- 1132 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
AVDAN ÇAKMAK BALI, ARILAR VE ÇİÇEKLER
İlkokula başladığım yıllardı, Antalya- Korkuteli - Avdan köyünde idik. Orada yediğim balın tadını ömrüm boyunca başka hiç bir baldan alamadım. Çünkü arılar bu balı Beydağlar’ının yaylalarında yetişen nadide kırçiçeklerinden toplarlar ve ÇAKMAK BALI olarak nam salmıştır.
O zamanlar bal sadece karakovanda üretilir idi bu köyde. Babam Köy Enstitülü bir öğretmen olarak köylüleri ilk kez fenni kovan adı verilen kovan türü ile tanıştırmıştı.
Yine köyde berber olmadığı için, babamın bir ustura, traş makası, usturayı bileylemek için kullanılan üstünde kalınca bir meşin bulunan bir ustura bileyleme köselesi gereç aldığını da bilirim. Böylece okula yakın bir kahvehanede herkesi traş etmeye de başlamıştı.
Köylüler Avdan yayla olmasına rağmen (1300 m.) yaz aylarında yine
İmecik köyünün üst tarafında, Beydağı’nın eteklerindeki daha yüksek Avdan yaylasına giderlerdi. Sonbahara doğru yayla dönüşü, köyün hemen güneyinde bulunan dağın eteklerine, çan ve çıngırak sesleri arasında koyunlar kuzular keçiler oğlaklar, bir gümbürtü çökerdi ki, deme gitsin. Melil melil meleşen mi dersiniz, anasını bulur bulmaz emişen mi dersiniz, at, eşek deve sırtında yükünü sarıp çekenler mi dersiniz görülmeye değer bir şenlik basardı.
Bulunduğumuz ev köyün en aşağısındaki evdi ve yukarıya geçen hiçbir aile bize bal vermeden geçip gitmezdi. Böylece bizim evde sitil adını verdiğimiz bakır kalaylı kaplar içinde ballar dolup taşardı.
Sabahları üstüne anneciğim tereyağı eritip döker kahvaltıda mis gibi tarhana çorbasından sonra, mis gibi yayla çiçeği kokan Çakmak Balı da yerdik. Süt, yoğurt, bal, kaymak ağız, eksik olmazdı evimizden.
Köy halkı geleneksel olarak zaten çok konukseverdi. Köye bir misafir gelse ’KÖY ODASI’nda konuk edilir, yiyecekleri yemekler, sırayla köylüler tarafından karşılanır, gelen konuk aç kalmazdı asla.
Bu köyde çocukluğumun 6-7-8 yaşlarını yaşadım. Sonra Döşemealtı Killik köyüne atandı babam. Çünkü ağabeyim Salih Turhan Aktaş ilkokulu bitirecekti ve artık şehire doğru yaklaşmamız gerekliydi ağabeyimin ortaokul okuyabilmesi için.
Bellleğimi yokladığım zaman o zamanlarki Avdan’da tek bakkal dükkanı vardı. Elimize para geçse bisküvit ve lokum alır, lokumu bisküvitin arasına kıstırıp yerdik. Buna ’ KISTIRMA’ derdik. O zamanlar 100 para yani ortası delik, sarı İkibuçuk kuruşlar iyi para idi biz çocuklar için, doğruca bakkalın yolunu tutardık,pamuk helva, naneli şeker diğer sevdiğimiz ağız tatlarımız arasındaydı. Bizleri sevindirmek isteyen köylü amcalarımız ceplerinden ara sıra çaıkarır bize ortası delik sarı parayı harçlık veriler, ve sevinirdik.
Özellikle de bayramlarda tüm çocuklar topluca el öpmeye giderdik, bazı çocukların ellerinde şeker toplamak için kesesi olurdu. Ben cebime koyardım.
En çok hoşça vakit geçirdiğimiz oyunlar arasında topaç çevirmek,( Şebek) Birdirbir, Uzuneşek, Çelikçomak, Seksek, Beştaş, Dokuztaş oyunları vardı.
Bayram günlerinde okulda ilginç yarışmalar düzenlenirdi.
Bunların arasında yürürken iğnenin yurdusundan iplik geçirmek, ağzının içine sapını sıkıştırdığı bir kaşığın üstünde bir tavuk yumurtasını belli bir mesafeye kadar en önce götürmek, çuvala girerek yürümek gelirdi.
