- 995 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Öğretmen Okulunda Son Sınıf (b.ö.r. -14-)
Yeni öğretim yılında son sınıfa devam edeceğim. Sınıfımı bütünlemesiz geçtim. Haziranın ilk günleri, memleketimde, köyümdeyim. Yemyeşil çimenler boy atmış, çayır ve kırlar renk cümbüşü. Sarı, mavi, pembe çiçekli bitkiler yeşillikler arasında bir başka güzel. Evimizin hemen yanı başında minicik deremiz berrak suyuyla şırıl şırıl akıyor. Karşı yamaçlardaki çam ormanında kuşlar her gün sabah-akşam en güzel şarkılarını söylüyorlar. Bu atmosfer içinde tatilin ilk günlerini yaşıyorum. Yakında düğünüm yapılacak. Henüz ilk gençlik günlerimi yaşamaya doymamışım. On yedi yaşındayım. Çocukluk, serüven çağlarım ne çabuk geçti. Sorumluluklarım daha da artacak. Henüz ekonomik bağımsızlığım yok. Kışın okul günlerim, yazın köyde sıkı çalışmalar. Görevleri zamanda yapma zorunluluğu derken şimdi de evlenme. Müstakbel eşim olacak kadının sorumluluğu…
Davullu- zurnalı bir köy düğünüyle evlendim. Cicim ayları değil, cicim günleri yaşamadan eşimle ilk işimiz elde çapa mısırların çapalarını yapmak oldu. Arkasından çayır biçmeler, harman işleri derken günler su gibi akıp geçti. Eylül başlarında okulda arkadaşlarım arasındaydım. Bilmem benim gibi erken evlendirilen bir arkadaşım var mıydı? Nişanlı olmak, evli olmak, okulda, yönetmelik gereği yasaktı. Durumumun okul idaresince fark edilirse başıma neler gelir kaygısını da taşıyorum.
Öğretmen okulu son sınıfta, cebir, geometri, fizik, kimya gibi dersler işlenmiyor. Sadece edebiyat, tarih, coğrafya ve de meslek dersleri… Görüyoruz. Bu ders konuları bana çerez gibi geliyor. Müzik ve resim-yazı dersi hepimizi biraz zorluyordu hepsi o kadar.
Üçün yıl, gece-gündüz yatılı okuyup bir arada yaşadığımız arkadaşlarla iyi ilişkiler içindeyiz. Birbirilerimizi çok iyi tanıyor, hoşgörü ve karşılıklı anlayış içinde geçiyordu günlerimiz. Gelecek yıl bir arada olamayacağız. Kim bilir yurdun hangi uzak köyünde idealist duygularımızı yaşama geçirme savaşı verecektik.
“Candan açtık cehle karşı bir savaş,
Ey bu yolda ant içen genç arkadaş,
Öğren, öğret hakkı hakka gürle coş,
Durma durma, koş…” Marşının uçsuz güzel temasını yaşamımıza katacaktık. Yurdumuzu yüceltmeye, Türk kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmeye canla başla çalışacaktık. Bizler için, uzak-yakın köylerde çalışmanın önemi yoktu. Güzel yurdumuzun her bölgesinde; kuzey-güney, doğu-batı farkı gözetmeden köylerimizin bizi beklediğinin farkındaydık. Okulumuzda yapılan bir gösteride bir kız arkadaşımız Ceyhun Atuf Kansu’nun Dünya’nın Bütün çiçekleri adlı şiirini ne güzel okumuştu. Bu şiiri ben de severek bilmem kaç kez okudum. Salon susmuş, herkes nefes almadan o güzel şiiri dinlemişti. Uzak bir Anadolu köyünde hasta yatağında bir köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın:
“Bana çiçek getirin, dünyanın bütün
Çiçeklerini buraya getirin.” Bu, son sözlerini adeta bizler de söyleyerek, işin ucunda, hastalık, ölüm olsa bile hep öğrencilerimizle bütünleşecektik. Yüz yıllarca geri kalmış, bilgisizlik ve cehalet içinde yaşamış halkımıza ışık olmak istiyorduk. Okulumuzda öğretmen-öğrenci iş birliği ile yaptığımız gece etkinliklerinde sürekli mesleğimizle ilgili idealist duygular ediniyorduk.
