- 801 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
'fishy'
‘Oturunuz’ dedi. Pantolonunu kırıştırmamak için kalçasına doğru elini attı ve otururken diğer eliyle pantolonun diz arkasına gelen kısmından sertçe tuttu. ’Sizin suçunuzun olmadığını hepimiz biliyoruz ama yine de sizinle konuşmak için buraya kadar geldiğimizi bilmeniz gerekiyor’ dedi, ellili yaşların sonunda, saçları kırlaşmış, yüz derisinin yer yer kırıştığı adam. Bir asker ciddiliği taşıyan adamın yüzüne bakan Sedat neden bunların başına geldiğini bir türlü anlayamamıştı. ‘Ben’ dedi, ‘ben ne olduğunu bile bilmiyorum.’ Adam eliyle Sedat’ın omzuna dokunuyor gibi elini ileri uzatıp, boşluğu ovduktan sonra ‘senin için de bazı meseleler artık eskisi gibi olmayacak fakat iyi olacaksın’ dedi. Kim olduğunu bilmediği, yüzünü ilk defa gördüğü bir adam ona öğüt veriyordu. Az önce omzunu ovalayan el, bu sefer adamın saçları arasında geziniyordu. Adamın yanında getirdiği klasör tipi kahverengi çanta masanın üzerinde duruyordu. Adam kalkıp, masaya doğru yürüdü. Çantanın fermuarını hızla çekip, çantanın içinden bir defter çıkardı. Sedat adamın hareketlerini ilgiyle takip ediyordu. Sormak istiyordu ama çekiniyordu. Adamı ilk defa görmüştü. Karşısında onu sorgulamak isteyen gözlere sahip bir bedenin ağzından sadece konuşmak için buraya geldiğini belirten bir şeyler duymuştu. Bu onun için yeterli değildi. Aklından çıkaramadığı sorular vardı. Hiçbir şeyi anlamadığı gibi, anlam vermek zorunda da hissetmiyordu. ‘Siz’ dedi adam, ‘kötü birine benzemiyorsunuz ama yine de size sormam gereken bazı sorular var.’ Ciddi bir sesti. En ufak tereddüt yoktu sesinde. Ciddi bir adamın önemli sorular soracağına kendini alıştırmaya başlarken, Sedat nefesini kontrol etmeye çabalıyordu. ‘Bir, iki, üç…’ Frekans bozuluyor, burnunu çekmek isterken, nefesi göğsünde hapsoluyordu.
Çantanın fermuarını adam bu sefer geri yönde çekiyordu. Elindeki defterle beraber oturduğu tekli koltuğa geri döndü. Sedat’a ‘sigara kullanıyor musunuz’ diye sordu. ‘Bazen’ dedi Sedat. ‘İsterseniz içebilirsiniz ama önce sorularımı yanıtlamanız gerekiyor’ dedi adam. Sedat anlam vermek istemediği gibi, bir an önce ne sorulacaksa cevap verip, dışarı çıkmak istiyordu. ‘Öncelikle rahat olmanızı istiyorum, bu bir sorgulama değil’ dedi adam. ‘Peki’ diyebildi Sedat. Adam ne dese, yine de kabul edecek bir kıvama gelmişti. Adam masada duran suyu işarete ederek, ‘suyu dağ yolunda doldurduk, isterseniz içebilirsiniz, temiz sudur, ishal yapmaz’ dedi ama Sedat’ın su içmek için arzusu yoktu. Başını hayır manasında sallayınca, adam ‘peki, biz konuşmamıza devam edelim’ dedi.
‘Buraya ilk defa mı geliyorsunuz’ diye sordu adam. Sedat sormaya ilk başta çekinse de, eğer konuşmaya devam edeceklerse en azından adamın ismini bilmeye hakkı olduğunu düşünerek ‘ilk defa geldim ama adınızı da söylerseniz memnun olurum’ dedi. Ciddi duruşunu pek değiştirmeyen gülüşüyle adam ‘kusura bakmayınız, sanırım sizin kaygılarınızı yok etmeye çalışırken kendimden bahsetme mecburiyeti hissetmedim, adım Cemil, sanırım sorularımıza devam edebiliriz değil mi Sedat Bey’ dedi. ‘Evet’ dedi Sedat, ‘soracağınız ne varsa sorunuz, anlam veremediğim gibi aslında şaşırma hissimi de kaybetme noktasındayım.’ Cemil’in ikinci gülüşü de yüzündeki sertliği yumuşatmamış, tam tersi Sedat’ın hafiften ürkmesine neden olunca, ‘ben sizi sorgulamadığımı tekrar söylemek zorundayım, prosedür yalnızca ve inanın bu cevapları sizden alma mecburiyetinde olduğum için kendimi kötü hissediyorum, lütfen sakin olun ve soruları yanıtlayın siz sadece’ dedi.