Şebek adını verdiğimiz topaçlarımızı kendimiz yapardık. Bunun bir kırbacı olur, şebeğin dibinden üstüne doğru helezonik biçimde dolandırılır, ilk döndürme hareketi yerde çevik bir el hareketiyle marifetlice şebeğe verilir ve şebek yerde fırıl fırıl dönerken peşpeşe kırbaçları şebeğin sırtına sırtına şaklatırdık. Bu şaklatmadan dolayı arasıra, kendir ipinden yapılmış kırbaçlarımız uçlarından tiftir ve kırbaçla birlikte havada savrulurdu. Bu nedenle kırbacın ipinin boyu giderek kısalır ve yenilerdik.
Şebek çevirmek için en uygun alanlar toprak damların üstüydü. Bir de evimizin hemen aşağı tarafında küçük bir gölcük oluşurdu, gölcük kışın eksi 15-20 derece soğuktan dolayı kalın bir buz tabakası ile örtülürdü. Arkadaşlarla bu buz gölünün üstünde bir araya gelince coşkulu anlar yaşardık. Buz üstünde şebek döndürürdük.
Oynadığımız o oyunların matematiksel zekayı, muhakeme gücünü geliştiren ve insanı çevik olmaya alıştıran yanları vardı.
Yayla evlerinin bazıları iki katlı olur, üstü toprak damdır. Üst kattaki odalar insanlar için, alt kattakiler de daha çok hayvanlar için barınak oluştururlar. Ahır olarak kullanılan odaların dışa açılan penceresinden, her sabah hayvanların pisliği, dışkısı yerden kürünerek temizlenir ve bu pencereden dışarı atılır. Hayvan gübresi çürüyünce makbuldür ve ’ SAMRA’ diye bilinir. Çocukluğumuzda evlerin damında topaç çevirirken, yine bu damların üstünden çürümüş samra yığınlarının üstüne yüksekten hoplayarak atlamak en çok sevdiğimiz oyunlarımızdandı. Döner dolaşır dama çıkar tekrar tekrar atlardık.
Tavuklar horozlar çok severler bu yığınları ve eşinir deşinir dururlar. Özellikle kar yağınca kar altındaki samraların arasında serçeler yiyecek bir şeyler arayıp bulurlar.
Haftada bir bazen iki- üç haftada, bazen ayda bir sırtlarında taşıdıkları yassı ve tel örgüden kapağı olan ahşap bir sandıkta yazmalar için incik boncuk, don lastiği, iğne düğme, çakı çakmak, makara yumak, ayna tarak satan ÇERÇİ denilen seyyar satıcılar gelir, köyü dolaşır bazen de köy odasında konuk olarak gecelerlerdi. Kış aylarına yollar karla kapalı olduğu için çerçiler sık uğramazlardı. Çerçiler çevredeki İmecik, Ovacık, Sımandır, Beğiş gibi tüm köyleri birinden diğerine dolaşırlar ve bu işten para kazanırlardı.
Evimizde Grundig marka bir ahşap radyomuz vardı, bu babam için ’Dünyaya açılan pencere’ demekti. 27 Mayıs 1960 ihtilali olduğu gün sabah radyodan Alparslan Türkeş’in sesi ile uyandık, babam’ İhtilal olmuş’ demişti. Annem de zevkle radyo dinler, gün boyu canı sıkıldıkça türkü dinler, söylenirken eşlik ederdi. Radyolarda o zamanlar çok güzel piyesler seslendirilir, masallar anlatılırdı.
Her ay başında babam maaşını almak için, bazan at sırtında bazan yaya olarak Korkuteli ilçesine gider gelirdi. Dönüşünde çantadan gazete ve dergiler çıkardı. Aklımda kalan ’ Bütün Dünya’ (belki ’ Yeni Dünya’ da olabilir) adlı dergiye abone olmuştu, bize okumamızı öğütlerdi babam.
Annem okuma yazma bilmezdi, ancak okuyup öğrenmeye çok meraklı idi, babam bir öğretmen olmasına rağmen, annem 1980 li yıllara kadar da okumayı yazmayı öğrenememişti. Ancak mecmuaları dergileri karıştırır, ilgisini çeken fotoğraflara tek tek bakar ’Şurada ne yazıyor okuyuver bana bir!’ derdi.
