- 503 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ben seni çok sevdim ... (Hazin Bir Guguk Kuşu Hikayesi)
Önce bir kalem aldım. Resmini çizdim hikayemizin. Loş bir oda olmalı. Rutubet kokmalı. Orada yalnızım . Bir de ömrü benim hayatımdan uzun sürecekmiş gibi duran şu ahşap duvar saatinin tik takları var. Loşluğu hissettirebiliyor kalem. Yalnızlığı da çizdiğim ve çizmediğim şeyler üzerinden ifade edebiliyorum. Yalnızlığın sesini çıkarabilir misin yazar? Evet diyor kalem... Az kullan beni. Sesimi duyurmak için bağırmaya ihtiyacım yok. Bir kalem nasıl bağırır yalnızlığın haykırışını bilmiyorum.
Öte yandan kendimi o resmin içinde buluveriyorum. Sanki bu hikayeyi yazmaya karar veren ben değilmişim gibi,hapsolmuş hissediyorum harflerin arasına. Dikkatli olsa bari yazar diye düşünürken yanlışlıkla kedinin olmayan kuyruğuna basıyorum. Tam ben üstüne basar basmaz kuyruğu kayboluyor kedinin,aniden anlıyorum ayağım dediğim şey, bir kaç harfin delete tuşuyla yok edildiği bir düzeltmeden fazlası değil. Yoooo hayır... Ben bu hikayeye bir kalemle başlamıştım. Klavye de nereden çıktı? Boşluğa düşüyorum derken kendimi bir koltukta otururken buluyorum. Tanrı kalemle dalga geçmez diyerek kendimi avutuyorum. Ya tuşlar?
Sessiz bir odada olmaya mahkûm bu guguklu saat acısını benden çıkarırcasına kafamda gümbürdüyor. Tik tak! Tik tak! .... Dua ediyorum . Saat daha henüz onu biraz geçiyor. Dua ediyorum yeniden. Lütfen saat onbir olmadan bitsin kalemin ucu,ya da yazar ölsün...Dayanamam. Yine kendimin esiri olduğu bir çizgi hikayenin o kibirli, tüysüz,çok bilmiş kuşuna dayanamam. Görece ölümsüzlüğün taktikçi tetikçisi ya hani,dört gözle bekliyor anılarımın huzurunu bozmayı,kalbimin yayını gerip sonra aniden bırakmayı,beni yerimden hoplatmayı.
Duman şaşkın. Bu ötüş,bu guguklama tuhaf. Duman kedinin adı. Büyülü bir zaman avcısı gibi saat başlarına beş kala kuyruğu dimdik,gözleri kahverengi ahşap duvar saatinde saatler süren dakikalar boyunca tetikte bekliyor hazret.
Tik takların arasına sıkışmış dakikalar nasıl da geçip gidiyorlar yılların üzerinden. Oysa ahşapta tıkırdayan, kitapların arasında gezinen kurtların sesi aynı. Sen gittin. Dokunduğun tahta halen gözümün önünde duruyor. Soru işaretlerini kim icat etmiş. Sorular neden çoktan seçmeli? Doğru neden bir değil.? . Saat halen onu on geçiyor...
Bir seslenişte dağılıyor tik taklar… Kedi halen koltuğunda oturuyor. Sen gittikten sonra koltuğunu O sahiplendi. Bir seslenişte dağılıyor tik taklar. Biri "küçük su damla’m" dedi sanki. Kedi halen koltuğunda oturuyor. Benim yerimden kalkacak halim yok zaten. Çok az zamanımız kaldı. Artık sürgit devam eden bu sil baştan öyküye bugün son vermek istiyorum.
Yazarı öldüremem.
Tanrı’ya inanmıyorum.
Kalem bitmek üzere.
Klavyesinin önünde durup dinlenmeksizin aynı hikayeyi tuşlayan şu yazar bozuntusu ne kadar da sabırlı. Sabrı sabrımı taşırıyor,sıkıcı bir monotonluğun izini sürmek ne garip.