Cemil ceketinin iç cebinden çıkardığı kalemiyle ilk sorunun altına bir şeyler yazdıktan sonra ‘evet, buraya ilk gelişiniz, peki niye geldiniz’ diye sordu. Sedat özgürlüğünün mahvına sebep olacak bir soruyla karşı karşıyaydı. İstediği gibi gezebilir, istediği yere gidip, istediği gibi yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu her insanın doğal hakkı olmalıydı ama karşısındaki adam pek de öyle düşünmüyor olmalıydı. ‘Buraya gelme sebebim yok’ dedi Sedat ve devam etti konuşmasına:’ Buraya ilk defa geliyorum, evet ve inanın bir sebebim yok. Sadece aklıma estiği için geldim. Buraya geldiğim için mi beni sorguluyorsunuz?’ Cemil yüzünü asarak ‘hayır, hayır beni yine yanlış anladınız, ben sizi sorgulamadığımı az önce belirttim, bu soruları cevaplamanız sizin için önemli’ dedi. Sedat ‘tamam’ dedi, ‘tamam, evet, sorunuz, devam ediniz.’ Adam tekrar deftere bir şeyler yazdıktan sonra Sedat’ın yüzüne bakmadan defterde yazılı soruyu okudu:’ Buraya gelirken yanınızda neler getirdiniz?’ Sedat’ın iç geçirmesi yüksek sesle olmuştu ve odanın tavanıyla tabanı arasında yankılanmıştı. ‘Müsaade ederseniz bir sigara içebilir miyim’ dedi. Cemil kaşlarını çatmış, Sedat’a bakıyordu. Başını ‘evet’ manasında iki kez aşağı yukarı salladı. Sedat sigara içmek için sigara paketini pantolonun cebinden çıkardı. Paket buruşmuştu. Gözü kül tablasını arıyordu ama etrafta kül tablası yoktu. Cemil defterin son sayfalarına doğru gelip, bir sayfa yırttı. Defter dizinin ucunda dururken, boş sayfayı şapka yapar gibi yuvarlak bir şekilde çevirip, dibindeki uzun, boş kısmı ortasından burkarak Sedat’a uzattı. ‘Evet’ dedi Cemil, ‘soruyu tekrar sorayım mı?’ Sedat bir an için soruyu unutmuş gibiydi. Sigarasını yakmak için bu sefer çakmağı pantolonun diğer cebinden çıkardı. Çakmak dördüncü çakışında sigarayı yakabilmişti. ‘Yanımda sadece sigaram ve çakmağım vardı’ dedi Sedat. Soruya cevap vermesine karşın, bir süre bekletilmek Cemil’in hoşuna gitmemişti. ‘Peki’ dedi Cemil, ‘buraya gelmeden bağlantı kurduğunuz biri oldu mu’ diye sordu. Sigarasından ikinci nefes alırken ‘hayır’ dedi Sedat uyuşmuş bir şekilde, ‘hayır, kimseyle bağlantı kurmadım, dediğim gibi istediğim anda gezebilme özgürlüğüm var benim ve istediğim yere gidebilirim, bunun için sorgulanmak şu an hoşuma gitmiyor.’ Cemil mırıldanır tarzda ‘sadece konuşuyoruz’ dedi. Tekrar deftere bir şeyler yazıp, diğer soruyu sordu:’ Burada sevdiğiniz biri mi var?’ Sedat’ın tedirginliği azalmış, artık daha ciddi ve kararlı bir şekilde konuşmak istiyordu. ‘Hayır, bunu neden anlamıyorsunuz, hayır diyorum, ne bir kimse için buraya geldim, ne de bir amacım var burada bulunmak için. Buraya geldim sadece, çünkü bunu istiyordum uzun zamandır. Ayrıca böyle durumda siz kalsaydınız nasıl düşünürdünüz? Hiç tanımadığım bir insan beni, hiçbir hakkı olmadığı halde sorguluyor, hah pardon, sizin deyiminizle konuşuyor. Nasıl konuşmaksa artık!’