Yine köy enstitülü yazar Mustafa Şanlı’nın öykülerini anımsıyorum az çok. Korkuteli’de babamın başkaca arkadaşları ve yakın akrabalarımız vardı, Çünkü annem Ayşe AKTAŞ’ın aslı Korkuteli’nin Yelten köyündendi ve amcamız Koca Mustafa, Korkuteli’nde yaşardı.Avdan köyünden çıkacağımız eğitim sömestresi sonunda yaz başı Korkuteli’ye taşınmış ve orada Yaz tatilini geçirip, Sonbaharda okullar açılacakken, Döşemealtı Killik köyüne göçmüştük.
Köyün güney yamacındaki tepenin üstünde iki ardıç ağacı vardı ve bu gidişimde baktım, halen yerindeler, bu köyden arkadaşım İbrahim Demir’e ’ O ağaçlar benim çocukluğumda da vardı!’ dediğimde - Herkes o ağaçları ’ ULU AĞAÇ’ olarak bilir, kim dalını ya da ağacı keser ise uğursuzluk geleceğine inanılır , o yüzden kimse bu ağaçlara dokunmaz!- dedi. Bu ağaçların yanına tekrar çıkmayı ve anılarıma ağaçların gövdesinde dokunmayı çok istedim, fakat ’12. AVDAN HELVA ŞÖLENİ’ şenlikleri nedeniyle ve beraberimdeki babam da sağlık açısından rahatsız olduğu için bu kez vakit bulamadım.
Daha ki gidişimde bu tepedeki antik dönemden kalan taşlara ve yapılara da rehber gözü ile bir göz atacağım.
Yine aklımdan çıkmayan anılarım arasında sol elimin üstünde çıkan bir ’Siğil’ var. Herkes bu tür siğillerin kaplumbağaları eline almaktan olduğuna inanırdı. Siğil öyle bir mantar türüdür ki kök saldığı yerden kolay kolay sökülüp alınamaz, ince ince saçaklanır, ne kadar ısırsan, kesip atmaya çalışsan atamazsın, yakmak bir tedavi yöntemidir. Köyden bir amca, bana;
- Bak bu nasıl geçer biliyor musun, ovaya tek başına gideceksin, yakın değil çok uzak, gidebildiğin kadar git, bir köstebek yuvası bulacaksın, onun üstüne kaka yap, sonra da kalk, ardına bakmadan eve kadar geleceksin, fakat dönüp geri bakarsan’ UFRASA’ bozulur, sakın ardına bakma!’ dedi.
O an gülüp geçsem de daha sonra bir boşlukta bu amcanın dediğini yaptım ve arkama bakmadan köye geldim, tabiki aklımdan neler neler geçti eve gelene kadar, sırtım( yargınım) heyecandan kızgınlaşıyordu kendiliğinden, acaba arkamdan bir gelen mi var diye?!
Ve o siğil daha sonra iyleşti geçip geçip gitti kendiliğinden?!
...
SÜREK AVI: O yılarda av hayvanlarının nesli henüz daha tükenmemişti. Babam özellikle uçara çok iyi atan usta bir avcı idi. Keklik, tavşan, güvercin, bıldırcın, sığırcık kuşları, yörede en çok bulunan av hayvanları idi. Bir de eti yenmeyenleri sayarsak, Kurt , çakal, tilki, kartal, şahin, akbabaları da saymak gerekir.
Arasıra köyün tüm avcıları toplanır ’SÜREK AVI’ na gidilirdi.. Babam bir defasında beni de sürek avına götürdü. Gece sabaha doğru iftar vakti gibi uyandık, yayla yolundan çok uzunca dağlardan bir süre yürüdük, şafak sökerken avcıların çepeçevre kuşattığı dağlardan bir takırtı çöktü ki, patlayan silahlardan canını kurtaran kuşlar, tavşanlar tilkiler aşağıya ovaya doğru kaçıyordu. Babam benim de elime bir sopa vermişti. Neden diye sorunca ’Al sen lazım olacak!’ demişti. Dediği gibi de oldu uçmaktan kaçmaktan yorgun düşen bir keklik zorla adım atabilecek hale düşmüştü. Babam bana tam o zaman bana ’ Haydi Şaban, ayaklarına fırlat sopayı!’ dedi ve denileni yaptım, ilk atışta tam tutturamadım, sopayı yeniden kaptım ve iyice yorulmuş uçamayan kekliğin peşinden koştum sopayı yeniden fırlattım ve ayaklarından vurdum kekliği ve daha fazla kaçamadı, koşup yakaladım kekliği. Alıp elimden kestiler ve av bitimi köye girerken, o kekliği, kostak kostak elimde sallaya sallaya eve getirdim.
