Susma sanatı
Susmak sanattı.Eskiden meclislerinde âlimlerin dinlendiği ,feyzlerin alındığı edebin, terbiyenin tavan yaptığı bir neslin evlatlarıydık.Konuşan vardı elbette.Kim diye sorarsanız yüreklerdi,ruhlardı.Herkese sığabileceği kadar kab vermişti Allah.O kaba göreydi şeklimiz.
Yaşadığımız çevre ,insanlar, taşlar, topraklar ,canlı ,cansız bizimdi. Ortaktık herşeye, sevince, kedere ,muhabbete sefaya. Ayrı gayrımız yoktu .Birliği vahdeti bilirdik ,O’nda yoğrulmayı O’ndan ayrı olmadığımızı Ondan uzaklaşırsak yok olacağımızı insana verilen en büyük cezaydı yokluk. Vardık varlığımızın bilincindeydik. Ağaç olabilirdik taş olabilirdik ama şükürler olsun ki insandık varmı böyle ayrıcalık, var mı böyle bir mükafat fakat neyin karşılığı idi sadece onun varlıına birliğine inanıp istikametten ayrılmamaktı yapmamız gereken.Peki bildik mi şerefli bir varlık olarak yaratıldığımız gerçeğinin güzelliğini kıymetini
Ayrılık tohumları ektik aramıza ,konuştuk hiç susmamacasına sadece kendi sedamızın yankılarını duyduk.Ayırdık Ahmet’ı Hasandan F atmay’ı Ayşe den .Nur olan gözümüzle görmedik çevremizde olan biteni.Allah deyince yaratılan melekleri ,onların, senin hayrına ettiği dualar,ı amin ler demek için .Duymadık çünkü tek konuşan sendin dudağını dişinin arkasına saklanmış dilini hep dışarda tutarak kulaklarını hep duymaman gereken seslere açarak o temiz pak ruhunu kir pas içinde bıraktın .
Ey insan!Unutan varlık!Unutma verdiğin sözü ve ona göre yaşa.