Cemil elindeki defterin arasına kalemini koyup, defteri kapattıktan sonra sağ elinin baş ve işaret parmağıyla burnunun ucunu kaşıdıktan sonra, Sedat’ın yüzüne bakıp ‘benim sizinle alay ettiğimi sanıyorsunuz ama farkında değilsiniz bazı şeylerin. Eğer bana yeterli ve tatmin edici cevaplar vermezseniz, benimle beraber gelen diğer insanlar sizinle farklı bir dille konuşacak. Konuşacakları farklı dile sizin pek de hâkim olduğunuzu düşünmüyorum. Umarım beni yargılamaktan ziyade, bana yardımcı olursunuz da, sorulara cevap verme konusunda daha sakin olursunuz. Bu benim değil, sizin yararınıza’ dedi. Sigarası bitmek üzere olan Sedat, sigarasını nasıl söndüreceği konusunda şaşırmış bir haldeyken, Cemil ‘utanmayın, kâğıdın içine tükürünüz ve sigarayı söndürünüz’ dedi. Başta emri vaki gibi gelen Cemil’in sözleri, bir tür minnet duygusuna evrilmiş, Sedat bunun farkına varmıştı. Sedat sorulardan rahatsız olsa da, bir an önce cevaplayıp, dışarı çıkmak istiyordu. ‘Ayrıca sigara içebilirsiniz istediğiniz zaman, ben kullanmıyorum ama size içip içmeme konusunda bir şey diyemem’ diye ekleyince Cemil, Sedat ‘aslında iyi biri bu adam’ diye düşünüyordu. Cemil defteri kalem koyduğu yerden açıp, ‘evet sorularımıza devam edelim’ dedi. ‘Cami bahçesinde çamaşır asan bayanı tanıyor muydunuz’ diye sordu. Sedat soruların absürtlüğü karşısında canı iyice sıkılsa da, son sorunun bir an önce gelmesi için soruları hızla cevaplamak istiyordu. ‘Ona sadece adres sordum’ dedi. Cemil ‘nerenin adresini sordunuz ve başka bir şey konuştunuz mu’ diye sordu. Başını tavana doğru kaldırdı. ‘Hayır, bir şey konuşmadım başka, sadece mezarlığın adresini sordum’ dedi. Cemil ‘kadın ne yapıyordu’ dedi. ‘Çamaşır asıyordu cami bahçesine asılı direklerin arasındaki iplere’ diye yanıtladı Sedat. Cemil işaret parmağını gösterdi. Bu dur demekti, bir süreliğine aldığı yanıtları deftere kaydetmeliydi. Sedat paketten bir sigara daha çıkarıp yaktı. Kâğıttan küllük hala elindeydi. ‘Peki’ dedi Cemil, ‘o bayan genç miydi?’ ‘Gençti’ dedi hızla Sedat. ‘İstediğiniz adresi verdi mi size’ diye sordu. Sedat ‘veremedi’ dedi. ‘Nereyi sormuştunuz adres olarak’ dedi Cemil, Sedat dudakları arasındaki sigara yüzünden garip çıkan sesiyle ‘mezarlık dedim ya’ dedi. Cemil hızla cevapları deftere yazmaya başlamıştı. ‘Peki, mezarlığa niye gidiyordunuz’ diye Cemil sordu. Sedat başını sağa sola çevirdi; durdu, dudakları arasındaki sigarayı çıkarıp, kâğıttan küllüğe sigaranın ucunda birikmiş külü silkeledi. ‘Gitmem gerekiyordu oraya, onun için gittim’ dedi. Cemil’in yüzündeki ifade şaşkınlıktan ziyade kızgınlıktı. ‘Neden mezarlığa gittiniz’ diye sordu. Sedat tekrar ‘gitmem gerekiyordu, o yüzden mezarlığa gittim’ diye yanıtladı. Cemil elindeki kalemi parmakları arasında hızla çeviriyordu. ‘Neden gittiniz diye soruyorum’ diye tekrar aynı soruyu sordu. Sedat hızla sigarasından bir nefes çektikten sonra, ‘canım öyle istedi diyorum, bunda bir sakınca olamaz değil mi’ dedi. Cemil gergin ensesini ovmak için kalemi sol eline aldı ve sağ eliyle ensesini ovmaya, sıkmaya başladı. ‘Anlamıyorum’ dedi, ‘bir insan ilk kez geldiği bir şehirde neden mezarlığa uğrasın ki? Bana mantıklı yanıtlar vermelisiniz. Böyle bir cevabı kabul etmiyorum’ dedi.