Şimdi ne zaman Alanya istikametinde AVSALLAR tabelasını görsem, ben bir yandan çocukluğuma Avdan yaylasına ava giderim, elimde vurduğum avı ( keklik) sallarım sanki hâlâ...
..
Babamın ’Pars’ adını verdiği çok iyi av köpeği vardı. Bir gün köpek kayboldu?! Babama haber verdik, ’Köpek kayıp!’ diye.. düşündük taşındık ne olabilir diye, köyden birisini ç/alması olasılığı yoktu. Romanlar, o zamanlar da köy köy dolaşır, kap kacak kalaylayıp para kazanırlardı. Onların avcı finomuz Pars’ı çalmış olabilecekleri olasılığı üstüne yoğunlaştık.
Babam hemen yedeksubaylığından kalma asteğmen kıyafetlerini giyinip kuşandı, ata bindi, av tüfeğini de omuzuna kuşanarak Romanların gittiği yöne doğru yola koyuldu. Romanlar Beğiş köyünü çıkmışlar, ,Elmalı istikametinde Sımandır yaylasına ulaşmışlar. Akşam olunca konaklamak üzere yüklerini indirmişler yatağı yorganı sermişler yere.. Babam da peşlerinden oraya ulaşıp, yanlarına gidip,
- Selamünaleyküm! deyip tanışmış. Hoş beş, üç beş kelamdan sonra babam;
- Benim bir av köpeğim vardı, kayboldu, geçtiğiniz yollarda önünüze filan çıktı mı? diye sormuş,
- Yok görmedik komutanım! demişler, çünkü köpeğimiz saklamışlar.
Fakat babam inandırıcı bulmayıp da aniden ’Pars!’ diye bağırınca babamın sesini tanıyan köpek, kendisini sardıkları yatak- yorganların altından fırlayıp gelmiş! Bunun üstüne yalvarmaya başlamış Romanlar
-Affet komutanım, biz yaptık sen yapma pişman olduk!’ deyip başlamışlar bin dereden su getirmeye.
Babam Romanlara biraz gözdağı verip , av köpeğimizi bulmanın gönül rahatlılığı ve Romanlara öfkesiyle gece eve geri geldi pars ile birlikte ve köpeği nasıl bulduğunun öyküsünü anlattı bize...
Avdan köyüne tekrar gidişim 54 yıl sonra oldu ve birkaç çocukluk arkadaşıma rastladım. Anılarım tazelendi, önceki gün duygu dolu anlar yaşadım.
Aşağıda nazarlık, üzerlik gibi adlar ile bildiğim bir otun çiçekleri üstünde rastladığım bir balarısının da görüntülerini ekliyorum
ve diyorum ki bütün Avdanlılar kırçiçekleri kadar güzel insanlardır, çalışkanlıklarını, bal arılarından, tatlı dillerini de yedikleri balın tadından alırlar.
Hoşça kal çocukluğum Avdan, görüşmek üzere, selam olsun Aydınlık ve ışık ülkesi Likya’nın dağlarına, ovalarına toprak damlı evlerine...
Şaban AKTAŞ
07.06.2016
Fotoğraf: Şaban AKTAŞ
YORUMLAR
Babamın ''Pars'' adını verdiği çok iyi av köpeği vardı. Bir gün köpek kayboldu?! Babama haber verdik, ''Köpek kayıp!'' diye.. düşündük taşındık ne olabilir diye, köyden birisini ç/alması olasılığı yoktu. Romanlar, o zamanlar da köy köy dolaşır, kap kacak kalaylayıp para kazanırlardı. Onların avcı finomuz Pars'ı çalmış olabilecekleri olasılığı üstüne yoğunlaştık.
Babam hemen yedeksubaylığından kalma asteğmen kıyafetlerini giyinip kuşandı, ata bindi, av tüfeğini de omuzuna kuşanarak Romanların gittiği yöne doğru yola koyuldu. Romanlar Beğiş köyünü çıkmışlar, ,Elmalı istikametinde Sımandır yaylasına ulaşmışlar. Akşam olunca konaklamak üzere yüklerini indirmişler yatağı yorganı sermişler yere.. Babam da peşlerinden oraya ulaşıp, yanlarına gidip, ;
- Selamünaleyküm,!deyip tanışmış. Hoş beş, üç beş kelamdan sonra babam;
- Benim bir av köpeğim vardı, kayboldu, geçtiğiniz yollarda önünüze filan çıktı mı? diye sormuş,
- Yok görmedik komutanım! demişler, çünkü köpeğimiz saklamışlar.