Her öğrenci okulda en az bir etkinlikte görev alıyordu. Çeşitli bölgelerini oyunlarını oynayan halk oyunları ekiplerimiz faaliyet içindeydi. Bir ekipte ben de oynuyordum. Ayrıca voleybol ve masa tenisinde faaliyet alanlarım içindeydi. Öğretmenlerimizle birer arkadaş gibiydik. Bizi bir buçuk aylık staj bekliyordu. İki hafta şehir içinde kalan sürede de köy okullarında staja çıkacaktık. Kasımın on beşi şehir stajı başlıyor. Bir an önce sınavların bitmesi gerekiyor. Staja çıkan bizlerin birinci dönemi bitecek böylece. Özellikle edebiyat ve tarih derslerine zevk için biraz daha fazla çalışıyorum. Tarihten ikinci sınavdayız. Öğretmenimiz soruları sormuş, sınıfta dolaşıyor. Yanıma yaklaştı, sessizce, “Birinci yazılıdan on aldın…” dedi. Ben de, “Hocam bu yazılıdan da on alacağım, bunlar benim için soru mu?” türünden bir şeyler söyledim. Öğretmenime, “teveccühünüz hocam,” diyebilmeliydim en azından. Gençlik işte, ne diyeceksin!
Biyoloji dersinde yazılı sınavdayız. Öğretmenimiz İstanbullu, çok nazik bir hanımefendi. Hamile, karnı burnunda denir ya, doğumu yaklaşmış. Her dersin sınıfı başka. Arkadaşım cevap kâğıdını verip dışarı çıktı. Benim sorularım farklı, bir soruyu yanıtlamaya çalışıyorum. Sınav süresi bitmek üzere. Arkadaşım kitaplarını almak için sınıfa girdi. Kitaplarını karıştırıp sorumun yanıtını bana söylemek istiyor. Gerek yok türünden sözler söylüyorum sessizce. Öğretmenimiz yanıma geldi.
“Niçin kopya çekiyorsun,” diyerek kalemimi aldı, cevabını yazmaya başladığım sorunun başına bir çarpı işareti koydu. “Bu cevabı kabul etmiyorum,” diyerek yanımdan uzaklaşırken; ben de “ Hocam yardım almadım.” diyecek oldum. Öğretmenim, yürüyüp kürsünün yanına geçti. Kâğıdımı aldığım gibi sertçe öğretmenimin masasına koyup dışarı çıktım. Yıllar sonra bu davranışımı anımsar hala üzülürüm. Haklı olsam bile hamile bir kadın öğretmenime öylesine hoyratça davranmamalıydım.
Öğretmenlerimiz çoğu, çok hoşgörülü ve de hassas insanlardı. Müzik dersindeyiz. Daha sonraki yıllarda kariyer yapıp profesör olan öğretmenimiz konuşmaya başladı bir anda:
“Ne kadar nahoş bir davranış. Hiç toplum içinde diş karıştırılır mı? Benden izin isteyip sınıftan çıkabilirdin. Sizler yakında öğretmen olacaksınız, çalışacağınız yerlerde söz ve davranışlarınızla insanlara örnek olacaksınız.” Öğretmenimiz bu sözleri söylerken gözlerinden yaşlar akıtarak ağlıyordu. Bir arkadaşımız arka sırada dişlerini karıştırıyormuş. Öğretmenimizi yıllar sonra TRT çocuk korosu ile televizyonda bir gösterisini izledim. Eşi de müzik öğretmenimizdi. O da profesör olmuştu. İkisine çok duygusal insanlardı.
Sosyoloji öğretmenimizi bir yakın akraba, ağabey, dayı-amca gibi severdik. Sık sık aramıza katılır, özellikle masa tenisi oynarken bizlere rakip olurdu. Sosyoloji dersindeyiz, dersi yarılamışız hemen hemen. Aniden öğretmenimiz yüzünü ekşiterek sınıfı terk etti. Sınıf dondu bir anda. Kimsenin haberi yok, ne olup bitiyor. Zile kadar şaşkınlık içinde bekledik. Teneffüste öğrenebildik durumu. Sınıfın pür dikkat ders dinlediği bir anda önde oturan bir kız arkadaşımız birazcık arkadaşına bir şeyler söyleyerek azıcık gülüvermiş. Bu kısa bir gülüşü öğretmenimiz kendisine ve derse saygısızlık addetmiş. Bizler için önemli bir ders vardı bu davranışta. Ders saatinde öğretmen, sınıf rahatsız edilmemeli… Öğretmenlerimiz çok kibar hoş görülü insanlardı derken hepsi aynı değildi elbet. Özellikle idarecilerimizin yüzleri hiç gülmezdi. Disiplin kuralları tavizsiz uygulanırdı. Kısa boylu, kıvırcık saçlı bir beden öğretmenimiz vardı. Tuvalette sigara içen arkadaşları yakaladı. Az da olsa tütün kullananlarımız oluyordu aramızda. Bu öğretmenimiz, sigaraları arkadaşların el ayalarına bastırarak söndürdü. Böylesine nahoş olaylar da yaşanmıyor değildi zaman zaman.