Sedat sigarasını tekrar tükürüğünü boşalttığı kâğıttan küllüğün içerisinde söndürdükten sonra konuşmaya başladı: ‘Ben sizin kim olduğunuzu bile bilmiyorum. Sen kimsin, ya yanında gelenler kim? Siz kimsiniz? Benden ne istiyorsunuz? Ben birkaç günlüğüne buraya misafirliğe geldim. Ne yaptığım, nerelere gittiğim sizin için neden önemli? Adres sorduğumu bayanı bile biliyorsanız, her şeyi biliyorsunuzdur. Mezarlığa gittim evet, tanıdığım birkaç insanın mezarı vardı. Hiç görmediğim ama tanıdığım. Siz ‘nasıl tanıyorsunuz’ diyeceksiniz. Evet, aynı soydan, aynı kandan insanlar bunlar ve hiç görmediğim ama tanıdığım insanlar. Onları ziyaret ettim. Suç mu bu? Eğer bu suçsa, eğer ben suçluysam, beni yargılayan, soruşturan siz değil, bir mahkeme olmalıdır’.
Sedat duvardaki saate bakınca, saatin durmuş olduğunu fark etti. ‘Acaba ne zaman durdu bu saat, biz konuşurken olmuş olabilir mi’ diye düşünürken, Cemil başını çevirip, Sedat’ın baktığı yere baktı. ‘Yıllar önce’ dedi, ‘evindeki saati durmuş ölüm vakasını araştırıyordum. Biri on beş, diğeri yirmi iki yaşında iki genç adamın sorgulamasını da ben yapmıştım. Bu sorgulama sonucunda temize çıksalar dahi, insanlar artık o iki gencin, sırlı ölümün çarkının içinde olduklarını biliyorlardı. Suçlu olduklarına dair en ufak kanıt yoktu ama ölen kadını yakından tanıyorlardı. Bütün şüpheleri o iki gencin üzerinde yoğunlaştırmanın aptalca olduğunu, otopsi raporu belirtse de, yine de insanlar o iki genci olaydan sonra daima ölen kadının katilleri olarak mimlediler. Beni anlıyor musunuz?’
Sedat’ın nefes alışında belirgin bir yavaşlama oluşmuş, göz kapaklarındaki ince deri tabakası içine doğru geri çekilmiş ve göz bebeği olağandışı büyümüştü. ‘Ne anlatıyorsunuz bana’ dedi Sedat, ‘siz benimle alay mı ediyorsunuz, neden bahsediyorsunuz, kimsiniz siz? Polis mi? Hayır, en azından gösterecek kimliğiniz ya da üzerinizde giyecek üniformanız olurdu. Savcı mı? Hangi savcı böyle davranır, birini misafir olduğu bir yerde zorla zapt altına alıp, sorular sormaya başlar? Siz kimsiniz Cemil Bey?’ Cemil tekrar başını geriye çevirip, saate baktı. ‘Korkarım ölen kadınla son konuşan kişi sizsiniz. Cami bahçesinin karşısındaki tek katlı iki evde oynayan çocuklara sorduk. Siz oradan geçerken, bayanla konuşmanızın ardından on dakika geçmeden çocuklar okuldan dışarı çıkıyorlarmış. Hatırlıyor musunuz, iki katlı bir ilkokul. Şirin bir okul. Hem cami bahçesinin karşısındaki evlerde oturan çocuklar, hem de okuldan çıkan diğer çocuklar sizden başkasını görmediklerini söylüyorlar. Benim kim olduğumun ne önemi var? Sadece size soru soruyorum ve ölen genç bayanın soruşturmasını yürütecek olan insanların sizi dışarıda beklediğini söylemek zorundayım’ dedikten sonra, Cemil ayağa kalktı. ‘Genç bayanın resmini görmek