Fakat babam inandırıcı bulmayıp da aniden ''Pars!'' diye bağırınca babamın sesini tanıyan köpek, kendisini sardıkları yatak- yorganların altından fırlayıp gelmiş! Bunun üstüne yalvarmaya başlamış Romanlar
-Affet komutanım, biz yaptık sen yapma pişman olduk!'' deyip başlamışlar bin dereden su getirmeye.
Babam Romanlara biraz gözdağı verip , av köpeğimizi bulmanın gönül rahatlılığı ve Romanlara öfkesiyle gece eve geri geldi pars ile birlikte ve köpeği nasıl bulduğunun öyküsünü anlattı bize..
O yılarda av hayvanlarının nesli henüz daha tükenmemişti. Babam özellikle uçara çok iyi atan usta bir avcı idi. Keklik, tavşan, güvercin, bıldırcın, sığırcık kuşları, yörede en çok bulunan av hayvanları idi. Bir de eti yenmeyenleri sayarsak, Kurt , çakal, tilki, kartal, şahin, akbabaları da saymak gerekir.
Arasıra köyün tüm avcıları toplanır ''SÜREK AVI'' na gidilirdi.. Babam bir defasında beni de sürek avına götürdü. Gece sabaha doğru iftar vakti gibi uyandık, yayla yolundan çok uzunca dağlardan bir süre yürüdük, şafak sökerken avcıların çepeçevre kuşattığı dağlardan bir takırtı çöktü ki, patlayan silahlardan canını kurtaran kuşlar, tavşanlar tilkiler aşağıya ovaya doğru kaçıyordu. Babam benim de elime bir sopa vermişti. Neden diye sorunca ''Al sen lazım olacak!'' demişti. Dediği gibi de oldu uçmaktan kaçmaktan yorgun düşen bir keklik zorla adım atabilecek hale düşmüştü. Babam bana tam o zaman bana '' Haydi Şaban, ayaklarına fırlat sopayı!'' dedi ve denileni yaptım, ilk atışta tam tutturamadım, sopayı yeniden kaptım ve iyice yorulmuş uçamayan kekliğin peşinden koştum sopayı yeniden fırlattım ve ayaklarından vurdum kekliği ve daha fazla kaçamadı, koşup yakaladım kekliği. Alıp elimden kestiler ve av bitimi köye girerken, o kekliği, kostak kostak kostak elimde eve getirdim.
Şimdi ne zaman Alanya istikametinde AVSALLAR tabelasını görsem, ben bir yandan çocukluğuma Avdan yaylasına ava giderim, elimde vurduğum avı ( keklik) sallarım.
Şaban Aktaş tarafından 6/8/2016 3:44:16 PM zamanında düzenlenmiştir.
Değerli Şaban hocam. Anı yazınızı okumaya başladığımda kıymetli annenizin sizlere hazırladığı o tarhana çorbası evinizden hiç eksik olmayan tereyağı, bal, süt, yoğurt kaymak ile ilgili satırı okuyunca önce klavyenin üzerine öylece bi’ çöküp kaldım. Sonra da tuşların üzerindeki harfler birbirinin içine geçmeye başladı ne oluyor yav gözlerim mi bozuldu tansiyonum mu düştü diye düşünürken bir an niyetli olduğumu hatırladım. Umarım yazı hep böyle devam etmez derken konu çocukluk oyunlarına geldi itiraf edeyim siz çocukluğunuzda çok düsturlu oyunlar oynuyormuşsunuz tamam bizde topaç çevirir saklambaç falan oynardık ama daha çok, aşağı ki mahalle, yukarıki mahalle arasında sapanla, ham incir savaşlarımız olurdu insanın bir yerine geldiğinde o olmamış incirler, lastik top gibi ciddi şekilde canımızı acıtırdı. Bizlerin çocukluğundaki oyunlarda bir tuhaflık varmış sizin çocukluk oyunlarınızı aktardığınız satırları okuyunca daha iyi anladım....:)
Çok beğendim müthiş keyif alarak okudum inanın muhteşem anlatımınızla kendimi köyün misafir odasında uyumuş yaylalarında gezinir buldum.
