- 435 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Davasının Yolunda Mehmet Akif
(‘Bir Dava Adamı: Mehmet Akif’ Konulu Kompozisyon Yarışması Sakarya Birincisi)
Dünya üzerinde binlerce, belki milyonlarca insan inandıkları dava için uğraş vermiş, gerek kaleminden, gerek kanından, gerek canından bir şeyler katıp, inandığı davayı yüceltmeye çalışmıştır. Bunu başaran insanlar, ülküleri için tükenmez bir arzuyla çalışıp çabalayan insanlardır ki işte onlardan biridir Mehmet Akif ve onu bizim için daha önemli yapan, inandığı davanın, inandığımız dava olmasıdır. Mehmet Akif’in davasının, hak dava olmasıdır…
Mehmet Akif Ersoy, duygularını kaleminin mürekkebi yapmış, bu mürekkep ile bir milletin kurtuluş mücadelesini, en güzel dizeleri ile taçlandırmıştır. Milletimize armağan ettiği İstiklal Marşı, basit dizelerden oluşan, sıradan bir şiir değildi. Bunu bizim için bu denli önemli kılan, vatan sevgisinin, bayrak aşkının iman ile yoğurularak kâğıda dökülmesidir ki bu, bizim milletimizin karakteristik yapısını yansıtmaktadır. İşte böyle bir dava adamıdır Mehmet Akif, her satırı bize, bayrağa dokunmaktadır. Mehmet Akif, İstiklal Marşı için “O şiir bir daha yazılamaz… Onu kimse yazamaz… Onu ben de yazamam… Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.” demiştir. İstiklal Marşı’nı yazması karşılığı verilen ödülü bir kuruma bağışlaması da, onun nasıl bir karaktere sahip olduğunun göstergesidir.
Davasına sadece şair olarak değil, milli mücadelenin merkezinde çalışarak da destek vermiştir. Kimisi kaleminden, kimisi kanından, kimisini canından bir şeyler katardı demiştik; fakat Mehmet Akif, hepsinden çok şey katmıştır! Şehit kanlarıyla sulanan topraklarda, kırmızı güller açacağına, memleketin üstündeki kara bulutların dağılacağına, Türk’ün şanlı bayrağının bu memleketin her köşesinde dalgalanacağına, çocukların eline tüfeklerin değil, kalemlerin yakışacağına, camilerden ezan sesinin kesilmeyeceğine inandı. İşte onu dava adamı yapan en keskin özelliği, şüphesiz inancıydı. Onun inancı, öleceğini bile bile geriye tek bir adım atmayan Mehmetçik’in, onun inancı, Seyit Onbaşı’nın, onun inancı, boğazın kenarında, sarı saçlarına rüzgâr değerken “Geldikleri gibi giderler!” diyen Mustafa Kemal’in inancıydı. Düşledi… Güzel günleri düşledi ve kendini adadı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun hasta adam olarak ilan edildiği günlerde, bütün devlet adamlarında ve aydınlarda bir umutsuzluk havası oluşmuştur; ancak Mehmet Akif, bu olumsuzluktan etkilenmemiş ve asıl mesleği baytarlık olmasına rağmen, milletvekilliği gibi ağır ve sorumluluk getiren bir vazifeyi de üstlenmiştir. Bu denli mücadelenin içinde yer alması, onun umutsuzluğa kapılmadığını aksine gelecek için umutlar beslediğinin kanıtıdır.
Mehmet Akif, vatan aşkını, imanı ile yoğuranlardan biriydi; Kur’an mütercimi, vaiz ve hafızdı. Milli mücadele döneminde, camilerde halka hitap etmiş ve mücadelenin ehemmiyetini anlatmaya çalışmıştır. Bunu hiçbir siyasi gerekçeye dayandırmayarak, bir milletin ölüm-kalım meselesi olduğunu ve halkında bunu siyasi bir çaba olarak görmemesi gerektiğini insanlara aktarmıştır. İbadetlerine sevgiyle bağlı olan bir ailede yetişmiş olan Mehmet Akif, doğup büyüdüğü Fatih’te, toplumun bütün değerlerini kavramıştı, böylece “hasta” olanların tedavisini de iyi biliyordu ve bu tedaviyi halka uygulamaya çalışıyordu.
Mehmet Akif, ülkenin ve İslam âleminin içinde bulunduğu durumu daima kendi içine dert edinmiş ve bu durumu şiirlerine de yansıtmıştır.
“Baksana kim boynu bükük ağlayan?
Hakkı hayatındır senin ey Müslüman,
Kurtar artık o biçareyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan.”
“İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz?
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işte gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklit etme;
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.”
İşte böyle bir karakter; bir yandan iman aşkıyla, bir yandan vatanı, milleti için yanıp tutuşan bir Akif… Bu iki aşk bir araya gelince, Mehmet Akif’in inancı sarsılmamış, ülküsü sapmamıştır. Hak yolda yürümüş, çalışmış, çabalamıştır ve bir milletin gönlünde, tarihinde yer etmiştir. Biz, Mehmet Akif Ersoy’u anmalı, anılarını ve eserlerini yaşatmalı ve bunu nesilden nesile aktarmalıyız; çünkü yarın Anadolu’da doğan çocuklar, bu hak dava uğrunda kimlerin, nasıl mücadele ettiğini bilmezlerse, vatanı müdafaa mecburiyetine düştüklerinde, mücadelesinde yetersiz kalırlar. Akif, bizi hâlâ mücadeleye davet etmektedir: ahlaksızlığa, edepsizliğe karşı… “Medeniyet dediğin açmaksa bedeni, desene hayvanlar bizden daha medeni!” derken bizi ahlaksızlığa karşı “Edebin bittiği yerde edebiyat da biter.” derken bizi edepsizliğe karşı savaşmaya ve bu kavramları Anadolu topraklarından söküp atmaya çağırmaktadır. Peki, biz bu temiz yüreğin çağrısını cevapsız mı bırakacağız?
Mehmet Akif’in davasına biz de ortak olalım. Yeni Mehmet Akifler yetişsin, vatana, bayrağa hitap eden yeni şiirler yazılsın ve biz onu yaşatalım! Biz onu ve davasını yaşattıkça, vatanımız ve bayrağımız da yaşasın. Vatanımız ve bayrağımız yaşadıkça, biz de yaşarız. Biz yaşadıkça, vatana ve bayrağa hitap eden yeni dizeler yazarız! Biz yazdıkça, çatmaz o nazlı hilal kaşlarını, değmez mabedimizin göğsüne namahrem eli ve yükselerek arşa değer başımız!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.