istiyor musunuz’ diye Sedat’a sordu. Sedat gerilmişti. ‘Benimle çok pis bir şaka yaptığınızı düşünüyorum. Sanırım bu şehre yabancı biri için, son derece gerçekçi bir şaka. Evet, şaka yapıyorsunuz. Umarım bu televizyon şakası değildir. Herhangi bir yerde kamera filan var mı? Cemil’di isminiz değil mi, Cemil Bey, siz kötü bir şakacısınız. Umarım bunun farkındasınız’ derken Sedat, Cemil tekrar masanın yanına gelmiş, fermuarı çekip çantayı açmış, defteri tekrar çantanın içine koyduktan sonra bir zarf çıkarıp, Sedat’ın yanına geldi. ‘Bir sigara daha yakabilirsiniz’ diyen Cemil, zarfı Sedat’a uzattı. Sedat zarfı almak istemese de, adres sorduğu kadının resmini merak ediyordu. Sedat bu sefer çakmağın altıncı çakışında sigarasını yakabildi. Kâğıttan küllüğü bacağının üzerine koymuştu. Zarfın içinden dört fotoğraf kâğıdı çıkmıştı. Tek bir fotoğraf beklerken, dört tane fotoğrafı Sedat elinde tutuyordu. Kâğıtlar tersti. İlk fotoğrafa bakmak için, elindeki kâğıtların en üstünde tutanını çevirdi. ‘Siktir, bu ne’ diyerek kâğıtları yere fırlattı. Sigara dudakları arasındaydı ve yere düşen dört fotoğraf kâğıdı da fotoğrafların olduğu yüze denk gelmişti. Bu olasılıktan Sedat nefret etmişti. Toplam on altı ihtimalin olduğu basit bir olasılık sorusuydu bu. Dört kâğıdın da dördünün fotoğraflı yüzeyine bakıyordu. Genç kadın işkence edilerek öldürülmüştü. Başını iki elinin arasına alan Sedat, ‘hayır, hayır bu olamaz, bu kadın, evet o kadın, adres sorduğum, mezarlığı sorduğum kadın ama hayır, nasıl bir şey bu, hayır, kim öldürdü, kim’ diye bağırmaya başlamıştı. Cemil ‘sakin olun lütfen, sizinle şimdi ciddi konuşabiliriz sanırım’ dedi. Sedat sakinleşemiyordu, parmakları arasındaki sigarasında biriken kül eline çarpıp, yere dağılmıştı. ‘Ben, ben sadece onunla konuştum, böyle bir şeyi benim yaptığıma inandığınızı söylemeyin. Hayır, dedim ya size, ben mezarlığa gittim. Sadece mezarlığa gidiyordum ve doğru yolda olup olmadığımı sormak için cami bahçesinde çamaşır asan bu genç bayana soru sordum. O kadar. Hayır, hayır’ diyordu. Sedat’ın bozulan sinirine rağmen Cemil o asker sertliğiyle duruyor, yüzünde gökyüzüne yavaş bir rüzgârla biriken bulutlar misali acıma hali birikiyordu. Sedat’a acıyordu. ‘Siz’ dedi Cemil, ‘çok bir durumda bulunuyorsunuz. O gün öldürülmüş bayanın eşi, babası ve annesi köylerine gitmişler. Onların evde olmadıkların dair şahitler de var ama sizin orada olduğunu belirten hem kendi ifadeniz hem de çocuklar var. Yirmiden fazla çocuktan bahsediyorum. Hepsi sizin resminizi görünce, ‘evet, onu orada gördük’ dediler. Çocuklar şahit olmayabilirler ama dediğim gibi ben size sadece soru soruyorum. Ben sizi yargılamıyorum, yanlış anlamayın ama sizi yargılayacak olanların elinden de kurtulamayacağınızı söylemek istiyorum.’