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı ve sevgilerimle.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Şaban Aktaş (Homerotik)
Annem okuma yazma bilmezdi, ancak okuyup öğrenmeye çok meraklı idi. Babam bir öğretmen olmasına rağmen 1980 li yıllara kadar da okumayı yazmayı öğrenememişti. Ancak mecmuaları dergileri karıştırır, ilgisini çeken fotoğraflara tek tek bakar ''Şurada ne yazıyor okuyuver bana bir!'' derdi.
Yine aklımdan çıkmayan anılarım arasında sol elimin üstünde çıkan bir ''Siğil'' var. Herkes bu tür siğillerin kaplumbağaları eline almaktan olduğuna inanırdı. Siğil öyle bir mantar türüdür ki kök saldığı yerden kolay kolay sökülüp alınamaz, ince ince saçaklanır, ne kadar ısırsan, kesip atmaya çalışsan atamazsın, yakmak bir tedavi yöntemidir. Köyden bir amca, bana;
- Bak bu nasıl geçer biliyor musun, ovaya tek başına gideceksin, yakın değil çok uzak, gidebildiğin kadar git, bir köstebek yuvası bulacaksın, onun üstüne kaka yap, sonra da kalk, ardına bakmadan eve kadar geleceksin, fakat dönüp geri bakarsan'' UFRASA'' bozulur, sakın ardına bakma!'' dedi.
O an gülüp geçsem de daha sonra bir boşlukta bu amcanın dediğini yaptım ve arkama bakmadan köye geldim, tabiki aklımdan neler neler geçti eve gelene kadar, sırtım( yargımım) heyecandan kızgınlaşıyordu kendiliğinden, acaba arkamdan bir gelen mi var diye?!
Ve o siğil daha sonra iyleşti geçip geçip gitti kendiliğinden?!
Yayla evlerinin bazıları iki katlı olur, üstü toprak damdır. Üst kattaki odalar insanlar için, alt kattakiler de daha çok hayvanlar için barınak oluştururlar. Ahır olarak kullanılan odaların dışa açılan penceresinden, her sabah hayvanların pisliği, dışkısı yerden kürünerek temizlenir ve bu pencereden dışarı atılır. Hayvan gübresi çürüyünce makbuldür ve '' SAMRA'' diye bilinir. Çocukluğumuzda evlerin damında topaç çevirirken, yine bu damların üstünden çürümüş samra yığınlarının üstüne yüksekten hoplayarak atlamak en çok sevdiğimiz oyunlarımızdandı. Döner dolaşır dama çıkar tekrar tekrar atlardık.
Tavuklar horozlar çok severler bu yığınları ve eşinir deşinir dururlar. Özellikle kar yağınca kar altındaki samraların arasında serçeler yiyecek bir şeyler arayıp bulurlar.
Köyün güney yamacındaki tepenin üstünde iki ardıç ağacı vardı ve bu ağaçlar bu gidişimde baktım, halen yerindeler, bu köyden arkadaşım İbrahim Demir'e '' O ağaçlar benim çocukluğumda da vardı dediğimde; Bu ağaçlar ulu ağaç olarak bilinir kim keserse uğursuzluk geleceğine inanılır , o yüzden kimse bu ağaçlara dokunmaz!'' dedi. Bu ağaçların yanına tekrar çıkmayı ve anılarıma ağaçların gövdesinde dokunmayı çok istedim, fakat ''12. AVDAN HELVA ŞÖLENİ'' ŞENLİKLERİ nedeniyle ve beraberimdeki babam da sağlık rahatsız olduğu için bu kez vakit bulamadım. Dahaki gidişimde bu tepedeki antik dönemden kalan taşlara da bir rehber gözü ile bir gözatacağım.
Şaban Aktaş tarafından 6/8/2016 12:22:13 PM zamanında düzenlenmiştir.
Şaban Aktaş tarafından 6/8/2016 12:22:45 PM zamanında düzenlenmiştir.
Şaban Aktaş tarafından 6/9/2016 12:08:43 AM zamanında düzenlenmiştir.
Evimizde Grundig marka bir ahşap radyomuz vardı, bu babam için ''Dünyaya açılan pencere'' demekti. 27 Mayıs 1960 ihtilali olduğu gün sabah radyodan Alparslan Türkeş'in sesi ile uyandık, babam'' İhtilal olmuş'' demişti. Annem de zevkle radyo dinler, gün boyu canı sıkıldıkça türkü dinler, söylenirken eşlik ederdi. Radyolarda o zamanlar çok güzel piyesler seslendirilir, masallar anlatılırdı.
