- 1926 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
Kongo
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kongo... Bugünün artık kabul görmez deyişiyle Kara Afrika’nın kalbi. Yüzyıllarca Amazon Ormanlarından habersiz kitlelerin gözünde “Balta girmemiş ormanların” bulunduğu yer. Ama bence en çarpıcı olanı Belçika kralı II. Leopold’un özel arazisi olması. Diğer Batı Avrupalılar Afrika’yı bölüşüp sömürge yaparken, Kral Leopold Kongo’yu kendi ülkesi Belçika adına değil, bizzat şahsına kapatmış. Bizim gibi Osmanlı geleneğinden gelenlerin “Eee ne var bunda?” diyeceği ama temsili monarşilerde kabul edilmeyecek bir durum bu.
İşte orada, çatıların arasından bile gözüken, Kongo’nun sahibi II. Leopold’un yaptırdığı kraliyet sarayı! Temmuz güneşinin altında o kasvetli havasını biraz olsun kaybetmiş gibi. Ama öteden beri bir imparatorluğa yataklık etmişcesine mağrur. Halbuki Belçika her zaman "arabanın frenine geç bastığınızda kendinizi başka bir ülkede bulduğunuz" büyüklükteydi. O zaman sarayın burnundan kıl aldırmaması niye?
Onun az ilerisindeki Güzel Sanatlar müzesi de sarayın çatık yüzünü paylaşıyor. Ben onun çok daha neşeli olmasını beklerdim. Kendini büyük gören küçük bir ülkenin kralını değil, herkesin hayatına estetik değer katan ve bir felaket olmazsa sonsuza değin varolacak eserleri barındırmakta. Bir bina için bundan daha büyük mutluluk olur mu?
Kasvet bulaşıcı Brüksel’de. Saray ve Güzel Sanatlar Müzesi ikilisiyle bir üçgen oluşturan Müzik Aletleri Müzesi de çatık kaşlılar kervanının bir parçası. Sanki sahip olduğu enstrümanların hiç biri asla çalınmamış, insanların onların sesine dansetmemiş, gözlerini kapayıp hayal kurmalarına sebep olmamış gibi bürokratik bir özveriyle müzelik görevini yerine getiriyor.
Merkez Garı ise şekilsizliğinden hiç bir pişmanlık hissetmiyor. “Çelik, beton ve duman üzerine kuruldum. Ne bekliyordunuz ki?” der gibi. Tam karşımdaki apartmanın çatısı araya girdiğinden garın tamamını göremiyorum. Çirkinliğinden dolayı peçe takmasına memnun olduğum bir kadına benzetiyorum. Göz zevkim yüzünden başkalarının sıkıntıya ve sınırlanmaya katlanmaları doğrudan faşizan bir yaklaşım ama gar beni buna mecbur etti. Onu şehri terkedeceğim güne kadar bir daha görmeyeceğim. Özlemeyeceğimi biliyorum.
Neyse ki bu şehrin bir Büyük Meydanı’ı var. Çatılar ormanı arasında meydanı tam olarak seçemiyorum ama hikayeleri her turiste anlatılan meşhur heykelleri gözden kaçacak gibi değil. Bir anlamda bu şehrin Sultanahmet Meydanı. O kadar klişe bir mekan ki bırakın Brüksellileri, denk geldiğim turistler bile o meydanda oturup bira içtim diye bana dudak büktüler: Yaşayan Brüksel’i ıskalayıp, turistik yerlere gidiyormuşum diye. İnkar edecek değilim: Turistim ve bundan utanmıyorum.
Brüksel’de bildiğim birkaç güzel çatıkatı var ama şehri çatılardan seyrediyor olmama rağmen ben onlardan birinde değilim. Bir otelde, daha doğrusu gençlerin kaldığı bir bir hosteldeyim. Yer darlığından olsa gerek tuvaletleri çatı katına yapmışlar. Çatının dik eğimi klozetin konumu için fazla seçenek bırakmamış. Hatta klozetin tam üstüne denk gelen yerde çatıyı kare şeklinde delip pencere açmasalar buraya oturamayacağım bile. Ama oturuyorum, klozetin üstünde. Başım o delikten çıkmış, açık havada. Boynumun altından uzanan çatı berber koltuğuna oturumuşum da üzerimdeki örtü her yerimi kaplamış hissini veriyor. Brüksel’i seyrediyorum, pantolonum inik. Brüksel’i seyrediyorum, beyaz klozetin üzerinde. Karşıdaki daireden bir yeni yetme de beni seyrediyor, ağzı kulaklarında.