Sedat sigarasını kâğıttan küllüğe tükürüklemeden söndürürken, paketten tekrar sigara alıp yaktı. Çakmak bu sefer ilk yakışta sigarayı yakmıştı. Dudakları titriyordu. Elleri titriyor, ellerinin arasına tekrar başını koyup, fotoğraflara baktı. ‘Bunu yapan insan olamaz, hayır, gerçekten olamaz ama siz de diyorsunuz bunu siz yapmışsınız.’ Cemil ‘hayır’ dedi, ‘ben demiyorum ama dışarıda sizi bekleyenler, benimle beraber gelen insanlar böyle düşünüyor.’ Sedat bir türlü sakinleşemiyordu. ‘Siz’ dedi, ‘siz de biliyorsunuz ki bunu ben yapmış olamam.’ Cemil ‘hayır’ dedi tekrar, ‘ben bir şey bilmiyorum, size sadece birkaç soru soran biriyim. Sizi yargılamadığımı başta da söyledim.’ ‘Ama’ dedi Sedat, ‘ama bu olayın tek zanlısı da sensin diyorsun. Bu saçmalık, çok büyük bir hata.’ Cemil defterde yazılı olan soruları soruyordu:’ Peki neden aldığınız uçak biletinizi ertelettiniz?’ ‘Uçak bileti mi’ dedi Sedat. ‘Evet’ dedi Cemil, ‘uçak biletinizi erteletmişsiniz. Mezarlığa gittiğiniz saatten bir saat sonrası olmalı. Değil mi?’ ‘Evet’ dedi Sedat, ‘uçağımı ertelettim ama sebebi mezarlığa gittiğim için çok zaman kaybettim. Tekrar aşağı inerken, gerçekten yorulmuştum. Ayaklarımda derman kalmamış gibi hissediyordum. Bir büfeye girip, telefon açtım ve uçağımı ertelettim.’ Cemil yerde duran fotoğraflardan birini eline almıştı. Fotoğrafta genç bayanın çivi çakılmış iki göğsü gözüküyordu. ‘Bu vahşet’ dedi Cemil. Sedat sigarasını titreyen eli ve dudakları yüzünden adamakıllı içemiyordu. ‘Evet, vahşet, bu vahşet ve gerçek katil kimse, onu cezalandırmaları gerekiyor. Ama siz, hiç tanımadığım bir insan ve sadece sana soruyorum diyen bir insan burada suçlunun ben olduğunu söylüyor. Allah’ım aklım almıyor, inanamıyorum. Bu iş artık bir şaka olmaktan çıktı. Şaka değil, sadece yanılıyorsunuz, evet, yanılıyorsunuz. Çok büyük bir yanılgı.’ Cemil defterdeki soruları neredeyse ezberlediği için, gözlerini bir an için kapatıp, tekrar gözlerini açtığında Sedat’ı çıldırtacak soruyu sordu:’ Peki, çantanızın içinde lateks eldivenleri ne için kullanıyordunuz?’ Sedat ayağa kalkıp, pencereye doğru yaklaştı. Dışarıda bekleyen kalabalığı görünce ‘bunlar kim’ diye bağırdı. ‘Sizi bekleyenler’ dedi Cemil, ‘ama sorumu yanıtlamadınız.’ ‘Eldivenler mi’ dedi Sedat, ‘eldivenler mi, o eldivenleri ben her gittiğim yere götürürüm. Temizlik hastalığı var ben de, gittiğim her şehirde kaldığım mekânda önce temizlik yaparım. Özellikle banyo ve tuvaletleri yıkarım. Bunun için o eldivenleri kullanıyorum.’ Cemil ayağa kalkıp, Sedat’ın yanına doğru gelerek ‘lütfen oturun’ dedi. ‘Oturmak mı’ dedi Sedat, ‘ne oturması Allah aşkına, siz beni suçlu olmadığım bir konuda yargılıyorsunuz.’ ‘Yargılamıyorum, sadece size birkaç soru soruyorum’ dedi Cemil. ‘Lanet olsun, soruymuş, deli ediyor beni sorularınız, saçmalık hepsi, adres sorduğum bir kadın öldürülüyor ve suç bana kalıyor, öyle mi?’ dedi Sedat.