Staj günleri geldi. İki haftalık şehir okullarında staj yapıyoruz onar kişilik gruplar halinde. Önce sınıf öğretmeninin dersini dinliyor, daha sonra bizler derse giriyoruz. Sınıf öğretmeni ve arkadaşlarımız derslerin bitiminde çalışmalarımızı yorumluyorlar. Yaparak-yaşayarak mesleğin inceliklerini öğreniyoruz. Bir ayda köyde staj yapacağız. Maçka’ya yakın bir büyük köydeyiz bu kez. Almanya’ya işçi olarak giden bir yurttaşımızın kıraathanesi bizim için kiralanmış. Ranza, yatak yorgan ve bir aylık nevalemizle artık köydeyiz. Her gün iki arkadaş sırayla nöbet tutarak, yemek ve temizlik işlerini yapıyoruz. Bir cumartesi akşamı kiraladığımız bir minibüsle Trabzon’a gittik, film izleyip geç saatte geri döndük. Pazar sabahı kahvaltımızı yaptık. İki arkadaş altmışaltı oynuyor. Kıraathanede bir tavla bulmuştuk. İki arkadaşta tavla oynuyor. Aniden kapı çalındı. Ne görelim, okul müdürümüz, bir müdür yardımcısı, iki öğretmen odamıza daldı. O arada iskambil kâğıtlarını saklayabildi arkadaşlar. Tavla saklanıyor mu? İki üç arkadaş tavlanın ön tarafında gayri ihtiyarı sıraya geçtik. Bir arkadaşımız o arada tavlayı ranzanın altına saklamak isterken, tavla pulları har diye seslendi. Kumarı çağrıştıran oyunlar kesinlikle yasaktı, korktuk ve çok utandık. Ne iyi ki, yataklarımız yapılmış, yerler süpürülmüştü. Ekip az kaldı yanımızda. İlerideki köylerde staj yapanlara gittiler. Dönüşlerinde yine yanımıza uğradılar. Okul müdürümüz, “Tavlayı ne yaptınız. Onu okula götüreceğim, sizin stajınızı yakacağım…”diyerek bizleri hayli korkuttu.
Bir ay içinde, staj köyümüzde güzel bir piyes hazırladık. Kore’deki Kahraman Ali adli piyesin önemli rollerinden birisini ben oynuyordum. Ali bendim. Nöbetçi bir Çin askerini ani bir baskında yakalıyorum. Güreşircesine mücadeleden sonra askeri esir alıp kumandanıma teslim edeceğim. Askerle bir kapıştık, bir türlü düşmanımı yere yatıramıyorum. Arkadaşa sessizce “ya ne yapıyorsun, yıkılsana…”diyorum. Bu gösteriyi, öğrencilere ve köy halkına birkaç kez oynadık. Son gece erkeklere oynuyoruz piyesimizi. Okul müdürümüzü ve öğretmenlerimizi de davet ettik gösterimize. Müdürümüzü sahneye çıkardık. Hepimize ayrı ayrı teşekkür etti kızgın müdürümüz. Böylece stajımızı güzel bir gece ile taçlandırdık.
Okulda son sömestri dönemi de güzellikler içinde geçti. Bizleri haziran ayı içinde yapılacak bitirme sınavları bekliyordu. Mayıs ayı içinde tüm zamanımızı ders çalışarak geçiriyorduk. Eğitim psikoloji dersinin kalın bir kitabı vardı. Bizi en çok bu ders zorluyordu. Mütalaa ve diğer zamanlarımızı sürekli ders çalışarak geçiriyorduk. Bazen Boztepe’ye çıkıp, Karadeniz’in mavi sularını seyrederek ders çalıştık. Derken haziran geldi. Yazılılar başladı. Birer ikişer gün arayla sınavlara giriyoruz. İlkokulu bitirirken bir hafta süreli bitirme sınavı, ortaokulu bitirirken bir ay bitirme sınavı yaşamıştım. Şimdiki sınav bir daha önemliydi. Artık yeni bir mesleğe adım atacaktım bir ay sonra. Coğrafya sınavında yarı yarıya başarı sağlandığı söylentisi yayıldı. İç sesim sen bu dersten başarısız olamazsın diyor ama yine de tedirginim.
