödedik, yüzümüz ak...
Ellerinde tutuşan aşksa, yalın ayak yürüyelim hayatı, ki; toprak koksun parmak aralarımız.
TALAN AYŞE KANCA
YORUMLAR
Değerli anemon55'e,
Değerli olmak/olabilmek felsefi anlamda çok önemsediğim bir kavramdır.Dolayısıyla böyle görünmüş olmak güzel.
"Önemliler"hayatın bir kariyer;"değerliler "ise bir misyon olduğuna inanırlar diye düşünmekteyim.
Bu anlamda benim de size bir teşekkürüm var.
Bir de "rumuzunuzla" ilgili diyeceğim.70'li yıllarda İstanbul'da öğrenciyken,adı Zinifer olan bir kız arkadaşımız vardı.Gürcüce olan bu ad,"Dağ çiçeği" anlamına geliyormuş.
Bak beni yine geçmişe götürdünüz ama şikayetim yok bundan.
Zaman zaman "geçmişe yolculuklar" zaten yapılmalı da.
Bir yazı ya da kitabın başı ve sonu önemlidir;oraları güzel yaz,içini de ne ile doldurursan doldur diye bir söz vardır.
Ben de "başlıktaki" sözü bulmak için merakla sonuna kadar okudum.Daha doğrusu okuttunuz...
Başı ve sonunun güzelliği yeter.
Kutlarım.
Sakın içi boş anlaşılmasın ama!
Öyle bile olsa,sorun yok..."İçi boş" bir tatlı adı değil mi ki?
sabri ayçiçek tarafından 8/15/2008 4:02:57 PM zamanında düzenlenmiştir.