Cemil’in elleri Sedat’ı tutuyormuş gibi boşlukta ilerliyordu. Sedat tekrar oturunca, Cemil ‘çantanızdaki bilezikler için ne diyeceksiniz’ diye sordu. Sedat şaşırmış bir halde ‘ne bileziği’ dedi. ‘Bilezik’ dedi Cemil, ‘altın bilezik, dört tane ve hepsi de ölen genç bayanın bilezikleri. Ailesi o bilezikleri genç bayanın daima kolunda taşıdığından bahsettiler.’ Sedat heyecanlanarak ‘hayır, işte siz şimdi yanılıyorsunuz, kolları açıktı genç bayanın çamaşır asarken, bilezik filan da yoktu kollarında’ dedi. Cemil ‘yani siz almadınız, öyle mi’ dedi. Sedat sol eliyle sağ bileğini ovuştururken, ‘ben bilezik görmedim diyorum, kulağınız sağır mı, çamaşır asarken kolunda bilezik filan görmedim diyorum’ dedi. Tekrar sigarasını yakmak için paketini eline aldığında, pakette iki sigara kaldığını fark etti. Bir tanesini zor da olsa dudağına götürüp, çakmağı yine tek çakışta yakmayı başardı. ‘Deli olacağım, gerçekten deli olacağım, beni neyle yargıladığınızın farkında mısınız’ dedi Sedat. Cemil iki elini de ritmik bir hareketle açıp kapatıyordu. ‘Siz’ dedi Cemil, ‘sadece soru sorduğumun farkında değilsiniz. Sizi rahatsız etmek istemiyorum ama dışarıya çıkınca sizi asıl sorgulayacak insanlar olacak. Ben sadece birkaç soru soruyorum. Bunu kaç kere söyledim, siz de farkındasınız ama şaşkınlığınız unutkanlığa sebep oluyor. Sanırım sigaranızı bitirdikten sonra dışarı çıkabiliriz.’
Sedat yerdeki fotoğraflara bakıyordu. Cemil eline aldıktan sonra fırlattığı fotoğraf ters bir şekilde yere düşmüştü. Sedat o fotoğrafın, yerdeki diğer fotoğraflardan daha az şiddet içerdiğinin farkındaydı. Üç fotoğraftan kendisine en yakın olanı defalarca bıçaklanmış genç bayanın cinsel organının fotoğrafıydı. Diğer fotoğraflardan birinde kadının kesilmiş kulakları ve alnındaki bıçak izleri duruyordu. Üçüncü fotoğrafta başka bir dehşetin görüntüsünden başka bir şey değildi. Genç bayanın anüs deliği olmak üzere kalçalarına onlarca defa bıçakla delikler açılmıştı. ‘Keskin bir kurban bıçağının eseri olabilir bu izler’ dedi Cemil. ‘İşte kendiniz söylüyorsunuz, bıçak, kurban bıçağı, benim ne ilgim olabilir bıçakla, hala inanamıyorum’ dedi Sedat. Cemil umursamaz bir yüz ifadesiyle ‘o bıçak genç bayanın evinde kullanılan bir bıçakmış’ dedi. Sedat kâğıttan küllüğü eline alıp, içine tükürmeye çalışıyordu ama ağzı kurumuştu. Bir türlü tüküremiyordu. Sigarayı parmakları arasında söndürüp, izmariti küllüğün içinde ezerken, ‘ne zaman dışarı çıkacağız’ dedi. Cemil ellerini dizleri üzerine koyup, ‘istediğiniz zaman’ dedi.
Eski günlerden nefretini alır gibi tırnaklarını dişlerken Sedat, kapı sesi duyuldu. Biri hızla kapıya vuruyordu. Tıklama değil, bir tür yumruk atmaydı. Cemil ayağa kalkıp, ‘az bekleyin’ dedi. Sedat’ın beklemekten başka çaresi yoktu. ‘Cemil Bey’ diye bir ses duyuldu önce ve sonra o ses, Cemil’le beraber fısıldar tarzda kısa bir konuşma yaptıktan sonra, Cemil’e bir kâğıt uzatıp, kapıyı kapatarak dışarı çıktı. Cemil sol gözünü hafif kısıp, sanki içtiği sigara dumanından etkilenmiş gibi kâğıda bakıyordu. ‘Coşkun isimli biri teslim olmuş. İtiraf etmiş. Genç bayana tüm işkenceyi kendisi yapmış. Siz mezarlığa giderken, sizi genç bayanla konuşurken görmüş. Genç bayanın evlenmeden önce sevdiğiymiş bu Coşkun. Siz mezarlıkta çok zaman kaybettim demiştiniz değil mi?’ Sedat sevinçten ‘eee…eeee…evet’ dedi. ‘Sizi de genç bayanın kırığı sanmış. Siz mezarlıktan dönerken evin penceresinde tekrar sizi görünce, sizi de önce öldürmek istemiş ama sonra suçu sizin üzerine atmaya karar vermiş. Sizi kaldığınız yere kadar takip ettikten sonra, gizlice siz yokken odanıza girip, çantanızı karıştırmış. Bilezikleri çantanıza koyduktan sonra, çantanızdaki eldivenlerden alıp, tekrar genç bayanın cansız bedeninin yanına dönmüş. Kendisinin kullandığı eldivenleri yaktığından burada bahsediyor ama şüpheleri sizin üzerinizde arttırmak için de eldivenleri olay mahalline fırlatıp, evden dışarı çıkmış. Tabi eldivenleri genç bayanın kanına batırmayı da eksik etmemiş. Vahşet, gerçekten vahşet.’