Müzik, kompozisyon derslerinden sözlü sınav oluyoruz. Resimde-iş dersinde yine desen çizme. Desen çizmede iyi değilim. Derken sınavları bitirdik. Güzel güneşli bir gün, heyecanla sonuçların açıklanmasını bekliyoruz. Öğle yemeğindeyiz. Yemeği yarılamışız. Haber geldi, sonuçlar ilan tahtasına asılmış. Koşarak sonuçları incelemeye koyulduk. Evet, adımın karşısında okulu bitirdi yazıyordu. Okulu bitirenler sevine dursun, bütünlemeye kalıp mahzunca geri çekilen arkadaşları teselli etmeye başladık.
Ertesi günü okul salonunda veda şöleni düzenlendi. Konuşmalar yapıldı. Türküler-şarkılar söylendi. Halk oyunları ekipleri oyunlarını oynadı. Okul sahnesine Artvin oyun ekibinin bir elemanı olarak son kez çıktım. Diplomalarımız kısa sürede hazırlandı. Son olarak okula veda ererken okul idaresi bizlere, iki cilt halinde Atatürk’ün Nutuk adlı eserini hediye etti. Acısıyla-tatlısıyla güzel bir üç yıl yaşamıştım yatılı öğretmen okulunda. Artık eğitim ordumuzun yeni ve idealist duygulara sahip bir öğretmeni olarak köyüme dönüyordum. Beni yeni bir yaşam bekliyordu.
YORUMLAR
Evet, kaleminizin izlerinde tek sayfada kitap var öğretmenimiz.
17 yaşında evlilik, hiç yabancı gelmedi bana bu erken yol almanız efendim.
Okul bitmiş diploma alınmış ne kadar güzel kutsal bir meslek öğretmenlik.
Tavla konusuna gelince, disiplin ön plandaymış eskiden, beraberinde saygı..Oysa günümüzde derste öğrenci, elindeki cepten ne oyunlar oynamakta.
Son olarak okula veda ererken okul idaresi bizlere, iki cilt halinde
***Atatürk’ün Nutuk adlı ***
eserini hediye etti. Acısıyla-tatlısıyla güzel bir üç yıl yaşamıştım yatılı öğretmen okulunda. Öğrencilik anılarınız ince detaylarıyla çok güzel anlatıyorsunuz.
Emeklere Saygımla...
İBRAHİM YILMAZ
selam ve saygılar yüce gönlünüze.
Bu güzel yolculuğu okurken mümkün mü o dünyanın kutsallığında erişilecek en yüksek mertebede yine yad etmemek dün kadar yakın olan ilk gençlik yıllarını?
Az anı dinlememişimdir hani yine mesleğine ilişkin zorlukları ve güzellikleri de dile getirirken rahmetli babam.
Öğretmenlik için ne yazsak az gelir zira yaşamayan bilemez o coşkunun yüreğe nasıl sevgi pompaladığını bu bağlamda değerli şahsınızı yürekten kutluyorum ve bire bir yaşıyoruz bizler de zamandaki yolculuğunuzu.
Değerli hocam, yüreğinize sağlık efendim.
Saygılar, hürmetler...
İBRAHİM YILMAZ
selam ve saygılar yüce gönlünüze.
"iki cilt halinde Atatürk’ün Nutuk adlı eserini hediye etti. Acısıyla-tatlısıyla güzel bir üç yıl yaşamıştım yatılı öğretmen okulunda. Artık eğitim ordumuzun yeni ve idealist duygulara sahip bir öğretmeni olarak köyüme dönüyordum. Beni yeni bir yaşam bekliyordu."
Çok güzel mezuniyet ve duygularınızı anlatmışınız kutluyorum . Mezuniyetten sonra ne zaman kadar çabuk geçmiş yıllarım dersiniz. Yeni nesiller eğitim için siz öğretmenleri bekliyor. Bundan sonraki hayatınızda başarılar . dilerim.