- 485 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİRE DAİR
İnsan bir anda yaşıyor bulur kendini... Ardında kalan geceyi unutarak,
önünde açılan ışığa doğru ilerleyen sabah güneşi gibi, zamanın içinde
yürürken farkeder varlığını.
Çocukluk yılları bir masal gibi geçmiştir. Gençtir... Hayat, hayaller ve u-
mutlarla devretmektedir dünü yarına...
Etrafına bakınca, her insanın ayrı bir kaderi olduğunu görür. Kimi şanslı
doğmuştur, kimi şanssız... Ne var ki hayat inişli çıkışlı eğilimler gösterir.
Ne rüya gibidir, ne de kara gün kararır kalır. Herkes acılardan da, sevinçlerden de payına düşeni alır.
Bütün insanlık aynı dünyada yaşar; yani mekan aynıdır. Toprak, hava, dağ, deniz... Bu dekor içinde oluşan şehirler, insanın şansına, kaderine, karakterine şekil verir. İklimler penceresine değişik manzaralar koyar. Oy-
sa insanın bir de kendi içinde biçimlenen bir coğrafya, bir iklim, ve belki de
hiç değişmeyen bir mevsim vardır! İşte canı candan ayıran, farklı kılan bu
iç dünya ve bu dünyadan dışarı yansıyan haldir...
İnsan, önce yüreğiyle ayrılır diğerlerinden. Farklılıklarla tanışır, farklılıklarla çatışır, ve sever o farklılıkları. Böylece aşar içindeki monotonluğu...
Bazen anlatan biridir Ademoğlu, bazen dinleyen... Kendini ifade ederkenkainattaki tüm varlıkları kullanır. Bunu yaparken kah konuşur, kah şarkı söyler, kah resim çizer, kah yazar... Roman yazar, hikaye yazar, şiir yazar...
Ben de kendimi, çevremi, inancımı, kültürümü ve hayallerimi anlatabilmek için şiir söylüyorum.
Dünden bu güne yaşadığım şehir de bana şekil veriyor, umut veriyor, hayat veriyor. Bu şehir yoğuruyor duygularımı, düşüncelerimi...
Bu şehir Selçukya... Bu şehir Konya ...
Sevdamın, hayalimin ve idealimin dekorunu oluşturur, konusunu belirler. Sonra da beni bütün olumlu ya da olumsuzyanlarımla bir anne şefkatiyle bağrına basar, bir Mevlana hoşgörüsüyle olgunlaştırır.
O da benim gibidircaddeleri, sokaklarıyla... Önce kerpiç evleriyle, Sonra yine de huzur veren havasıyla...
Konya benim... Sevgili şehrim... Özlediğim Selçukyam... Beni şair eder, beni insan eder. Semazenler döner savrulan tennureleriyle gözlerimde. Yunus"un ayak izleri yeşerir mahzun yüreğimde. Ve Mevlana"dan mısra-
lar yankılanır kulaklarımda;
"Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yar / Sen yeni bir çocuk doğur-
madıkça, kan tatlı süt haline gelmez."
Ne kadar doğru söylemiştir Hazret-i Pir ... Kahrını çekmediğin bir mısra bir mısra , kahrını çektiklerinin içinde nasıl da belli eder kendini. Tıpkı üvey evlat gibi durur öz şiirinin içinde. "
Şiir yazmaya başlarken harf kabuğunu yarmak, zincirimi kırmak veHakk"a varmak istiyordum. Şimdi şunca şiir ve yıldan sonra harf kabuğunu ne kadar yardım, zincirimi ne kadar kırdım ve Hakk"a ne kadar vardım bilmiyorum; ama ben bu yolda ölmek istiyorum. Hem de şiir söyleye söyleye...
Günümüzde güzel olan ne varsa, suç işlemiş gibi yargılanmakta; iyi olan ne varsa , özüne girilip bozulmak istenmekte gibi bir düşünce, bir his gelip oturur yüreğime. Asıl olan insan mutluluğu olması gerekirken, bunu yok etmek için dönmektedir bir süredir dünya sanki...
Albert Schevvcitzer "Aya ulaşma umutları içindeki insanlar, ayaklarının dibinde açan çiçekleri görmez oldu"derken herhalde bu teşhisiyle biz şair-
leri göreve çağırmak ve çağın insanlarına, güzellikleri yeniden farkettirme-
mizi istiyordu. Oysa o çiçeklrin farkında olanların var olduğuna inanan da, her şiir kitabı satıldığında onlara gülümseyen de yine biz şairleriz. Ve bu, bizlere yeni şiirler söyleme cesareti aşılıyor. Az ama öz muhataplarımızla buluşacağımıza ve onların bize yeni şevk ve heyecan vereceklerine inanı-
yoruz...
F. Scot Fitzgerald "Bir söylemek için yazmazsın; söyleyecek bir şeyin olduğu için yazarsın" diyor. Evet, benim de insanlara söyleyeceklerim var.
Sevgiden yana, aşktan yana, dahası Hakk"tan yana...
"İnsanı sev önce" derken, insanı yaradanı görmemek mümkün mü? Aşk insanda yoğrulmalı ki ilahi bir hal alsın...
"İnsan mükellefiyetine tutkuyla inanmayan bir yazarınedebiyatta yeri yok-
tur." diyen John Steinbeck , bu gerçeğin kaynağını nasıl da sezdiriyor.
Gerçek şiir, insan aynasından , insanı yaradanı gösteren şiirdir...
Benim şiirimi okurken , bu düşünce aklınızın bir yanında bulunsun ki, beni anlayabilesiniz.
Mısralarda yolunuz ilerledikçe göreceksiniz ki düne dair bir hasret tütmekte-
dir. Sevginin saygıyla bezendiği, aşkın kirletilmediği o güzel zaman dilimi, dün...
Niye dün? diyebilirsiniz. Önce, önemli bir insanın çektiği fotoğrafa bakalım. Baudrillard diyor ki "Günümüz aşkının adı soyadı" ayartmaktır" . Zevki özgürleştirmiş ve cinsellikten bıkmış bir kuşak, aşkı cinselliğe ilave edecek bir duygu ya da tıtku olarak yeniden keşfetmeye çalışmaktadır"
Kelimelerden yansıyan bu muhteşem resme inanmakta zorlanıyorsanız , lütfen etrafınıza bir bakın! Ne kadar doğru bir teşhis olduğunu hemen göre-
ceksiniz...
Ey çağdaşlarımızın halini gören ve yukarıda, az da olsa var dediğim ve benim şiirlerimi okuyarak beni haklı çıkaran okurum! Şimdi sana her şeyin yerli yerinde olduğu, sevginin adresinde bulunduğu tarihten bir yaprak sun-
mak istiyorum.
Savaşları ve ihtiraslı hayatıyla biline Napoleon"un şu sesli düşüncelerini bir dinle:
"22 yaşı ndayım... Generalim... Arkamda koskocaman Fransız ordusu... Yarın Po Ovası ayaklarıma kapanacak... Bütün bunlar neye yarar Jozephin? Sen yanımda olmadıktan sonra..."
Dünün yüreği en nasırlı gibi görülen insanında bile böylesi naif bir yanın olması ne kadar hoş bir durum...
Benim özlemim de beyhude değil. Şehrimi seviyorum, ama yaşadığım çağ-
dan bizarım. Eski adresleri özlüyorum...
Şiirlerimde bütün bunları, sizler de görecek, duyacak ve bana hak vereceksiniz.
Ama yine de ümidimizi yitirmeyelim. Az da olsak , sevmeyi biliyoruz ya, şiiri seviyoruz ya...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.