Her ay başında babam maaşını almak için, bazan at sırtında bazan yaya olarak Korkuteli ilçesine gider gelirdi. Dönüşünde çantadan gazete ve dergiler çıkardı. Aklımda kalan '' Bütün Dünya'' (belki '' Yeni Dünya'' da olabilir) adlı dergiye abone olmuştu, bize okumamızı öğütlerdi babam.
Yine köy enstitülü yazar Mustafa Şanlı'nın öykülerini anımsıyorum az çok. Korkuteli'de babamın başkaca arkadaşları ve yakın akrabalarmız vardı, Çünkü annem Ayşe AKTAŞ'ın aslı Korkutli'nin Yelten köyündendi ve amcamız Koca Mustafa, korkuteli'nde yaşardı.Avdan küyünden çıkacağımız eğitim sömestresi sonunda yaz başı Korkuteliye taşınmış ve orada Yaz tatilini geçirip, Sonbaharda okullar açılacakken, Döşemealtı Killik köyüne göçmüştük.
Şebek çevirmek için en uygun alanlar toprak damların üstüydü. Bir de evimizin hemen aşağı tarafında küçük bir gölcük oluşurdu, kışın eksi 15-20 derece soğuktan dolayı kalın bir buz tutardı.Arkadaşlarla bu gölün üstünde bir araya gelince coşkulu anlar yaşardık. Buz üstünde şebek döndürürdük.
Şebek adını verdiğimiz topaçlarımızı kendimiz yapardık. Bunun bir kırbacı olur, şebeğin dibinden üstüne doğru helezonik biçimde dolandırılır, ilk döndürme hareketi yerde çevik bir el hareketiyle marifetlice şebeğe verilir ve şebek yerde fırıl fırıl dönerken peşpeşe kırbaçları şebeğin sırtına sırtına şaklatırdık. Bu şaklamadan dolayı arasıra, kendir ipinden yapılmış kbaırbaçşlarımız uçlarından tiftir ve kırbaçla birlikte havada savrulurdu. Bu nedenle kırbacıın ipinin boyu giderek kısalır ve yenilerdik.
En çok hoşça vakit geçirdiğimiz oyunlar arasında topaç çevirmek,( Şebek) Birdirbir, Uzuneşek, Çelikçomak, Seksek, Beştaş, Dokuztaş oyunları vardı.
Bayram günlerinde okulda ilginç yarışmalar düzenlenirdi.
Bunların arasında yürürken iğnenin yurdusundan iplik geçirmek, ağzının içine sapını sıkıştırdığı bir kaşığın üstünde bir tavuk yumurtasını belli bir mesafeye kadar en önce götürmek, çuvala girerek yürümek gelirdi.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Bellleğimi yokladığım zaman o zamanlarki Avdan'da tek bakkal dükkanı vardı. Elimize para geçse bisküvit ve lokum alır, lokumu bisküvitin arasına kıstır yerdik. Buna '' KISTIRMA'' derdik. O zamanlar 100 para yani ortası delik, sarı İkibuçuk kuruşlar iyi para idi biz çocuklar için, doğruca bakkalın yolunu tutardık,pamuk helva, naneli şeker diğer sevdiğimiz ağız tatlarımız arasındaydı. Bizleri sevindirmek isteyen köylü amcalarımız ceplerinden ara sıra çaıkarır bize ortası delik sarı parayı harçlık veriler, ve sevinirdik.
Özellikle de bayramlarda tüm çocuklar topluca el öpmeye giderdik, bazı çocukların ellerinde şeker toplamak için kesesi olurdu. Ben cebime koyardım.
Haftada bir bazen iki- üç haftada, bazen ayda bir sırtlarında taşıdıkları yassı ve tel örgüden kapağı olan ahşap bir sandıkta yazmalar için incik boncuk, don lastiği, düğme, çakı çakmak, ayna taraksatan ÇERÇİ denilen seyyar satıcılar gelir, köyü dolaşır bazen de köy odasında konuk olarak gecelerlerdi. Kıdş aylarına yollar karla kapalı olduğu için çerçiler sık uğramazlardı. Çerçiler çevredeki tüm İmecik, Ovacık, Sımandır, Beğiş gibi tüm köyleri birinden diğerine dolaşırlar ve bu işten para kazanırlardı.