YORUMLAR
Öncelikle günün yazısını ve yazarını can-ı gönülden kutluyorum.
İstanbul'u gözleri kapalı dinlemek sanırım Brüksel'i dinlemekten daha güzel. )
Selam ve sevgilerimle.
İlhan Kemal
çok keyifliydi, giriș ve baglantiya bayildim..
biz yeteneksizlere örnek olsun diye bir ay kalsin burada bir kösede derim.. ))
İlhan Kemal
Yazılarınızın sonunda hep gülümsetiyorsunuz, ilk okuyan için süpriz oluyor da ben hep aynı sonu bekliyor oluyorum okurken.
Yanılmamak, yanıltmamak güzel...
:)
İlhan Kemal
bakar körlükten uzak.. her bir nesneye, şekle anlam vermenizin keyfini yaşadım..sizin gözlerinizle.
İlhan Kemal
Karşıdaki daireden sizi seyreden yeni yetme, şehrin çatılarının yapısını dolayısıyla sunduğu gizli çatıyı bilerek sizin o esnada bir klozetin üzerinden şehri seyrettiğinizin farkında olmalı
Yine küçücük Belçika'nın kralının ve sarayının burnundan kıl aldırmaması, bir bakıma koskoca Grönland'ın küçücük Danimarka'ya bağlı olmasını hatırlatıyor bana. Avrupa ülkelerinin ebatıyla sömürgelerinin ebatı arasındaki orantısızlık yaygın durum, vaktiyle minicik Portekiz'in nasıl Portekizliler sanını aldığı akla gelebilir vesselam
Nihayet hocam
Güne gelen yüreği, emeği, kalemi, kelamı kutlarım
Selam ve saygılarımla...
İlhan Kemal
Tamamen katılıyorum. Canı sıkıldıkça oraya yerleşiyordur. O dönemde oradakileri tüftüf için hedef olarak kullanmıyordu. Buna da şükretmek lazım.
Grönland bir dereceye kadar anlaşılabilir bir vaka. Bugünkü nüfusu 57,733. Pazar günü Hırvatistan maçını oynayacağımız Parc des Princes'in kapasitesi ise 48,712 (Şu anda biletleri tükenmiş durumda). Ama Kongo'nun bugünkü nüfusu 80 milyona varmak üzere. 1949 a kadar Hollanda sömürgesi olan Endonezya'nın nüfusu 256 milyon. Demek ki bunları yapabilince burnundan kıl aldırmama hakkı da doğuyor.
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
İlhan Kemal
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Bu yüzden de tamamen tasvire dayalı bu öykü ortaya çıktı. Umarım çok sıkmamıştır. Saygılarımla.
Anlardan yola cikarak güzel bir seyahat yazısı olmus.Görmüş kadar oldum. Yazılarınızın devamını dilerim.
Sevgilerimle...
İlhan Kemal
aslında görüntü itibariyle, hostel dev bir araç gibi ve kokpitte siz görünüyorsunuz. sonra bir şarkı mırıldanıyorsunuz "I'm so high, I can hear heaven"
büyüyü bozansa tuvalet sırası bekleyen kongo'lu öğrenci "no heaven, no heaven, don't hear me!"
küçük ama manzara tasviriyle güzel bir anı, elinize sağlık, saygılar.
İlhan Kemal
Bu arada biri Kongo'lu öğrenciye başımda durduğu sürece daha çok bekleyeceğini söylemeli: Gevşeme yerinde sıkıntıya gelinmemeli.
Gülümseten yorumunuz için çok teşekkürler. Saygılarımla.
Orhan Veli okusaydı mesela bu yaziyi sonuna kadar, ne düşünürdü.. biliyoruz ki, oldukça espri anlayışi gelişmiş bir şair/ yazardı.. onun için galiba keyfine varirdi yazinin ve o da bu ince espriye gülerek karşilik verirdi.
öyküdeki kişiselleştirmeler hoşuma gitti. bir de güzel betimlemişsiniz, görmüş kadar olduk..
İlhan Kemal
Orhan Veli olsaydı ne derdi bilinmez ama bana Ben balığı rakı şişesine soktum, sen klozeti çatıya çıkardın derdi gibi geliyor.
Halbuki klozeti oraya çıkaran da ben değilim. Bu öykü 92 yılında kendimi içinde bulduğum bir durumun aslına sadık tasvirinden ibaret. Saygılarımla.