Yerimden kalkmalıyım. Yorgunum. Kalkamıyorum. Pencereleri açsın,perdeleri aralasın biri. Nefes alamıyorum sanki... Kedi huylandı. Tahtadan yapılmış bir kuşla aşık atabileceğini zannediyor zavallı kedicik. Zamanın nedense kendini beğenmiş bir tarafı olduğunu düşündürüyor bu tiktaklar,bu garip mırıltılara eşlik eden kedi miyavlamaları. Bir yandan kışkırtıcı, bir yandan tehditkâr.
Zamanın kendini ahşap bir guguklu kuş kostümüne bürünmüş olarak hatırlatmak zorunda kalması ne saçma diye düşünüyor kadın. Bir sapanı olsa önce kediyi vuracak,sonra saati,sonra da göğüs kafesinin altındaki kuşları teker teker...
Bir labirente benzeyen koca bir evin içinde 2 koltuk,1 kedi,halı ve duvarda nefesi tükenmeyen yaşlı saatin macerasını kimin anlattığını,kimin yazdığını,kimin okuduğunu bilmiyorum. Odanın neminin kadının gözyaşlarıyla bir ilişkisi olabilir ama emin değilim. Bunu zaman gösterecek. Bak yine hatırlattı kendini...
Arada bir beyaz çiçekli dallarını loşluğu beyaz bir gelinlik gibi giyinmiş atıl odanın pencerelerine dokunduran ağacın sesi geliyor kulaklarıma. Boş bir kağıda yazıyorum. Yazdığımı zannediyorum sanırım. Kalem bitiyor ama kâğıt halen beyaz... Çiçekler gibi. Kedi bir türlü ayrılmıyor senin koltuğundan. Saatin tiktakları kesilmiyor. Zaman;özlemin kokusunu sürünmüş cirit atıyor bu odanın ortasında. Pencereler sımsıkı kapalı. Oturduğum yerden ne kadını görebiliyorum,ne de kediyi. Sadece güneşin cambazlığıyla duvarda sürgit devam eden bir gölge oyununa eşlik eden sabrımı zorlayan anılar var... Tiktakları kuşlarımı ürkütüyor.
Guguk kuşu sonsuzluğa hapsedildiği şu garip sarkaçta aynı dakikanın içinde aynı zamanı kovalıyor. Anıları hatırlamak için bir ileri bir geri gidebilecek mekanizmadan yoksun olması ne kadar acıklı. O yüzden o kuş ne yaşlanıyor,ne de ölecek. Biz zamanın esirleriyiz,o ise an’ın... O yüzden hiç yaşamadı. Göğüs kafesimin altında çırpınan kuşlarıma öykünüyor biliyorum... Ölebilecek olmamız...yani ben ve kuşlarımın ölebilecek olması, O’nu kıskandırıyor. Kedinin zamanın tanrısı olduğunu O da anlıyor.
Dışarıda hüzünlü,iyiliksever bir yağmur başladığında kedi kıvrıldığı yerden kalkıyor ve tam o anda gökgürültüsüyle içeri sızan ışığın yansımasında onyıllar,koca bir ömür,ölümler,yalnızlıklar,ölüm ve özlem aynı an’ın içine sığdığında kedinin gözlerinde saati görüyoruz. Tiktaklar devam ediyor. Ve saat halen onu on geçiyor.
Ben öldüm. Duman da dayanamadı. Önce miyavlamaları kesildi,sonra kafası karıştı. Bir senin bir benim koltuğum arasında mekik dokurcasına geçirdiği günlerin sonunda O da yorgun düşmüş olmalı.
Guguk kuşu intihar etmiş. Ya da belki de O da bu gölge oyunundan sıkılmıştı, kimbilir... Kedinin şaşkınlığına duvarlar şahit. Saatin tıkırdamaları devam ediyormuş söylendiğine göre. Ama ben inanmıyorum.
Ben öldükten hemen sonra evi temizlemeye gelenler yerde bir tahta parçası bulmuşlar. Kim bilir hangi marangozun el emeği,göz nuru bir kuş maketi. Sarı rengi tozlara bulanmış,rengi kararmış bir kuş minyatürü.
Duvardaki zembereği bozulmuş saati almaya kalkmamış kimse.Saat hep aynı zamanı gösteriyormuş.
Saat halen 10 ’u 10 geçiyor.
Kalem bitti.
Kedi öldü.
Zaten kuyruğu da yoktu.!...
22 haziran 2014 Sinop
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.