Sedat tekrar yaratılmış gibi hafif hissediyordu. ‘Ben’ dedi, ‘ben şimdi suçsuzum değil mi’ diye Cemil’e sordu. Cemil masada duran çantasını alarak, ‘ben sizi yargılamadım, sadece birkaç soruydu, o kadar’ dedi. ‘Ama’ dedi Sedat, ‘ama suçsuzum değil mi?’ Cemil elindeki kâğıdı çantasının içine koyduktan sonra, fermuarı çekip, çantayı eline aldı. ‘Fotoğraflar’ dedi Sedat, ‘fotoğrafları da almayacak mısınız?’ Cemil kapıyı açmadan önce Sedat’a acıyarak bakıp ‘fotoğraflar sizde kalabilir ama suçlu olup olmadığınızı kendinize sorabilirsiniz. Çünkü genç bayanın ölmeden önce konuştuğu insan sizdiniz’ dedi. ‘Nasıl’ dedi Sedat, ‘nasıl, anlamıyorum, suçsuz değil miyim ben şimdi?’ Duvardaki saate baktı. Saat çalışmaya başlamıştı. ‘Size anlattığım yıllar öncesi yaşanmış olay gibi, suçsuz da olsanız, asla tamamen temizlenemeyeceksiniz’ dedi. ‘Peki, ne yapmalıyım’ dedi Sedat, ‘nasıl aklanabilirim?’ ‘Bir an önce uçağınıza binip, buradan gidiniz. Şu an için yapacak başka bir şeyiniz yok’ dedi Cemil ve kapıyı açıp, dışarı çıktı. Dışarıda bekleyen insanlar Cemil’in yanlarına gelmesiyle dağılmaya ve evden uzaklaşmaya başladılar.
Sedat eğilerek yerdeki fotoğrafları aldı. Dördü de vahşet içeren, kan donduran fotoğrafları bir eliyle tutarken, pakette kalan tek sigara aklına geldi. Paketi diğer eliyle tutup, ağzıyla sigarayı paketin içinden çıkardı. Boş paketi bırakıp, çakmağı dudakları arasında bekleyen sigaranın ucuna doğru yaklaştırdı. İlk çakışta çakmak yanmadı. İkinci çakışta da yanmadı. Üçüncü çakışta kadının kulakları kesilmiş fotoğrafına bakıyordu. Dördüncü çakmağı çakışında sigara yanmıştı. Ayağa kalktı, pencereye yaklaştı. Kalabalık iyice azalmıştı. Birkaç mahalle sakini ortalıkta gözüküyordu. Dün mezarlığı sorduğu genç bayanın işkence görmüş cansız bedeni bugün o mezarlığa kazılmış bir mezara koyulacaktı.
Kâğıttan küllüğü, boş paketi ve fotoğrafları pantolonun cebine koyduktan sonra, avucunda sımsıkı tuttuğu çakmağını iyice sıkarken, kapıya yaklaştı. Masumiyetini kaybetmiş gibi hissediyordu. Dışarı çıktığında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
YORUMLAR
birkaç gündür şu Atalay Filiz olayı ortalığı meşgul ediyor o hesap aklıma geldi.
hikaye aslında masumiyet sorgulamasından daha çok şansızlığı anlatıyor. böyle birşeyin farklı versiyonları herkesin başına gelebilir bunun elbette cinayet olmasına gerek yok başka şeylerde olabilir tabi.
bide şu soru geliyor aklıma bir kadının sadece ona adres soran biri ile konuşması ölümüne sebep olabilir mi. elbette olabilir neden olmasın burada anlatılan öykü olsada sokaklarda gerçekleri var.
Katilin Sedat olması yada olmaması olur sorgulayan cemilde önemli değil dışarısı yani çamur ve iz toplumu.
içeride olmak dışarıda olmaktan iyidir bazen