- 1160 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Bir Roman Yazmak
Aldığım kişisel gelişim eğitimlerinden birinde eğitimi veren ve benim için bilgelikle özdeşleşen eğitimcinin. “Sadece kendi elinizde olan, başka hiçbir kimsenin etkisi altında kalmadan bitirebileceğiniz, şimdiye kadar çeşitli bahanelerle ertelediğiniz, ama yapmayı en çok istediğiniz şey nedir? diye, sorduğunda cevap “bir roman yazmak” oldu.
Aslında çok kolaymış gibi görünen bir süreç… Oysa siz kafanızda yaşıyorsunuz o hikâyeleri istediğiniz yere sürüklüyorsunuz , sizi ne bir engelleyen, ne de eleştiren var. Sadece kendi hayallinizde o kelimeler, kahramanlar, mekânlar… Problem onları okuyacak başka insanların olması. Ve aklınızı en çok meşgul eden soru “ başkası okursa beğenir mi?” Sonra birden o kafanızdaki hikâyeleri anlatanlar, o olayları yaşayan insanlar geliyor aklınıza, orada öylece geçmişte durmalılar mı, yoksa yaşadıklarını diğer insanlar da öğrenmeli mi? O yaşananlara sebep olanları, unutulmaya yüz tutan yakın tarih olayını orada öylece bırakmak mı? “Tamam” diyorsunuz sonra bir başka soru geliyor aklınıza, “peki yazdın ama bunu kim basacak?” Benzer sorular öyle çok ki. Aslında hepsi hazır bekleyen bahane dürtüsünün ürünlerinden başka bir şey değil.
Yazmaya başlamak ve kelimelerin, cümlelerin akışına bırakarak romanı farklı yerlere doğru sürüklemek sonucunda ortaya çıkanı görmek… Son cümleyi yazıp noktayı koymak. Aslında işin en zevkli dediğin kısımlarından sadece biri bu.
Sonrasında yazdıklarınızı birilerinin beğenisine sunma çabası ile yayın evlerini dolaşmaya başlamak. İşte en zor kısım da burası. Çünkü değil okumak şöyle bir göz gezdirmeden adet ve fiyat pazarlığı. Oysa hayal bambaşka birileri okusun eleştirsin şurası olmamış desin istiyorsun. Edebiyatın, kitapların gizemli dünyasını hayal ederken bambaşka bir ticaret zihniyeti ile karşılaşmak bir umutsuzluk süreci başlatıyor insanda. Vazgeçmeden devam diyorsunuz, çünkü kötü bir şey yapmadım ki kitap yazdım fikri hep akılda. Bir yayınevinden ötekine ve en sonuncusu da adet-fiyat pazarlığı yaptığında “ okumadınız ki, belki çok kötü, belki sadece çöp, belki yayınevinizin çizgisinin dışında “ diyerek kapıdan çıkış.
Bir süre bekledikten sonrası Yeni İnsan Yayınevinin genel müdürü ile bambaşka bir ortamda tesadüfen tanışıp romandan bahsettiğimde, sanırım beni de kırmak istemeyip “siz yollayın bir inceleyelim” yanıtını alıp hemen akşamında romanı gönderme.
Yine bir bekleyiş süreci ama bu defa çok fazla sürmeden çalan telefon ve bir hafta sonrasına verilen randevu. Heyecanla yayınevi ne gidip “ kitabı beğendik ve basmaya karar verdik” yanıtını aldıktan sonra insanın içini kaplayan o duygu hangi kelimelerle anlatılır bilemiyorum. Birileri kitabınızı okuyor, beğeniyor ve size bir ücret söylemeden, para istemeden biz basarız diyor.
Arkasından sıkı bir çalışma romandaki düzeltmeler eksik görülen yerlerin güçlendirilmesi sonucunda matbaadan geldi haberi ile yayınevine koşmak, geceleri uykusuz geçirdiğiniz, bazen aklınıza gelen bir cümleyi yazmak için kağıt kalem aradığınız, bazen metroda kelimeleri telefonunuza yazarak unutmadan romana ekleyeyim dediğiniz süreçler geride kalmış haldesiniz… Elinize romanınız veriliyor, doğum haneden çıkmış çocuğunuzu kucağınıza almak gibi bir his o an, artık “İSTANBULLU ELEFTERİA” adlı bir romanım var diyorsunuz.
Ve ilk imza gününüz de insanların aldığı kitabınıza birkaç sıcak cümle yazma süreci başlıyor.
Sonra durup düşünüyorsunuz, bu ne kadar güzel bir duygu imiş, bir eserinizin olması, başkaları tarafından okunup beğenilerek size teşekkür edilmesi. Edebiyatı ve yazmayı seven herkese böyle duyguları yaşaması dileği içinizi kaplıyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.